Münir AKTOLGA
“Birey”, “bireysel özgürlük”-“özgür birey”..son zamanların en çok kullanılan kavramları bunlar!. Özellikle “Gezi” olaylarından sonra siyasi literatürü de işgal eder oldu artık bu türden kavramlar..”Gezi hareketi”nin, “bireysel özgürlükleri” için sokağa çıkan “özgür bireylerin” tepkisi olduğu söylendi hep!..Bu böyle midir değil midir bu ayrı bir tartışma konusu. Bu konuda benim görüşüm açık zaten: Varoluş zeminlerinin ayaklarının altından kayıp gittiğini hisseden batıcı elitlerin iyi eğitim görmüş çocukları, yetiştikleri kültürel ortamın ürünü olan “özgür birey” kimliklerini ve buna bağlı olarak sahip oldukları “bireysel özgürlüklerini” “kaybetmek” üzere olduklarını hissederek, bunları savunmak için bir tür “nefsi müdafaa” hareketine girişmişlerdir, “Gezi” denilen olay budur!..Eski kapıkulu-devşirme isyanlarının modern koşullar altındaki bir devamıdır. Jöntürklükten başlayarak, önce “İttihatçı”, daha sonra da Kemalist- ”sağcı”, ya da “solcu” kimlikleri altında sahnede olan batıcı- Devletçi elitlerin, eski pozisyonlarını kaybetme tehlikesiyle karşılaşınca başvurdukları (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi) eski tipten isyanlarının -21.yy koşulları altında- “bireysel özgürlüklerini” savunmak amacıyla sokağa çıkan “özgür bireylerin” hareketi şekline dönüşmesidir!. Eskinin, kendini yeniden üretmesi anlamında da “modern” ve “ilerici” bir harekettir! “Bireysel özgürlüklerinin” farkında olan modern pozitivist dindarların[1]-“bireylerin”, 21.yy sivil toplumunun en önemli silahı olan “bireysel özgürlükleri savunma” silahını çekerek “öteki Türkiye’ye” karşı giriştikleri bir isyan hareketidir!.Daha başka bir deyişle de, bilgi toplumuna giden yolda “birey”, “bireysel özgürlük” gibi modern zamanların öne çıkarılarak savunulması gereken kavramlarının, yanlış yerde durduğun zaman nasıl kendi zıttına dönüşebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir! Bir yanda, Doğu-Batı sentezinden aldığı hızla öne çıkan gelişmiş bireylerin açtığı yolda bilgi toplumuna doğru evrilen bir süreç, diğer yanda ise, artık kendini üretemez hale gelen ulus devlet+tekelci kapitalizm zeminine endeksli Batı medeniyetine özgü kültürel bilgi temelinin, gelişmiş bireyi pozitivist süper egoist birey haline dönüştürdüğü başka bir süreç!.Önümüzdeki tablo, bu tablo içindeki insan malzemesi budur!..
Bu çalışma özel olarak bir Gezi Hareketi eleştirisi olmayacak!. “Özgürlük”, “birey”, “bireysel özgürlük” kavramlarını doğada ve toplumdaki halleriyle ontolojik bir zeminde ele almak istiyorum. Ortaya çıkan sonuçları isteyen istediği şekilde kullanabilir!..
Evet “özgürlük” nedir?
“Özgürlük”, genel olarak, herhangi bir dış kuvvetin etkisi altında olmadan-herhangi bir bağımlılık ilişkisi içinde olmadan-davranabilmek-hareket edebilmek-anlamına geliyor. Ama, mutlak anlamda bir “bağımsızlık” da değil burada söz konusu olan; bağımlılık içinde bir bağımsızlık.. “Özgür irade” ise, başkalarının iradesine tabi olmadan, ne yapacağına kendi nefsinle-kendin olarak karar verebilmek.. “Özgür davranış” da, “özgür iradeyle” alınan kararların hayata geçirilebilmesi, belirli bir amaca yönelik olarak özgürce hareket edebilmek oluyor..
Yukarda biribiriyle çelişen iki süreçten bahsettik ve dedik ki ! “Bir yanda, Doğu-Batı sentezinden aldığı hızla kendi varlığında yok olma bilincini üreterek öne çıkmaya başlayan gelişmiş bireylerin açtığı yolda bilgi toplumuna doğru evrilen bir süreç, diğer yanda ise, artık kendini üretemez hale gelmiş olan Batı medeniyetine özgü, gelişmiş bireyi pozitivist süper egoist birey haline dönüştüren başka bir süreç!.Görüyorsunuz, iki tür “birey” ve “özgürlük” anlayışı daha işin başında, özgürlüğün tanımını yaparken çıkıyor ortaya!
Batı toplumlarının tarihsel gelişme süreci içinde anlam kazanan “birey” ve “bireysel özgürlük” anlayışı, günlük hayatta bizim “egoist-bireyci” olarak tanımladığımız “kendinde şey” olarak varolan birey anlayışıdır. Yani, varolmak için herhangi bir dış unsurla ilişkiye-etkileşmeye ihtiyaç duymayan, önceden, “objektif mutlak gerçeklik” olarak varolan bir “birey”, ve hepsi de bu türden “kendinde şey” unsurlar olan “bireylerin” kendi aralarındaki ilişkiler-etkileşmeler zemininde anlam kazanan bir “bireysel özgürlük” anlayışı.
Tabi bu anlayış burada kalmaz. Koordinat sistemini kendi üzerlerine koyarak kendilerini egosantrik bir biçimde tanımlayan “bireylerden” oluşan “sınıfların”-“toplumların” dünyaya bakış açıları olarak da ortaya çıkar (bu durumu açıklayabilmek için ben genellikle hep patateslerden oluşan patates çuvalı metaforunu kullanırım). Kendini ve içinde bulunduğu sınıfı, toplumu bu türden egosantrik bir anlayışla tanımlayan bu “birey”, “doğa”ya baktığı zaman orada da aynı şeyleri görür!. Yani, onun adına “doğa”, ya da, daha da genişleterek “evren” dediği şey de, son tahlilde, herbiri “önceden” “objektif mutlak gerçeklik” olarak varolan “kendinde şey” varlıklardan oluşan bir patates çuvalı gibidir.
Özellikle felsefi bir sorun söz konusu olduğu zaman ben önce hemen doğaya dönerim ve problemin bu düzeyde nasıl ortaya çıktığını görmeye çalışırım. Çünkü, bu alana indiğiniz zaman, koordinat sistemini kendi üzerinize koyarak ürettiğiniz sübjektif yaklaşımları açığa çıkarmak daha kolaydır. Örneğin, bir elektronun “kendinde şey objektif varlığından” bahsedebilmek için elinize ölçü aletlerinizi alarak onun üzerinde belirli işlemler yapmanız gerekir. Yani öyle sadece laf üreterek, ya da sübjektif tahlilerle yetinerek bir elektron üzerinde ahkam kesemezsiniz!. Ama bunu yaptığınız zaman da, hemen sizin o “objektif mutlak gerçeklik” dediğiniz şeyin ne olduğu-ya da ne olmadığı ortaya çıkıverir!. Ortaya çıkan bu sonuçları da, doğa bilimleri söz konusu olduğu zaman kabul etmek zorunda kalırsınız. Çünkü, “üzümünü ye bağını sorma” hesabı, onun sonuçlarından herkes yararlanır!. Ama, toplumsal düzeyde, özellikle de sınıf mücadeleleri alanında herkes dünyaya kendi varoluş koşullarını-çıkarlarını temel alan koordinat sistemlerinden bakmaya devam eder!. Bu nedenle, isterseniz biz gene öyle yapalım ve önce doğaya dönerek işe başlayalım, bakalım orada nasılmış bu “birey”-“bireysel özgürlük” anlayışı.
Evet, doğaya dönerek işe başlıyoruz:
Bu durumda altı çizilmesi gereken iki nokta var. Birincisi; “herhangi bir dış kuvvetin-iradenin- etkisi altında olmamak-herhangi bir bağımlılık ilişkisi içinde olmamak”. İkincisi de, “kendi nefsinle-kendin olarak karar verebilmek”. Önce birinciden başlayalım ve “herhangi bir dış kuvvetin etkisi altında olmamak-bir dış iradeye bağımlı olmamak” doğada ne anlama geliyor bunu bir görelim. Sonra da, “bağımsız olmakla” “kendin olarak varolup karar verebilmek” arasındaki ilişkiyi ele alacağız.
Bugün, fizik kitaplarındaki yerini halâ muhafaza eden anlayışa göre, doğada, “herhangi bir dış kuvvete bağlı olmadan”, yani “herhangi bir bağımlılık ilişkisi içinde olmadan” “özgürce yapılan hareket” deyince ilk akla gelen şey “atalet hareketidir”. Burada, atalet hareketinden kasıt ise, Galile’nin “düzgün doğrusal hareketi” oluyor : “Herhangi bir cisim, eğer bir dış kuvvetin etkisi altında değilse, duruyorsa durduğu yerde durmaya, hareket halindeyse de mevcut hareketini devam ettirmeye çalışır”..İlk bakışta, “hah işte bak, gördün mü, ‘kendinde şey’-‘objektif mutlak gerçeklik’ olarak varolmak budur işte” diyesi geliyor insanın, değil mi!!..Ama tabi bu yanıltıcı bir durum, çünkü aslında doğada bu türden bir hareket yoktur! Yani, herhangi bir dış kuvvetin etki alanı dışında “kendiliğinden varolan” bir hareket söz konusu olamaz. Çünkü, doğadaki bütün sistemler açık sistem olduğu gibi, bütün hareketler de karşılıklı etkileşmenin-ilişkinin sonucudur.. Sadece, günlük hayatımızın akışı içinde kısa mesafeli mekanik hareketler için böyle birşeyden bahsedilebilirdi! Bu nedenle, günlük hayatımızda işimize yaradığı için belirli bir kullanım değeri olan bu tanımı halâ muhafaza ederiz! Ama sonuç açıktır, doğada, varolmak için başka hiçbir etkene ihtiyaç duymayan, “objektif mutlak gerçeklik” olarak varolan “kendinde şey” varlıklar ve hareketler diye birşey yoktur!..
Peki, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektron ve onun hareketi ne oluyor o zaman? Bu durumdaki bir elektron belirli bir kuvvetin etkisiyle, ona bağımlı olarak mı hareket etmektedir?. Ya da, Dünyamızı ve onun Güneşin etrafındaki hareketini ele alalım; dünya hangi kuvvetin etkisi altında-hangi kuvvete tabi-bağımlı olarak hareket etmektedir?..
Bir ipin ucuna bir taş BAĞLAYARAK başımızın üstünde döndürmeye başlıyoruz! İşte, bir kuvvete tabi olarak, onun-başkasının iradesine tabi olarak- hareket etmek budur. Bu mudur yani şimdi herşey? Tıpkı elimizle ip aracılığıyla o taşı döndürmemiz gibi, elektron da, çekirdek tarafından uygulanan elektromagnetik bir kuvvete bağlı olarak mı-onun iradesine tabi olarak mı-dönmektedir!!. Ya da, Dünyamız da Güneşin uyguladığı bir “çekim kuvvetine” tabi olarak mı hareket etmekte-dönmektedir?
Elbette ki hayır!! Çünkü, kuvvet sarfetmek enerji harcamak anlamına gelir. Eğer atomun çekirdeği elektronu döndürmek için bir kuvvet sarfediyor olsaydı, bir süre sonra, enerji kaybından dolayı artık bu işi yapamayacak hale gelecekti ve bu durumda elektron da pat diye çekirdeğin üzerine düşecekti!.Ayrıca, böyle birşey, bir dış kuvvetin etkisi altında bulunan ivmelendirilmiş bir elektronun etrafa elektromagnetik enerji yayacağını söyleyen elektromagnetik teoriye de aykırı olurdu! Sonra eğer, Güneş de Dünyayı döndürmek için bir enerji sarfediyor olsaydı, o da gene bir süre sonra enerji kaybedeceği için bu işi yapamaz hale gelecekti ve Dünya da Güneşin üzerine düşerek yok olup gidecekti! O halde nasıl açıklayacağız bütün bu durumları? Elektron ve Dünya hiçbir dış kuvvete tabi olmadan “kendinde şey” varlıklar olarak mı dönmekte-varolmaktadırlar? Bu mudur sonuç! Gene kocaman bir hayır!
Elektron ve çekirdek-aynı şekilde Dünya ve Güneş de- karşılıklı ilişki- etkileşim sonucunda oluşan bir denge durumuna bağlı olarak, bağımlılık içinde bağımsızlık şeklinde tanımlayabileceğimiz izafi bir varoluşa-harekete sahiptirler. İşte, bir elektronun çekirdeğin etrafında (ya da, Dünya söz konusu olunca, Dünyanın Güneşin etrafında) belirli bir dış kuvvetin etkisine tabi olmadan yaptığı hareketin anlamı budur. Belirli bir anda, belirli bir uzay-zaman koordinatına tabi olmadan yapılan bu türden hareketler de (her ne kadar klasik fizikte bunlar “düzgün dairesel ivmeli” hareketler olarak tanımlansalar da) bana göre aslında gerçek anlamda atalet hareketidirler. Çünkü, doğada yön diye (sağ, sol, ön, arka, ya da “düzgün doğrusal” diye) birşey yoktur! Neden uzayda “düzgün doğrusal” bir hareket yapınca bir elektronun hareketine “bu bir atalet hareketi” diyoruz da, onun çekirdeğin etrafındaki hareketine ivmeli (“düzgün dairesel”) hareket gözüyle bakıyoruz? Neymiş, hız vektörel bir büyüklükmüşte, yön değiştiği için o da otomatikman değişiyormuş! Kafada hep o dönmekte olan ipe bağlı taş örneği olunca tabi bu türden yorumlar kaçınılmaz hale geliyor! Halbuki, yörünge hareketi yapan bir elektronla uzayda “düzgün doğrusal” olarak hareket etmekte olan bir elektron arasında hiçbir fark yoktur!.
İşte, doğada, bir dış kuvvete tabi olmadan özgürce gerçekleşen atalet hareketlerinin anlamı budur. Bu konuyu daha önce ayrıntılı olarak www.aktolga.de 3. Çalışma’da ele almıştık. İlgi duyanlar oraya dönebilirler. Burada işin ayrıntılarına girmiyorum, çünkü konu bu değil..
Bütün sistemler, evrensel varoluşun-hareketin- bütün biçimleri, daima, en genel hatlarıyla iki temel varoluş biçimine sahip olurlar: Belirli bir denge durumu içinde izafi varoluşu temsil eden atalet hareketi, ve bir durumdan bir başka duruma geçerken gerçekleşen, gene izafi ivmeli hareket. Bunun dışında başka birşey yoktur! Hareket denince bu, ya belirli bir denge durumu içinde (denge, karşıtların birliğiyle oluşur), izafi olarak kuvvetten arınmış bir ortamda gerçekleşen bir atalet hareketidir (yani, bağımlılık içinde bağımsız olarak gerçekleşen bir harekettir), ya da, iki denge durumu (state-zustand) arasındaki gidiş gelişler-iniş-çıkışlar esnasında gerçekleşen ivmeli bir hareket.
Doğada, bir dış kuvvete tabi olarak- onun zoruyla gerçekleşen hareketler:
Doğada, bir dış kuvvete tabi olarak-ona bağımlı bir şekilde, onun zoruyla gerçekleşen hareketlere en güzel örnek, o, ipe bağlı olarak dönmekte olan taş örneğidir (Sadece bu değil tabi, belirli bir kuvvete tabi olarak K = Kütle x İvme ‘ye göre gerçekleşen bütün diğer hareketler de son tahlilde bu kategoriye girerler). Burada herşey son derece açıktır. Dış kuvveti uygulayan kaynak sürekli enerji harcayarak kuvvetin uygulandığı nesneye bir ivme-hareket-kazandırmaktadır.
Dönmekte olan taş örneği üzerinde yoğunlaşırsak, bu durumda taş kendi özgür iradesiyle değil, onu etkileyen kuvvete tabi olarak hareket etmekte-dönmektedir. Taşa kalsa, taşın özgür iradesine kalsa, o bir an önce fırlayıp gitmek ister!. Nitekim, aradaki ipi kestiğiniz an olacak olan da budur!.. (Toplumsal düzeyde bütün o köleci sistemlerden tutun da, sömürge sistemlerine kadar, bunların hepsinin diyalektiği aynıdır).
Bağımlılık içinde bağımsız bir şekilde-özgürce gerçekleşen hareketlere gelince:
Doğada bir dış kuvvete tabi olarak gerçekleşen hareketlerin dışında, bağımlılık ilişkisi içinde bağımsız bir şekilde özgürce gerçekleşen ikinci türden (ivmeli) hareketler, bir sistemin çevreden gelen etkileri (madde-enerji-informasyon şeklinde) sahip olduğu bilgilerle değerlendirip-işleyerek çevreye karşı bir reaksiyon şeklinde (kendisi olarak) gerçekleşirken onun varoluş biçimi olarak ortaya çıkan hareketlerdir. Bu türden (“devrimci”) hareketler daima, iki durum arasında, birinden diğerine geçiş süreci boyunca meydana gelirler. Öyle ki, kendin olarak gerçekleşmeyle, özgür iradenle hareket etmek aslında bir ve aynı şeydir. Yani, kendin olarak gerçekleşirken bu işi özgürce yapmış olursun. Yoksa gene, kendi nefsiyle önceden mutlak bir gerçeklik olarak varolan varlıkların-nesnelerin (varlığı kendinden olan “kendinde şey” “profesyonel devrimcilerin”) daha sonra ortaya çıkan “değiştirici” hareketleri değildir burada söz konusu olan!
Burada bütün mesele, dışardan gelen madde-enerji-informasyon sistemin içindeki bilgiyle değerlendirilip-işlenirken, bu süreç içinde, sistemin, kendisi olarak, belirli bir varoluş biçimiyle-bir hareket şeklinde ortaya çıkmasına-gerçekleşmesine-yeniden yaradılışına-dayanıyor. Yani, dış kuvvetin iradesine-etkisine tabi olarak sürüklenmiyorsun da, bu etkiyi işleyerek, ona karşı bir reaksiyonla birlikte kendin olarak gerçekleşmiş-yeniden yaratılmış oluyorsun.
Buradaki, “kendin olarak gerçekleşerek özgürce hareket etmenin” bilişsel, ya da duygusal anlamda “bilinçle”, “bilinçli olmakla” falan alakası yoktur! Bu, canlı cansız bütün varlıkların çevreyle ilişki-etkileşme içinde yaratırken kendilerini de yarattıkları evrensel izafi varoluş halidir. Duygusal, ya da bilişsel anlamda bilinç dediğimiz şey daha sonra bunun üzerine geliyor.
Örneğin, doğada serbest olarak yaşayan bir hayvan özgürdür, özgürce hareket etmektedir; ama, hayvanat bahçesinde bir kafeste yaşayan hayvan özgür değildir! Niye? Çünkü o demir kafes onun özgür iradesini engelleyen zorlayıcı bir dış kuvveti temsil etmektedir de ondan. Doğal denge içinde hayvan, çevreden gelen etkileri sahip olduğu bilgilerle işleyerek kendine bir denge kurar ve bu denge içinde izafi bir özgürlüğe sahip olur, özgürce hareket eder. Aslında bu onun varoluş koşuludur zaten.
Bir elektronun, dışardan gelen bir fotona bağlı olarak başka bir kuantum seviyesine geçmesi hali de böyledir; bu durumda o da gene izafi objektif gerçeklik bir varlık olarak bağımlılık içinde bağımsız bir şekilde, özgürce, özgür iradesiyle hareket etmektedir!.(Bu konuda daha geniş açıklamalar için www.aktolga.de 3. Çalışma..)
“İrade”, çevreden gelen informasyonları sahip olduğun bilgilerle değerlendirip-işleyerek “kendini” yaratırken çevreye karşı reaksiyon oluşturabilme yeteneğidir. Aslında bu, bir yerde, varolabilme yeteneği-kabiliyeti anlamına geliyor. Çünkü, bu işi yaparken- yapabiliyorsan kendin olarak da gerçekleşerek varolabiliyorsun; bu şekilde, çevreyle kurulan etki-tepki dengesi içinde varlığını sürdürebiliyorsun. Bir atomdan, tek bir hücreye, çok hücreli bir organizmadan, topluma ve astronomik sistemlere kadar bütün sistemlerin “varoluş” hikayelerinin özü budur...
Bir başka tür özgürlük hali daha vardır!..
Birinci türden özgürlük, tıpkı o, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan elektronunki gibi, “farkında olmadan” sahip olduğumuz potansiyel varlığımıza ilişkin izafi varoluş halidir. Yani, kendimizden bile bağımsız olarak sahip olduğumuz özgürlüktür! Çünkü bu durumda (atalet halinde), çevreyle etkileşmede-ilişkilerde bir denge[2] sözkonusu olduğundan, çevreye karşı reaksiyon olarak ortaya çıkan bir benlikten-“kendimizden” de-self- bahsedilemez.[3](Derin uyku, ya da koma hali..)
Belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir hidrojen atomunu düşününüz. Bu durum, elektronla proton arasındaki bir denge halini ifade etmektedir. Bu durumda, elektron ve proton birbirlerini potansiyel-virtüel-kuvvetlerle (fotonlarla) eşit olarak etkilediklerinden, sonuç olarak her ikisi de biribirlerine karşı potansiyel bir bağımlılık ilişkisi içinde, birbirlerinden bağımsız bir şekilde özgürce hareket etmektedirler. Bu durumda artık, arada bir etkileşme-madde-enerji-informasyon alış verişi- olmadığı için, dışardan gelen etkiye karşı bir tepkiden-reaksiyondan (ve buna bağlı olarak anlam kazanan objektif gerçeklik anlamında bir varoluştan) da bahsedilemez. Bu haliyle elektron, onun potansiyel varlığını-gerçekliğini temsil eden bir “İhtimaldalgasından” başka birşey değildir[4]..
Burada altı çizilmesi gereken nokta, bu durumdaki bir elektronun, bizim düşündüğümüz anlamda, uzay zaman içinde objektif gerçeklik olarak varolan bir elektron olmadığıdır!. Bu haliyle o, sadece, belirli bir konfigürasyon uzayına yayılmış bulunan “potansiyel bir gerçekliktir”! Bu nedenle, artık onun “özgür iradesinden” bahsetmek de mümkün değildir.. Olmayan bir nefsin (objektif gerçekliğin) özgür iradesinden de bahsedilemez! Yani, belirli bir kuantum seviyesinde bulunan “özgür” bir elektron, özgür iradeden yoksun bir elektrondur! Ne zaman, nerede, hangi noktada olacağı bilinmeyen-belli olmayan (bunu onun kendisinin de bilmediği, bu konuda bir iradesinin oluşmadığı!), belirli bir andaki enerjisi, momentumu belirsiz olan- potansiyel bir varlığın ne kadar özgür bir iradeye sahip olduğu söylenilebilir ki; ama bu süreç içinde o tam olarak özgürdür, bağımsızdır, bundan hiç şüphe yok! (Bir metafor olarak bunu, koma, ya da derin uyku halinde bulunan bir insanın varoluş biçimine benzetebiliriz! Bu durumda da gene insanın nefsi-benliği oluşmaz..)
Öte yandan, aynı elektron, dışardan gelen amaca uygun-belirli frekansta- bir fotonun etkisini değerlendirip işleyerek başka bir kuantum seviyesine geçerken de, o an ortaya çıkan izafi objektif gerçeklik varlığıyla, kendisi olarak, kendi iradesiyle özgürce bir harekete sahip olur. Dikkat ederseniz, bu durumda onun sahip olduğu “özgür irade” ve “özgürlük”, tamamen, dışardan gelen fotonun-informasyonun değerlendirilmesi sonucunda-bu değerlendirmeye bağlı olarak ortaya çıkan izafi bir varoluş halidir. Çünkü artık ancak o an ortada, etkileşme süreci içinde yaratılan objektif gerçeklik olarak bir elektron vardır!.(Kusura bakmayın, bu paragrafı daha anlaşılır şekilde, daha başka türlü yazmayı başaramıyorum!. İşin ayrıntılarına girmek isteyenler lütfen www.aktolga.de deki 3. Çalışmaya bakabilirler)..
Bu iki durumu, özgürlük ve bağımsızlığın bu iki biçimini biribirinden ayırabilmek gerekiyor. Aslında her iki durumda da mutlak “bağımsızlık” diye birşey yoktur. Söz konusu “bağımsızlık” daima “bağımlılık” ilişkisi içindeki bir “bağımsızlıktır”.
Atalet halinin potansiyel gerçekliği içinde benlik-nefs oluşmadığı için, bu durumda aslında “bağımlılığın” ya da “bağımsızlığın” da bir anlamı kalmaz; çünkü ancak objektif gerçeklik olarak varolan bir şeyin “bağımlılığından”, ya da “bağımsızlığından” bahsedilebilir!. Hani o, “dağ nerde, yandı bitti kül oldu” hikayesi var ya, aynen onun gibi birşeydir bu! Bu nedenle, mutlak anlamda “birey” diye birşey olmadığı gibi, bu şekilde, olmayan varlıkların-bireylerin “tam bağımsızlığı”, ya da “özgürlüğü”-“özgür iradeleri”- diye birşey de yoktur!.
Objektif gerçeklik alanı içinde bir anlama sahip olan “bağımlılık ilişkisi içinde özgürce-özgür iradeyle varolmak-davranmak” kavramını biraz daha açalım:
“Belirli bir amaca yönelik olarak davranmak” diyoruz, ne demektir bu? Bilinç dışı-bilinçli ayırımını bir yana bırakarak, olayı informasyon işleme süreci açısından genel olarak ele almaya çalışalım:
Herhanbir bir sisteme (canlı cansız farketmiyor) “dışardan”-çevreden bir informasyon (i) geliyor. Bu informasyonu alan sistemin içindeki bilgiyi tasarrufu altında tutan unsur (A) aslında sisteme ait olan bu bilgiyi kullanarak hemen bir reaksiyon-modeli hazırlar ve sonra da gerçekleştirmesi için bunu sistemin motor gücüne verir ki, o da (B) bunu hayata geçirerek “davranış” adını verdiğimiz çıktıyı oluşturur. Bütün o, “bilinçli” ve “bilinç dışı” davranışların işleyiş mekanizmalarının özü-esası budur. Bir elektron da bu şekilde davranır, tek bir hücre de, bir hayvan da (Sakın “atomun içinde de bilgi mi olurmuş” demeyin! Atomun içindeki bilgiden kasıt, elektronlarla çekirdek arasındaki elektromagnetik ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgidir. Yoksa, dışardan gelen bir fotona karşı nasıl reaksiyon göstereceğini nereden bilecekti atom!.) . Çünkü, bütün varlıklar, son tahlilde, bir informasyon işleme sistemidir; çevreden gelen informasyonu kendi içlerindeki bilgiyle değerlendirip işlemek ve sonra da bir reaksiyon oluşturmak bütün varlıkların varoluş biçimidir-fonksiyonudur. Herşey, her an, kendince, bu işlemi-fonksiyonu yaparken varolmuş olur.
Şimdi, bu açıdan bakınca, yukardaki soruyu şöyle de formüle edebilirdik: Mademki herşey son tahlilde bir informasyon işleme sistemidir, o halde, çevreden gelen informasyonu işlerken varolan bir sistem (bir insan, ya da bir elektron) bu durumda-bu işi yaparken özgür iradesiyle mi hareket etmektedir?
Yukardaki mekanizmayı-işleyişi göz önünde tutarak soruya cevap arayalım: Bir sistemin çıktısı (cevabı), informasyonun sistemin içine girişiyle birlikte başlayan sürecin sonucudur. Bu nedenle, bir sistemin “karar vermesi” ve bu karar doğrultusunda bir davranış içine girmesi tamamen dışardan gelen informasyonla (i) ilgilidir. Burada “amaç” (objektif olarak), (i)’nin değerlendirilip-işlenmesi sonucunda ortaya çıkan hedefe ulaşmak oluyor. “Karar”, bu işin nasıl yapılacağına dair davranış modelinin geliştirilmesi, “davranış” da, alınan bu kararın motor sistem aracılığıyla uygulanmasıdır.
DEVAM EDECEK
" Şimdi tekrar başa dönerek soruyoruz, objektif izafi gerçeklik olarak varolma sınırları içinde “özgür irade” nedir, “özgürce davranmak” nedir? Ya da, var mıdır böyle birşey? "
[1]Pozitivizm, bilimi din haline getirerek Tanrının yerine bilimi koyan elitist ideolojinin ürünü zihinsel bir virüstür. „Batılılaşma“ adı altında başlayan kültür ihtilalinin ürünü olarak bu virüs daha sonra „hayatta en hakiki mürşid ilimdir“ sloganıyla bilime tapan batıcı yeni nesiller yetiştirme anlayışı olarak ortaya çıkar. Süreç içinde devamlı kılık değiştirerek kendini ifade eden bu virüsün her aşamada o anın sınıf mücadeleleri süreciyle de uyum halinde olduğunu görürüz. Şimdiye kadar „sağcı“, „solcu“, „liberal“ versiyonlarıyla yetinerek toplumsal hayatı etkileyen bu zihinsel virüsün, çevreye uyumun gereği olarak mutasyona uğrayıp daha „modern“-„çağa uygun“ kimlikler üretmeye çalıştığına şahit oluyoruz.
[2]Bu “denge”de tabi izafi bir dengedir! Bu konuyu daha önce ele aldığımız için burada her seferinde aynı şeyi tekrarlamıyoruz! Bu evrende yer alan bütün gerçek sistemler açık sistemlerdir. Bu nedenle, mutlak denge-atalet hali-diye birşeyden bahsedilemez. Herşey, izafi bir birlik zemininde dış dünyayla etkileşmeye bağlı olarak gerçekleşen bir mücadele halinden ibarettir.
[3]İnsan sözkonusu olunca, bu hal, derin uyku ve koma halidir. Bu durumda bir benlik-self- oluşmaz. Bu konuyu da daha önce ele aldık, www.aktolga.de 2,6.Çalışmalar..
[4]Bu konuda geniş açıklamalar için bak www.aktolga.de 3.Çalışma..
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023