Alper GÖRMÜŞ
Hrant Dink yaşasaydı ve Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan’da yayımladığı 1915 mesajını idrak etseydi, büyük bir ihtimalle ona “23,5 Nisan mesajı” adını verecekti. Çünkü ona göre 23 Nisan ile 24 Nisan arasında bir “buçuk” gün vardı ve o günün Hrant Dink için çok farklı bir yeri vardı.
23 Nisan 1996’da Agos gazetesinde kaleme aldığı ’23,5 Nisan’ başlıklı makalesinde şöyle yazmıştı:
“Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum, ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle. Kaç insan bu ikilemi yaşıyordur şu yeryüzünde? Ne anlaması kolay ne de anlatması.
“Dilerim kimse de yaşamasın bu ikilemi bir daha. 23 Nisan nasıl daha bir coşkuyla yaşanır? 24 Nisan nasıl hafızalardan sildirilir? Bütün bunlar çözümsüz sorular değil aslında. 23 Nisan bütün çocukların olacaksa eğer ben derim Ermenistanlı çocukların da olsun bir biçimiyle. Çağırın onları da bu kutlamalara. Barıştırın çocukları birbirleriyle, tanıştırın. Sadece 23 Nisan da olmasın 24 Nisan'ı da katın içine. Daha da uzasın o günler, bütün nisanı katın, bütün baharı katın. Hadi siz beceremiyorsunuz diyelim, varolan kinler engel buna. Bırakın bari dünyayı çocuklara, onlar bu işi halleder, yeter ki engel olmayın siz.
“Bir başka severim 23 Nisan'ları. Hem, bizim de hanımla evlendiğimiz gündür aynı zamanda. Gerdeğe girişimiz de 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan geceye rastlar. İlk çocuğumuza can verdiğimiz andır o. Ne 23 ne de 24 Nisan. 23,5 Nisan'dır belki de o an.”
Peki Hrant Dink ’23,5 Nisan taziyesi’ni nasıl karşılardı? İkinci soru: Şaşırır mıydı? Burada, Dink’in yazdıklarından yola çıkarak bu iki sorunun cevabını vermeye çalışacağım.
Hrant Dink, sembolik başlangıç tarihi 24 Nisan 1915 olan 1915 olaylarının bir soykırım olduğu konusunda hiçbir tereddüt beslemiyordu, fakat buna rağmen yazılarında ve konuşmalarında soykırım sözcüğünü hemen hemen hiç kullanmıyordu. Hatta o kadar ki, internette bir ara çok yoğun olarak paylaşılan bir konuşmasında, Ermenilere, “Türklerin soykırımı kabul etmemelerindeki onurlu duruş” üzerinde düşünmelerini bile tavsiye etmişti:
“Hasta iki toplum var: Türkler ve Ermeniler... Ermeniler büyük bir travma yaşıyor Türklere yönelik, Türklerse Ermenilere yönelik büyük bir paranoya yaşıyor. İkisi de klinik vakalar... Kim tedavi edecek bizi? Fransız Senatosu’nun kararı mı, Amerikan Senatosu’nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru... Bunun dışında doktor, ilaç, hekim mekim yok. (...) Türklere diyorum ki, ya, Ermeniler niye bu kadar ısrar ediyor bu sorunun üzerinde, diye sorun kendinize... Biraz empati yapın, o zaman bu duruşta belki biraz onur görebilirsiniz... Ermenilere diyorum ki, Türklerin ‘Hayır, bu bir soykırım değildir’ demelerinde de bir onur görmeye çalışın. Nedir o onurlu duruş? ‘Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım Allah’ın belası bir şey, nasıl ya, benim atalarım böyle bir şey yapamaz, çünkü ben yapmam.’ Dolayısıyla burada da bir onurlu duruş vardır.”
Dink kelimelerin önemli olmadığına inanıyordu, çünkü ona göre aslolan, Osmanlı Ermenilerinin 1915’te büyük bir felakete maruz kaldıklarının inkârından vazgeçilmesiydi. Bu gerçekleşirse, 2000’den itibaren “benim artık dinim de o, kitabım da” dediği “diyalog”un önü açılacak, böylece “Ermeni sorunu”nun sorun olmaktan çıkacağı yepyeni bir süreç başlayacaktı. 10 Kasım 2000’de Agos gazetesinde kaleme aldığı “Ne istiyoruz?” başlıklı makalesinde şöyle yazmıştı:
“Sadece iki halk arasında kurulacak bir diyalog bu sorunu sorun olmaktan çıkarmaya yeter mi? Cevabım çok net: ‘Evet, yeter ve başkaca da bir çare yok zaten.’
“Hatta fazla optimist gözükse de, şunu dahi ifade etmekten çekinmem: ‘İki ülke arasında önşartsız kurulacak normal ilişkiler ve diyalog öylesine mucizevi gelişmeler sağlayabilir ki, bir gün Türk tarafı Ermenilere ‘Gelin şimdi biraz da tarihimizi konuşalım’ dediğinde, Ermenilerin ‘Sırası mı şimdi, bırakalım geçmişi, halklarımızı mutlu kılmak için başlattığımız ortak işlerimizle ilgilenelim’ demeyeceğini kim iddia edebilir?
“Bu söylemime şaşırabilirsiniz belki. Ama ne yapayım ki bu diyalog coşkusu beni böyle uçmalara bile sürükleyebiliyor. Türk ve Ermeni halkları arasındaki diyalog gereksinimi bende öylesine bir inanç haline geldi ki, neredeyse iman haline dönüştü. Benim artık dinim de o, kitabım da.”
Elbette Hrant Dink, Ermenilerin ‘Sırası mı şimdi, bırakalım geçmişi” diyebilecekleri bir vasatın ön koşulunun ne olduğunu çok iyi biliyordu: İnkârın inkârı.
Büyük toplumsal suçların mağdurlar üzerinde yol açtığı doğrudan tahribat ve onun hatıraları zaman içinde başlangıçtaki yoğunluğundan kaybeder, seyrelir... Fakat suçun fail tarafından inkârı, zaman içinde suçun kendisinden bile yaralayıcı olabilir ve bu kuşaklar boyunca taşınabilir.
İnkâr, mağdurların bütün enerjilerini faillerin ya da onu izleyen kuşakların suçu ikrar etmesi yönünde harcamasına neden olur.
’23,5 Nisan taziyesi’, mağdurlara yegâne kalıcı tedavi türü olan “affederek iyileşme” imkânı tanıma yönünde bir ilk adım olmakla, hiç şüphesiz Hrant Dink tarafından çok büyük bir coşkuyla karşılanacaktı.
Çünkü Hrant Dink çok iyi biliyordu ki, onun “dini ve imanı” haline gelmiş olan “diyalog” imkânı, böyle bir adım atılmadan asla mümkün olamazdı.
Gelelim ikinci soruya: “Hrant Dink, Başbakan’ın taziyesini duyduğunda şaşırır mıydı?”
Bence hiç şaşırmazdı.
Ya da şöyle diyeyim: İktidarda mesela Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) olsa şaşırırdı da, şimdi şaşırmazdı.
“İlericiliğin ve çoğulculuğun partisi CHP” ile “gericiliğin ve homojenliğin partisi Adalet ve Kalkınma Partisi” klişelerinin penceresinden bakıldığında bu yazdıklarım şaşırtıcı gelebilir... Fakat Hrant Dink, bu bakışın tam tersine inanıyor, Ermenilerin sorunlarının Müslüman-muhafazakâr bir iktidar altında daha kolay çözülebileceğine inanıyordu.
Dink, üzerindeki “mahalle baskısı”nı hissettiren ihtiyatlı bir dille de olsa, zaman zaman yazılarında bu düşüncesini ortaya koyuyordu.
Fakat bu yöndeki fikirlerinin ne kadar köşeli ve kesin olduğunu anlayabilmek için, onun, sözünü ettiğim mahalle baskısını dikkate alma gereği duymadığı, dolayısıyla da serâzad konuştuğu anlara bakmak gerekir. Mesela, kendisini ziyaret eden Amerikalı diplomatlara yaptığı, sonradan WikiLeaks belgelerinde açığa çıkan sözlerine bakmamız gerekir.
Amerikalı diplomatlar, Hrant Dink’le görüşmelerini şöyle not etmişlerdi:
“Türkiye’de hangi siyasi partinin ‘gerçek laikliği’ temsil ettiği sorulduğunda, Dink ‘AKP’ cevabını verdi. Bir dinî azınlık mensubu olarak, İslam eğilimli bir partinin gücünü arttırmasından korkup korkmadığı sorulduğunda ise ‘Hayır’ dedi. Kemalizm’den vazgeçmenin Şeriat düzenine yol açmayacağından neden bu kadar emin olduğu sorulunca, Dink’in cevabı, ‘Bunun bizi şeriat düzenine değil ama demokrasiye götüreceğine inanıyorum’ oldu. Buna niye inandığı sorulduğunda ise, Dink, ‘Kemalistler demokratik değil. Ben Ermeni olduğumu söylediğim için Kemalist bir devlet tarafından yargılandım. İslamî bir yönetimle böyle bir tecrübem hiç olmadı’ dedi.”
Sonuç olarak güvenle öne sürebilirim ki, Hrant Dink taziyeyi büyük bir mutlulukla karşılar, kıymetini teslim ederdi... Öte yandan ona ya hiç şaşırmaz ya da hepimizden az şaşırırdı.
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/hrant-dink-235-nisan-taziyesine-hic-sasirmazdi
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025