Serdar KAYA
Lozan Anlaşması, Türkiye-Irak sınırının nereden geçeceği konusu karara bağlanmadan imzalanmıştır. Anlaşmanın üçüncü maddesi, sınırın Britanya ile Türkiye arasında yapılacak görüşmeler sonucunda dokuz ay içinde belirleneceğini, tarafların bir uzlaşmaya varamaması durumunda ise, konunun Milletler Cemiyeti konseyine intikal edeceğini söyler.
Lozan’dan böyle bir sonucun çıkmış olmasının nedeni, görüşmeler esnasında ne Türklerin ne de İngilizlerin Musul konusunda geri adım atmaya yanaşmış olmalarıdır. Hatta, İngilizler, Musul konusunda taviz vermeyeceklerini net bir şekilde ifade etmişler, işin o noktaya gelmesi durumunda Musul için savaşmaktan çekinmeyeceklerini dahi söylemişlerdir!
19 Mayıs 1924 tarihinde (yani Lozan’dan 10 ay sonra), Britanya ve Türkiye heyetleri Musul konusunu görüşmek üzere İstanbul’da biraraya gelir. Ancak görüşmeler sonrasında taraflar herhangi bir uzlaşıya varamazlar. Bu nedenle de, konu, (Lozan’da belirlendiği üzere) Milletler Cemiyeti konseyine intikal eder.
Milletler Cemiyeti’ndeki gelişmeler, (o tarihte henüz cemiyete üye dahi olmayan) Türkiye’nin lehine olmaz. Bir yıldan fazla süren müzakerelerin ve ilgili bürokratik sürecin sonucunda, 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanır. Türkiye, Musul’u vermeyi kabul etmiştir. Anlaşma, Türkiye’ye 25 yıl süreyle Musul’un petrol gelirlerinden yüzde 10 pay alma hakkı tanımış, ancak müteakip yıllarda Türkiye’nin bu miktarı tam olarak tahsil etmesi dahi mümkün olmamıştır.
Başka türlü olabilir miydi?
TBMM, Lozan’ı onayladıktan (takriben) altı ay sonra, hilafeti kaldırdı. Hilafetin kaldırılması, ülkenin doğusunu Ankara’dan (ve bir ölçüde de, ülkenin geri kalanından) uzaklaştırdı. Ortaya çıkan en büyük tepki, Şeyh Sait İsyanı oldu. On binden fazla insanın katıldığı isyanı, devlet iki ay boyunca bastıramadı. (Müteakip yıllarda da isyanlar sona ermedi. Mustafa Kemal’in ölümüne dek Kürt isyanı yaşanmayan tek bir yıl bile olmadı.)
Musul müzakereleri, böyle bir atmosferde gerçekleşti. Türkiye, Musul için İngilizlerle savaşmayı zaten göze alamazdı. Ama artık kendi sınırları içinde düzeni sağlamakta dahi zorlanan bir devlet için böyle bir savaş hepten düşünülemez hâle gelmişti. Dolayısıyla, başından beri Musul konusundaki tavrını açıkça ortaya koymuş olan Britanya “vermiyorum” dediği müddetçe, Türkiye’nin Musul’u alabilmesi pek mümkün değildi. Bu nedenle, Mustafa Kemal’i (ya da TBMM’yi) Musul’u verdiği (ya da İngilizlerden alamadığı) için suçlamak çok makul değil. Bu türden suçlamalarda bulunanlar, gerçek dışı bir anlatıyla Mustafa Kemal’i bir tür süpermen olarak sunanlarla aynı noktada buluşuyorlar.
Mustafa Kemal Musul’u alamadı, çünkü alamazdı. Dahası, İngilizler Musul dışında bazı yerleri isteselerdi, Musul’u olduğu gibi oraları da baştan işgal ederlerdi —ve sonrasında, ne Mustafa Kemal ne de başkası onları oradan çıkaramazdı.
Resmî söylem, Mustafa Kemal’in şahsı etrafında inşa ettiği lider kültünü güçlü kılabilme adına bu gibi gerçekleri halktan gizler. Zira, içinde Musul’un bulunduğu bir tabloyu “yedi düveli dize getirmek” olarak nitelendirebilmek pek mümkün değildir.
Toprak var, toprak var...
Britanya’nın zengin petrol kaynakları nedeniyle Musul’u istemesi (ve alması), Türkiye’den neden başka yerleri istemediğini (ve almadığını) da ortaya koyar. Zira, (Türkiye’deki hâkim kanının aksine) bir toprağın arzulanması için, herhangi bir toprak parçası olmanın ötesinde bazı özelliklere sahip olması gerekir.
Ne var ki, 1699 ile 1926 yılları arasında sürekli toprak kaybetmiş olmanın ezikliğini bugün dahi yaşayan Türkiye halkı, bu gerçeğe karşı bir parça körleşmiş gibidir. Bütün dünyanın gözünün Türkiye’de olduğu ya da Sevr’de Anadolu’nun paylaşıldığı gibi iddialara halkın bugün dahi inanabiliyor olmasını mümkün kılan da budur.
Böyle iddialar karşısında İngilizlerin (sözgelimi) Afyon’u alıp da ne yapacaklarını sormak, Türkiye’de pek kimsenin aklına gelmez. İngilizler Afyon’u alıp oradaki Türkleri idare mi edeceklerdir? Yoksa oradaki bütün Türkleri öldürecek (ya da sürecek) ve ardından şehre İngilizleri mi yerleştireceklerdir? Böyle tuhaf bir şey yapmak ne işlerine yarayacaktır?
Resmî söylemin gerekirse bir karış toprak için dahi ölmeyi telkin ettiği insanlar, bu denli basit soruları dahi soramaz hâle gelmişlerdir —ki insanlara bundan daha büyük bir kötülük yapmak zordur.
Bir soru
İngilizler, TBMM’nin Lozan’ı onaylamasının ardından İstanbul’u terk ettiler. Ama o tarihte aynı zamanda Musul’da da bulunuyorlardı ve Musul henüz Türkiye’den ayrılmış değildi. Bu durumda, İngilizler geldikleri gibi gitmiş oluyorlar mı?
[email protected]
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014