Esat KORKMAZ

İnsan, düşünce barındıran bir hayvandır
22.01.2014
2149

 Biz bize yabancıyız;

 içimizde biri var, 

kafamızda biri dolaşıyor

 ama o biz değiliz.

İnsan, düşünce barındıran bir hayvandır: Demek ki düşünce bizim hiçliğimizdir, yani bâtınımızdır ve biz, hiçliğimizden, yani bâtınımızdan “filiz” verip çıkarız. 
Hiçliği anlama-algılama zorluğu, onun “karanlık”(bâtın) olmasından kaynaklanır. Zihnimiz, hiçliğimizin “eylemli” halidir; karanlıktan aydınlığa(bâtından-zâhire) bir “dökülmedir”. Bu nedenle zihinsel yaşamımız, belirli bir alanı kapsar ve “geri kalandan” yani hiçliğimizden-karanlığımızdan kendini “dışlayacak” biçimde kurgular. 
Bu nedenle biz, kimi düşünceleri(içgüdü-sezgi)“düşünemeyiz”. Bilinçli zihin, beyin etkinliklerinin “odağında” değildir, kenarda-köşede, beyinsel etkinliklerin fısıltılarını duyabileceği bir konuma yerleştirir kendini. (*) Duyularımıza “kör” bir karanlık olarak algılanan bâtın yanımızın yapıtaşı durumundaki varlıklar “ne denli” önemliyse, bu varlıklardan kaynaklanan ve algılama sistemimize “kör” olan algılar da “o denli” önemlidir. 
Kimi sorunlar, bilincimizden “saklansa” da bilinçaltımızdan “kaçamaz”. Bizim düşünemediğimiz, göremediğimiz, duyamadığımız ve hissedemediğimiz beyinsel etkinlik dünyamızda, “doğru anahtarlar doğru kilitlere yerleştirilir”. Görmeyi öğrenmek, kör olup da gözleri açılanlar içindir; duymayı öğrenmek, sağır olup da kulakları açılanlar içindir. Ama hiçliğimizin yapıtaşı olan içgüdünün görmesi-duyması “öğrenilmez”; öğrenilmesi “zorunlu” da değildir; bize haber vermeden genlerimize “taşınırlar”. Evrimsel zorunluluğun bir sonucu olarak yapılanır-biçimlenir ve davranışlarımızı “düzenler”, bize “rehberlik” ederler. Genlerimize “kazındığı” için, yaşamımız boyunca onları “öğrenmek” durumunda değilizdir. 
Aslında biz, içgüdü zenginliğimizle hayvandan ayrıldık: Çoğunluk, “hayvanlar içgüdüyle insanlar mantıkla yaşar” yanılgınsın içine hapsederiz kendimizi. Özünde ise bunun “tersi” doğrudur; insanlar hayvanlara göre daha fazla içgüdüye sahip oldukları için daha “zekidirler”: İnsan hayvana göre, “daha fazla içgüdüye sahip bir hayvandır”.
İçgüdülerimize “kör” olmamız, doğamızın bize bir “armağanı” mı, yoksa “intikamı” mı? Armağanı; çünkü eğer biz içgüdülerimizi görebilseydik-duyabilseydik-hissedebilseydik, onun “hakkından gelir”, hatasız yanımızı “hatalı” duruma dönüştürür, hem “insan olma” hem de “hayvan olma” şansımızı “iptal” ederdik. Demek ki içgüdülerimiz, bize “teslim” edilemeyecek denli yaşamsaldır. 
Beynimiz-düşüncemiz “karanlık”(bâtın), zihnimiz-davranışımız(zâhir) “aydınlık” olduğu için, hiçliği anlama-algılama “zorluğu” ortaya çıkıyor. Aristoteles’in Pythagoras için söylediği özdeyiş, duruma çarpıcı bir örnektir: “Akıl yürüten bir tür hayvan vardır ki Tanrı’dır o; bir başkası da insandır; Pythagoras ise üçüncü türe örnektir.”(**)
Geçip gitmeyelim ve bu “üçüncü tür” üzerinde biraz duralım ve Pythagoras’ın “fark yaratan” özgünlüğü nedir?, onu anlamaya çalışalım. Sanki Aristoteles’in, “Pythagoras üçüncü türe örnektir”, derken anımsattığı özgünlüğü, Spinoza bize ayrıntılı biçimde anlatır. 
“Üçüncü tür”e örnek insan tipini kavrayabilmek için anlama yeteneğimizi “tedavi” etmekle işe başlayalım. Tedavi etmek “iyileştirmek” anlamına geldiğine göre, zihnimizin dış dünya ile ilk buluşma noktası olan “algılama sistemimizi” gözden geçirelim. 
Spinoza’ya göre tüm algılarımız “dört tipe” indirgenebilir: 1) Kulaktan dolma bir deneyim sonucu biliriz; doğduğumuz günü bilmemiz gibi. 2) Belirsiz bir deneyim sonucu biliriz; bize benzeyenlerin öldüğünü gördüğümüz için, öleceğimizi bilmemiz gibi. 3) Varlıkların nedenlerine ilişkin düşünsel deneyimle biliriz; sonuçlardan nedenleri çıkarmamız gibi. 4. Varlıkların özlerini içselleştirerek biliriz; zâhirden bâtına taşınmamız gibi.
Önce, çabamız “bilgili olmak” için mi?, yoksa “yaşama bilgece bakmak” için mi?, sorularından hangisinin yanında olduğumuzu belirtmek durumundayız. Spinoza diyor ki eğer sadece “gerçeği” aramak ise amacımız; 3. Tip bilgilenme yolu bize yeter. Ama yaşama bilgece bakmak gibi bir amacın peşindeysek 4. Tür bilgilenme yolunu “tercih etmek” zorundayız: çünkü bizi “kökten değişime uğratacak ve bizi bilge kılacak” bu tip bilgilenmedir. Çünkü “akılcı algılamanın” ötesinde, karşılaştığımız her şeyin ve her olayın altında “Evren’in tümünü belirleyen bir işleyiş” vardır. Bu 4. Tür bilgidir ve elde edilmesi “çok zordur”; sözünü ettiğimiz bilgi türü, “sezgisel bilgidir”. Anlatmak da anlamak da gerçekten zordur; zorluğun nedeni, alışılagelmiş akıl yürütme biçimlerinden kendimizi bir türlü “özgürleştiremememizdir”. 
Spinoza’nın izini sürdüğümüzde, sezgisel anlamanın, bilimsel anlama ile bir “benzerliğinin bulunmadığını” görürüz. Ötesinde inançla elde edilen kanaatle de bir “benzerliği yoktur”. Kendine özgü bir bilgilenme türüdür: Bir şey sezgiyle anlaşıldığında “bilindiği bilinir.” Bilindiği bilinen bilgi, her şeyin özü olan, her şeyin varlığa nasıl geleceğini belirleyen güç durumunda bulunan Tanrı’dır. “Bilindiği bilinen bilgi” edinildiğinde, her şeyin içinde şaşmaz-değişmez bir gücün işleyişinin “farkındalığının ayırdına” varılır.(***) 
İşte Aristoteles’in akıl yürüten iki hayvan vardır, biri Tanrı, diğeri insan, Pythagoras ise üçüncü türe örnektir, derken; 4. Tür bilgiyle donanmış, sezgisel bilgiyle varlığın içindeki “şaşmaz yasaları” algılamış bir insandan, yani Pythagoras’tan söz ediyor.


(*) Eagleman, David; Incognito/ Beynin Gizli Hayatı-Çev.: Zeynep Arık Tozar-; Domingo; VII. Baskı; İstanbul- 2013; s, 8-9 ve 13
(**) Bayladı, Derman; Pythagoras/Bir Gizem Peygamberi; Say Yayınları; İstanbul- 2008; s, 41
(***) Fransez, Moris; Spinoza’nın Tao’su/Akıllı İnançtan İnançlı Akla; Yol Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.; İstanbul- 2004; s, 113-116

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar