Osman CAN

Osman CAN
Osman CAN
Tüm Yazıları
Amaç hak ve özgürlük olmayınca...
11.10.2014
1643

 Bilanço ortada. Onlarca ölü. Binlerce işyeri ve ev, kamu kurum ve kuruluşu, okul yakılmış ve yağmalanmış durumda.

Olaylar nasıl başladı? Bazı siyasi figür ve örgütlü yapıların sosyal medya üzerinde sokaklara dökülme ve sivil protestonun ötesinde “eylem koyma” yönünde çağrıda bulundu. Bir merkezden kontrol edilircesine yaşları 14-20 arasında binlerce genç Türkiye’nin pek çok şehrinde sokağa döküldü.

Yukarıdaki bilanço gerçekleşti.

Bu siyasi figür ve örgütlü yapıların iddiası neydi peki?

“Kürtlerin haklarını savunmak!”

Muhtemelen bir iki polis dışında öldürülenlerin tamamı Kürt. İşyerleri, ekmek tekneleri, evler çok büyük bir ihtimalle sadece Kürtlere ait.

Her büyük ve iddialı slogan, hiç kuşkunuz olmasın, büyük yalanları gölgeler.

Maksat Kobani değil herhalde. Olsaydı atılan adımların Kobani’de yaşayan masumların lehine sonuç doğurup doğurmayacağının muhakemesi yapılırdı.

Yahut eylemler, Kobani’de yaşayan insanların dramını azaltıcı etkiye sahip olurdu. Tabii başka dramlar yaratmadan...

Maksat Kobani’deki masum siviller olmayıp bir iktidar kavgası ise durum farklı elbette.

Her büyük laf, iddialı söz, büyük yalanları perdeleme gücüne sahiptir. En azından bu nedenle kullanılabilir.

Meşruiyetin kriteri bellidir. Her bir bireyin hak ve özgürlüğüne saygı göstermek, toplumsal düzen kurallarına riayet etmek, geçmişin yıkımını demokratik bir terbiye içinde çözmeye çalışmak, çözülmesi için ortaya çıkan fırsatları değerlendirmek, çözümün ortağına dönüşmek bu kriterlerden sayılır.

Amaç farklı ise, meşruiyet kriteri de elbette farklı olacaktır.

Şiddeti anlaşılabilir görmek için, uygulanan şiddetten daha büyük bir kötülük ile karşı karşıya kalınması gerekir. İnsanlık “itidal” üzerine kuruludur. Medeniyet ölçülü davranışlar üzerine kuruludur.

Bu kadar büyük bir kin ve nefreti, hıncı meşrulaştıracak hangi büyük kötülük işlendi?

Evet 1925’ten itibaren bu topraklarda katliamlar yaşandı. Suriye’deki Kürtlerin büyük bir kısmının o dönemlerde Türkiye’yi terk etmek zorunda kalanlardan oluştuğu bir vakıa. 1930’da Zilan Deresi’nde, 1938-39 arası Dersim’de katliam yaşandı. Ardından sistematik sürgünler, sindirmeler, asimilasyon ve inkâr politikaları izlendi. Bu dönemlerde bugün yaşadığımız eylemler gerçekleştirilmiş olsaydı herhalde bunun mantığını anlamak mümkün olurdu. Ölçülü bir tepki meselesi belki tartışılabilirdi. Zira ortada insanlığa karşı suçlar söz konusuydu.

Son 12 yıla bakalım peki?

1990’lı yıllarda “tanınması durumunda Kürt meselesi diye bir şey kalmayacak” denilen hakların neredeyse tamamı tanındı. Siyasal katılım yolları, anayasa elverdiği ölçüde, açıldı. Kürt dili, edebiyatı, entelektüel hayatı sadece özel yayın organlarında değil, devlet kanalında da kendine alan buldu. Devlet üniversiteleri bu dilin öğretildiği, eğitildiği, biliminin yapıldığı, tarihinin ve kültürel derinliğinin araştırıldığı ve kamuoyuyla paylaşıldığı mekânlar oldu.

Katliam ve asimilasyondan, tanınma ve paydaş kılma noktasına gelindi. Anayasal değişim ve dönüşüm ile bu aşama da tamamlanmış olacak.

Bunların tamamı herhangi bir pazarlığın konusu olmaksızın tanınması gereken haklardı. Son 12 yıl içinde tanındı.

Kobani bahanesiyle gerçekleştirilen bu eylemlerde ortaya çıkan bu nefret ve hınç, atılan bu kadar adımdan sonra görünür hale geliyorsa, bu eylemlerin “Kürtlerin hakları” ile gerekçelendirilmesi mümkün olabilir mi?

Değil...

Değilse amaç farklı ve bu amacın Kürtlerin haklarıyla, demokrasiyle ve özgürlüklerle ilgisi yok. En azından kurucu bir ilgisi yok.  Yıkıcı ilgisi ise elbette çok!

Kobani bahanesiyle üretilen bu yıkıcılığın her şeyden önce HDP çizgisinin meşruiyetini tükettiğini görmek için kör olmamak yeterlidir.

Tabii bir de gayrimeşru aktörler karşısında dik durabilmek...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar