Mehmet TIRAŞ

DOSTLUK ÖLÜMLE BİTSİN İHANET İLE DEĞİL
9.02.2017
2052

 

Yazıya radikal bir başlık attığımın farkındayım.

Bu yazı biraz demek bile az  benim açımdan duygusallığın ağır basan  bir yazı olduğu gibi  yazılması da zor bir yazı oldu.

Nasıl olmasın ki tam 39 yıl 2  ay süren içinde hakaret, iftira, istismar, ihanet ve yaftalamanın yer almadığı bir ilişkinin ölümle sonuçlanan dostluğun vedalaşma yazısı bu.

Kimden bahsettiğimi yazının sonunda son cümlemle tanıyacaksınız biraz sabır istiyorum.

Yıl 1978  aylardan Temmuz, çalıştığım fabrikanın veznesinde maaş  kuyruğundayız benim arkamda gür bıyıklı, sert bakışlı hafif kilolu birisi var,  dönüp baktığımda gülümseyerek sertliğini bertataf edip  merhaba dedi bana..

Merhaba dedikten sora ismini söyledi dostum bana..

Herhalde sende yeni iş başı yapanlardansın  benim gibi dedi..

-Evet bir ay oldu dedim.

Kendisi elimi sert bir şekilde sıktı ve görüşelim ben fabrikanın kaynak atölyesinde çalışıyorum Beklerim Mehmet arkadaş deyip ayrıldı.

Bir öğle yemeğinde yemek kuyruğunda baktım bana el sallıyor karşı sıradan, ben de ona karşılık verip yemeğimi alıp masaya oturdum oda yemeğini alıp hemen karşıma geldi afiyet olsun dedikten sonra  oturabilir miyim dedi, ben de tabi ne demek dediğimi hatırlıyorum.

 Bilinen klişe sözlerle sohbete girdik, karşılıklı nerelisin hemşerimden başlayarak kendisi Malatyalı olduğunu ama Elazığ Maden de büyüdüğünü, son on beş yıldır İstanbul ve Bursa da değişik fabrikalarda çalıştığını ve ailesinin Bursa da oturduğunu evli olduğunu 6 aylık bir kızım var adı da İlke Evren dedi.

Ben de Kırşehirliyim beş aylık evliyim ve ilk defa bir fabrikaya başladım buraya gelmeden önce çiftçilikle uğraşıyordum traktörümüz vardı onu  kullanırdım dedim.

“Gülerek demek ağa  çocuğusun dedi.”

Evini getirdin mi? Ben de yok İzmit’ te bir otelde dört arkadaş kalıyoruz dedim.

O zaman bugün gidelim otelden eşyalarını getirelim biz üç arkadaş iki odalı  fabrikanın bir karavanın da kalıyoruz,  benim kaldım oda da boş bir  somya var, beraber aynı oda da kalırız dedi ve sohbetimiz ilerledi.

İş çıkışı dostumla  beraber İzmit te Sakarya oteli vardı ahşap  mimarisi olan çok eski bir oteldi, otelden beraber eşyalarımızı aldık   ve fabrikanın servisine binip fabrikadaki  karavanaya eşyaları bırakıp çıktık.

Fabrikanın lokalinde  hele güneşin batışını körfezden seyretmenin manzarası eşliğinde  oturduk ve ilk rakılarımız yudumlarken; o çok rahat hareket ederken ben  tedirgindim fakat dostum da benim tedirginliğimin farkındaydı. 

Dostumu fabrikada tanımayan yok gibiydi çok yeni bir işçi olmasına rağmen, fabrikanın bütün Ünitelerini dolaşırdı  militan bir görünümü vardı ve tutarlı biri olduğu her halinden belli oluyordu.

Ben bu dostumla arkadaş olmamdan sonra otel de birlikte kaldığım arkadaşlar, bana bu çok tehlikeli bir diyorlar hem komünist  hem de Kürt dediler. Ben de arkadaşlara benim aklıma yatmayan bir olumsuzluğuna rastlamadım diyerek onlardan uzaklaştım.

Dostum benden on yaş büyüktü 68 kuşağındandı ve bu kuşağın unutulmaz öğrenci liderlerinden Ömer Ayna ile uzun süre İstanbul da bir evi paylaşmışlar; Ömer Ayna ile  tanışması da dostumun Hukukta okuyan bir yakınının  üniversiten arkadaşıymış Ömer Ayna.

Artık bizim ilişkimiz  dostluğa dönüştü ve   fabrikada sınıf ve kitle sendikacılığı üzerine yürüdü; kendisi sınıfının bilincinde olan, sınıfsal kültürünü sadece kitaplardan değil de alanlarda, meydanlarda, fabrikalarda  veren, üretimden gelen gücün örgütsel bir potansiyele dönüşmesinin önünde bir engelin  duramayacağını sık sık vurgulayan, militan bir işçi sınıfın neferiydi dostum.

Fabrikadaki farklı görüşte olan sol görüşlü işçilerle  yaptığı tartışmalar da; işçi sınıfının  sendikasının olması yetmez, bu sınıfın bir de partisi şart, yoksa bu mücadelenin bir ayağı eksik kalır ve ideallerimizi tamamlayamayız diye  tartışılmaları farklı bir boyut kazandırmaya çalışırdı.

Teröre her zaman karşı olduğunu söylerdi sağ-sol terörünün zirve yaptığı süreçte sık söylerdi bunları.

Tanışıklığımız, sağ-sol terörünün zirve yaptığı ve  işçi sınıfın özel sektörde DİSK’e bağlı Maden-iş sendikasının MESS  iş yerlerindeki sürdürdüğü  grevler, mitingler ve yürüyüşlerin öne çıktığı, işçi sınıfın gündemini belirlediği bir süreçti. İş yerimizde, evlerimizde, sendikalarda yaptığımız  ardı arkası kesilmeyen süresiz, gece geç saatlere kadar devam eden  yaptığımız tartışmalar ve kitap okumaları ile geçerdi.

Geceleri çıktığımız duvar yazılarını nasıl unuturuz ‘işçi sınıfı yaşıyor savaşıyor, yolumuz işçi sınıfın yoludur’ imza İGD.. Bu sloganlar bizim mitinglerde, yürüyüşlerde ve  kortejlere attırdığımız ortak sloganlardı, Alanlarda bu sloganlarla toplanırdık .

Hele iki güm önceden  söndürülerek özene bezene içine tuz ve sıvı yağ atarak hazırladığımız  kireçle yazdığımız  yazılar, bir yerde bizi hayata  tutunduran, kitleleri coşturan, miting ve yürüyüşlerde bu slogan yazıları  aynı zamanda  bizim ortak türkülerimizdi,   bu türkülerin heyecanı ve korkusunu birlikte az yaşamadık dostumla.

12 Eylül faşist darbesinden sonra dostumun  fabrikadan iki polisin koluna girerek götürülüşüne  tanık oldum uzaktan, hüzünle bakmaktan başka bir şey gelmedi elimden   ama sıranın  bana  geleceği de  aklımdan hiç çıkmadı.

Dostum tehlikenin farkındaydı bir kaç gün önce bana şunları söylemişti uyarı babında: polis Marmara bölgesinde partiye bir operasyon başlattı  beni her an alabilirler, yalnız rahat ol seni ele vermem, korkma, beni içeri aldıktan sonra sadece aileme haber ver, kimseye bir şey söyleme, partiden seni mutlaka ararlar. Şunu hatırlatayım  hiç siyasi  tartışmalara girme, hatta  hiçbir ortamda bulunma,  bu bir geçiş süreci susmak korkmak değil, bunu aklından çıkarma, kendini  iyi kolla geceleri kahveye gitme, gece geç saatlerinde zorunlu olmadıkça sokakta bulunma sözlerini hatırladım sivil polisler dostumu götürürken.

12 Eylül de sonra dostum tarihsel TKP davasından bir ay tutuklu kaldı ve tahliye oldu, TKP davasından  yargılandı ve berat etti.

Dostumu kaybettikten sonra anılarıma daldım,  buluşmalarımızda nostalji turu yapmadan geçmezdik onlardan kısa bir hatırlatma  yapayım.

Bana bir gece çıktığımız duvar yazısında ne kadar özeniyorsun neredeyse arasına  virgül atacaksın acele et, polise yakalanırız sözünü hiç unutmam.

 Bu yaşadığımız olayı buluştuğumuz bir  ortamda  açmış ve çok gülmüştük, her buluşmamızda da göbeğini oynatarak gülerek  hatırlatırdı.

Senin alt yapın çok güçlü, çünkü  sen duvarlardan başladın yazarlığa diye de az takılmazdı bana dostum.

Böyle başlayan ilişkimiz  15 yılı İzmit petrol ofisinde işçilikle devam ederken  bu sürenin içinde 7 yılı İzmit Akçakoca mahallesi Kapanca sokakta,  komşulukla sürdü  dostluğumuz.  

1993 yılında Antalya’ ya tayin yaptırmaya karar verdi ve bana  gel beraber gidelim ısrarına rağmen ben kabul etmedim.

Nedenini sorduğunda, kendisine ben kitap yazıyorum ve İstanbul’dan kopamayacağımı ama bu seninle olan ilişkimiz gölgelemez dediğimde, beklemiyormuş olmalı ki hüzünlü bir bakışla  boynunu yana eğerek, sen  bilirsin işaretini yaptı. Gitmesi banim açımdan da çok zor olmuştu, kendimi çok yalnız kalmış hissetmiştim.

Bir yıl sonra ailece dostumu hem ziyarete hem de tatil yapmak için Antalya’ya gittik ;bizi eşi ve iki kızı ile  otogarda karşıladılar  muhteşem bir buluşmaydı cümbür cemaat kucaklaştık, çocuklarımızda birbirine sarıldılar büyük bir sevinç gözyaşları vardı çocuklarda. Eve geçtik  kurulan çilingir sofrası ile gecenin geç saatine kadar sohbetimiz sürdü, yazarken o görüntü ve hasret gideren konuşmalarımız gözümde canlandı, tekrar yaşar gibi  oldum ve gözlerim buğulandı.

Haklı olarak kırk yıl süren bu dostlukta  hiç mi bir sorun yaşamadınız diye sorduğunuz duyar gibiyim.

Elbette yaşadık hem de aramızda sert tartışmalarda geçmiştir ama hasara dönüşmesi şöyle dursun, söküğü yırtığa çevirmeden dikerdik, tabi  genellikle dostum öncülük eder ilk adımı o atardı.

Peki bu nasıl olurdu?

Yaşadığımız tatsızlıkları ve sorunlarımızı sıcağı sıcağına olmasa da biraz soğumaya alır en fazla iki gün sonra  dostum açar, gel biraz konuşalım derdi bana. Direk konuya girerdi biz aramızda geçen anlaşmazlıkları hiç halının altına süpürmedik  ve her daim gerçekle yüzleştik, öz eleştiri verdik ve  birbirimize  karşı kendimizi haklı çıkartma yolunu hiç seçmedik. En iyi becerdiğimiz herhalde geriye dönüp baktığımda  iki kişinin birbirine karşı yürütme de zorluk çektiği, biz birbirimize karşı açıktık ve gizlemezdik kendimizi, bir de rol yapmadık, olduğundan fazla da göstermedik, birbirimizi rencide eden kapanmaz yara açacak bir söz dahi kullanmadığımızı hatırlamıyorum.

Dostum konuya şöyle girerdi; geçen aramızda tatsız  bir şey yaşadık ya ben anlatamadım ya sen yanlış anladın veya benim üslubum  senin kabul etmeyeceğin bir sertlikle ifade ettim diyerek, ortamı yumuşatır söküğü yırtığa çevirmeden dikmeye öncülük ederdi. Söküğü dikmezseniz yırtığa dönüşür, yırtıkta yama  ile kapanır ama  yama da her taraftan belli olur diye ben de onu destekler bir örnek verdiğim de, harika   bir örnek diyerek onaylamıştı.

Biz yaşadığımız gerginliği tatlıya bağlar,  arkasından mutlaka bir çilingir sofrası kurardık, o rakıyı çok severdi ben ise ben tam tersiydim ve daha önemlisi aramızda geçen tatsızlıkları ise ailelerimize hiç yansıtmazdık..

 Yedi yıllık komşuluk yaptığımız süreçte haftanın en az iki  günü ailece bir arada yemek yerdik ve bu görüşmelerde özel yemekler yapılırdı, herkes yöresini yemeğini ikram ederdi.. Dostumun karısı Necmiye çok güzel içli köfte ve köfte çeşitleri yapar ve Malatya mutfağına özgü fasulye yaprağı sarması olmak üzere  bize unutulmaz lezzetler tattırırdı. Benim eşim de dostumun çok sevdiği  özellikle ya  gözleme veya  kayseri mantısı yapardı; bunu cenazede Antalya Uncali mezarlığında dostumun yeğeni Ece de söyledi; Mehmet abi ne kadar güzel unutulmaz günlerimiz geçti; çok varlıklı değildik ama ne kadar iyi bir dostluk ve samimiyet vardı, hele o özel yapılan gözlemeler, mantılar, yemekler şen şakrak yemekler kadar o güzle kahkahalı sohbetleri özledim vallahi inan diye ah çekti, şimdi bunlar yok olmaya yüz tuttu dedi.

Ben dostumun birinci  derece değil ikinci derecedeki yakınlarını da tanırdım, o da benim yakınlarımı tanımıştı.. İzmit’ten  kalkıp Kırşehir’ in Çiçekdağ ilçesinin Beşikli köyüne kardeşimin düğününe gelmişti eşi ile bizi onura etmişlerdi ve iki sefer benim  köyüme gezmeye gitmiştik.

Dostluğumuz sadece siyasi değil di böylesi güzel   gelenekleri yaşayan, beşeri ilişkileri sürdüren ve paylaşan bir dostluktu bizimki.. Farklı görüşlerimiz birer zenginliğimizdi, ideolojimizin esiri  olarak insana bakmadık.

İlk kitabımı yayınlandığımda  Antalya’dan beni aradı ve  seninle gurur duyuyorum dedi telefonda, beni yanıltmadın bir şeyler yazacağını ortak verdiğimiz  sınıf mücadelesinde ve siyasi yaşamımızda görüyordum diye sohbetini sürdürürken meşhur tanımını tekrarladı: senin alt yapın güçlü sen duvarlara yazarak başladın yazarlığa dedi.

İşte bizim böyle bir kırk yıllık dostluğumuz vardı ve 6 Eylül 2017 tarihinde saat 09.20 de bende kayıtlı dostumun numarası  yanıp sönmeye başlayınca ölüm telefonu olduğunu hissettim, alo dememle İlke Mehmet amca babamı kaybettik dedi..

Dostumun ölümünü bekliyordum bir haftadır  yoğun bakımda yatıyordu ve dahası kötü olan bilinci kapalıydı, kızı  İlke bana Mehmet amca babamın durumu kritik demişti hayata tutunması mucizeye bağlıydı.

Dostumun ablası emekli öğretmen benimde abla diye ettiğim   Gülseren abla, tabutu işaret ederek Mehmet görmek isterimsin  dedi, yok Abla görmek istemiyorum dedim onu son gördüğüm şekilde hatırlayım dediğimde, Gülseren abla da sağolsun  beni anlayışla karşıladı. 

6 Eylül de ölüm haberini Aldığım ve 7 Eylül de tabutunu omuzladığım son kez Antalya da vedalaştığım dostlukla biten ölümün adıdır MAHİR YEĞİN.

Mahir’i toprağa verip eşi, çocukları ve yakınlarıyla vedalaştıktan sonra; Ankara’dan cenazeye katılan fabrikada birlikte  çalıştığımız uzun süredir de görüşemediğim Mahir’le de  ortak dostumuz olan   Ünver Uyar’a haydi çıkalım dedim ve Antalya da küçük bir yerde iki duble bir şey atıp sohbet ederek ortak dostumuz Mahirden ve  yıllara dayanan unutulmaz dostluklarımızı bağlayan,  anılarımızdan  ve olaylardan  bahsettik.

Sohbette benim spontane şu sözler  döküldü dudaklarımdan, bu sözleri sosyal medya hesabımdan da paylaştım: Dostluklar ölümle bitsin yeter ki  içinde ihanet ve istismar olmasın, dedim.

 Vedalaştığımız ortak dostumuz Mahir’e diyerek   son kadehimizi kaldırdık ve seyahat saatlerimiz uyuşmadığı ben İzmit’e Ünver Ankara’ya gitmek üzere ayrıldık.

Kırk yıllık biten dostluğun güzel tarafı ölümle sonuçlanmasıydı.

Güle güle sevgili dostum seni unutmayacağım ortak anılarımızla yaşayacağım çok güzel günlerimiz, aylarımız ve  yıllarımız geçti.

Güvenmediğiniz veya güven vermediğiniz bir ilişkinizden dostlukta çıkmaz yoldaşlık ta  bunu aklınızdan çıkartmayın.

İnsan ilişkisinin sigortası güvendir.

Güvenin alt yapısını oluşturan demode olmayan dürüstlüktür.

Gerisi teferruat.

Ölümle biten dostluklar acıdır ama  çok güzel bir duygudur, ben bunu iki yıl önce  kaybettiğimArif Agas ile şimdi de Mahir Yeğin ‘le yaşadım.

 Etrafınıza bir bakın ölümle dostluğunu bitiren kaç kişi vardır?

Ölümle biten dostluklar unutulmaz tutkulu aşklar gibidir.

Ölümle  sonlandırılan dostluklar  sorgulanmaz ve lekesizdir.

Ölümle kaybedilen dostluklar meyvesini yediğimiz  ağaç dikenleri hatırlatır bana.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (3)
  • Kadir Kılıç

    Kadir Kılıç

    20.12.2023 01:36

    Çok duygulu bir yazı. Hem çok beğendim hem de imrendim. Sağlık olsun

  • Kadir KILIÇ

    Kadir KILIÇ

    20.12.2023 01:33

    Müthiş bir dostluk hikayesi, beğendim ve de imrenerek okudum. Nice dostluklara....

  • Kadir Kılıç

    Kadir Kılıç

    20.12.2023 01:18

    Çok duygulu bir yazı. Hem çok beğendim hem de imrendim. Sağlık olsun

Yazarlar