Münir AKTOLGA
İÇİNDEKİLER
BİR İNFORMASYON İŞLEME SİSTEMİ OLARAK TEK BİR HÜCRE.. 6
HÜCRE ZARI-HÜCRENİN GİRİŞ KAPISI7
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ VE DNA’lardaki BİLGİ7
HÜCRENİN İNFORMASYON İŞLEME MEKANİZMASI10
İNFORMASYON NASIL ALINIYOR.. 10
HÜCRE İÇİ SİNYAL MOLEKÜLLERİ12
PEKİ, RP’LER DNA-KONTROL BÖLGELERİNİ NASIL TANIYORLAR.. 15
GENLERDE BİR DEĞİŞİKLİĞİN MEYDANA GELMESİ NE ANLAMA GELİYOR..16
HÜCRE HAFIZASI NEDİR NASIL OLUŞUYOR.. 19
NEDEN RP SİSTEMİ- BİR HÜCRE NEDEN ÖĞRENMEK ZORUNDA KALIYOR..20
BİR HÜCRE NASIL ÖĞRENİYOR.. 22
BU BİLGİLER SONRA NE OLUR.. 23
BİR HÜCRENİN VARLIĞININ TEMSİLİ24
EVRİM SÜRECİ ÖĞRENME İLİŞKİSİ27
SAHİ, EVRİMDEN NE ANLIYORSUNUZ, EVRİM HİÇBİR YÖNÜ OLMAYAN KÖR BİR SÜREÇ MİDİR?. 32
MEKANİK MATERYALİZM VE DOĞA’NIN DİYALEKTİĞİ34
ÖNSÖZ:
Yazının başlığına bakarak, bu yazıyla, şu sıralar Türkiye’de devam etmekte olan “Darwinci Evrim Teorisi tartışmalarına” katılmak istediğim sonucu falan çıkarılmasın! Çünkü, bu tartışmalarda tartışılan asıl konunun Darwin’in Evrim Teorisi olmadığıapaçıkortada! Herşeyin en iyisini, en doğrusunu bilen “Beyaztürk-solcu-ulusalcı-güçler”le, son zamanlardaki çıkışlarıyla onlardan hiçte geri kalmadıklarını ispat eden “Siyahtürk-devrimciler”, bu sefer de Darwin bahanesiyle hayalet taşlamaya devam ediyorlar o kadar! Bu türden tartışmalar ise beni hiç ilgilendirmiyor!
Aslında, Darwinciliğin mi, yoksa “yaradılışçılığın mı” doğru olduğu tartışması da ilgilendirmiyor beni! Çünkü ben bu tartışmaları bile artık çağdışı buluyorum! Ama, böyle söylüyorum diye sakın kimse benim Darwinci Teoriye karşı olduğumu düşünmesin! Eğer bu yazıyı Darwin’in yaşadığı dönemde yazıyor olsaydım, elbette ki Darwin’in yanında yer alırdım ben de, bu açık. Çünkü, yaşadığı dönemin koşulları içinde büyük bir devrimci-bilimadamı Darwin. Fizikte Newton ne ise, Biyolojide de Darwin o idi. Ama, Evrim süreciyle ilgili tartışmaların, Darwinden 150 yıl sonra, bugün halâ, “Darwin mi yoksa yaradılışçılık mı” düzeyinde sürdürülmesini de utanç verici buluyorum doğrusu!.. 21. yy da, bu konuda tartışılması gereken çok daha önemli konuların bulunduğunu düşünüyorum. Yani ben diyorum ki, Darwin’e evet, ama artık bir adım daha ileri gidelim ve onu diyalektik olarak aşmaya çalışalım!
Bu çalışmanın “girişi” biraz değişik olacak! Önce, kısaca, Darwin ne diyordu, Darwinci Evrim Teorisinin özü-esasınedir onu ele alarak başlamak istiyorum. Sonra da, Moleküler Biyoloji’deki gelişmelerin ışığında, bu konuda ben ne diyorum onu ifade etmeye çalışacağım. Girişte ortaya konulan bütün bu açıklamalarıdaha sonra yazıboyunca tekrar ele alacağız tabi. Amacım, önce büyük tabloyu okuyucunun önüne koymak. Öyle ki, o-yani okuyucu- daha sonraki açıklamalarla ortaya çıkacak olan parçalarıanında önündeki bu tablo içinde yerine oturtabilsin...
Çalışmanın bu site için biraz uzun olduğunun farkındayım. Bu nedenle isteyen, bir fikir edinmek için sadece Önsöz ve Giriş bölümlerini okuyup bırakabilir!.. Ne yapalım, “Urfa’da Oxfort vardı da ben mi gitmedim” deyişinde olduğu gibi, Türkiye’de bu konuları tartışabileceğimiz bir bilimler akademisi var da ben mi oralarla ilişkiye geçmiyorum!.. O bir yana, kendine “bilimsel dergi” diyenler bile, ya “solcuların”, ya da öteki çok bilmişlerin elinde! Sağolsun, bizim de Nevzat’ımız var deyip ben de çalışmayı Marmara Y.H gönderiyorum!..
GİRİŞ
Darwinci Evrim Teorisi çok basit aslında! Ne diyordu Darwin: Bütün organizmalar için yaşamıdevam ettirme mücadelesi, son tahlilde, bir “çevreye uyum” mücadelesidir. Buradaki “çevre” dışdünyadır. Aşağıdaki şekilde, “Kçevre” de bu “dışdünyanın” organizma üzerine etkilerini temsil ediyor (K dan kasıt kuvvettir. Çünkü, çevreden gelen etkiler, son tahlilde, organizmayıetkileyen çeşitli kuvvetler olarak da ele alınabilirler). Şekildeki Korganizma da tabi organizmanın çevreden gelen bu etkilere karşıverdiği tepki oluyor.
Burada, Darwin’in “organizmanın varoluşşartı”olarak ifade ettiği “çevreye uyumu”, matematiksel olarak Kçevre=Korganizma şeklinde ifade edebiliriz. Yani Darwin demek istiyor ki, bir organizma, Kç=Ko denge-uyum şartı devam ettiği sürece varlığını sürdürebilir. Bu denge bozulduğu an (ki bu, çevre koşullarının değişmesine bağlıdır ) işler değişir. Bu durumda, organizmanın da değişen bu yeni çevre koşullarına uyum için mücadele edebilmesi gerekir. Peki nasıl olacak bu?
Organizma-Çevre sistemini bir informasyon işleme sistemi olarak ele alacak olursak[1], çevreden gelen etkilere (Kç) nasıl cevap veriyor organizma: Çevreden gelen etkiler son tahlilde bir informasyon taşıyıcısı da olduklarından, organizma, input-girdi-olarak aldığı bu informasyonları o ana kadar sahip olduğu bilgilerle değerlendirerek bunlara karşı bir output-tepki-reaksiyon-cevap oluşturur (Ko). O halde, bütün mesele, organizmanın bu çıktıyı-reaksiyonu-cevabı- oluşturup oluşturamayacağında yatıyor. Organizma bunu başarabildiği sürece sorun yok yani. Sorun, organizma gerekli cevabı oluşturamadığı an başlıyor. Ki bu da son tahlilde, organizmanın o ana kadar sahip olduğu bilgilerle-bilgi temeliyle- ilgili bir durumdur. Çünkü cevap, gelen etkiler-informasyonlar- sahip olunan bu bilgilerle-bilgi temeliyle- değerlendirilerek oluşturuluyor.
Peki, nedir bir “organizmanın sahip olduğu bilgi temeli”? Bilginin-organizmanın bilgi temelinin- iki kaynağı vardır. Birincisi, onun DNA larıyla kayıt altında olan bilgidir. İkincisi ise, organizmanın yaşam süresi boyunca sahip olduğu deneyimlerden ürettiği bilgiler. Ancak, bu ikinci türden bilgilerin, yani bir organizmanın yaşam süresi boyunca elde ettiği deneyimlerle ürettiği bilgilerin, Darwinci Evrim Teorisi açısından hiçbir önemi yoktur. Bunlar, hayvan-ya da bitki öldüğü zaman onunla birlikte yok olur giderler. Darwinci teori açısından asıl önemli olan DNA larda kayıtlı olan bilgilerdir. Bir hayvan-ya da bitkinin DNA larında kayıt altında olan bilgilerdir ki, onun çevre koşullarına uyum sağlayabilmesi için üretmesi gereken reaksiyonların başlıca kaynağı da onlardır. Yani, DNA larında ne kadar bilgi varsa o kadar yaşamı devam ettirme şansın oluyor Darwine göre.
DNA lardaki bilgiler ise ancak tesadüfen değişiyorlar. Çünkü hayvanların-ya da bitkilerin-kendi bilgi temellerini-DNA larını- değiştirecek ayrıca bir mekanizmaları yoktur. Organizma, herhangi bir şekilde gerçekleşen DNA değişikliğiyle yeni bir bilgi temeline sahip olduğu zaman, ortaya çıkan yeni bilgi-bilgiler- eğer ona çevreye uyumda-yaşamı devam ettirme mücadelesinde- avantajlar sağlıyorsa, o, bunları daha sonraki nesillere de aktarır. Böylece, bilgi temeli daha zengin olanlar yaşamı devam ettirme mücadelesinde üstünlük kazanarak nesillerini devam ettirirlerken, DNA larında bu türden bir değişime sahip olmayanlar da savaşı kaybederler, yok olurlar (“Doğal seçme”). Darwinci Evrim Teorisinin özü esası budur.
Tabi bütün bunlara bir de, “DNA larda meydana gelebilecek değişikliklerin” zaman içinde meydana gelen küçük değişiklikler olduğunu da ilave etmek gerekir. Yani Darwin, hiçbir zaman bir anda DNA larda meydana gelebilecek bir değişiklikle bir farenin uçabileceğini iddia etmemiştir!..
Darwinci Evrim anlayışı açısından bir diğer önemli nokta da, evrim sürecinin hiçbir mantığı-nın-amacının-ulaşmak istediği bir hedefin- bulunmamasıdır. Her ne kadar bu süreç-evrim süreci- en basit belirli bir atadan itibaren (hücre içinde çekirdek zarının bulunmadığı prokaryodlardan itibaren) daha gelişmiş olan eukaryodlara (hücre içinde DNA lar belirli bir çekirdek zarının içinde bulunur), oradan da çok hücreli organizmalara- bitkilere, hayvanlara ve insana- kadar gelişen bir süreçse de, bunun-bu evrimin- kendi içinde hiçbir amacı-ve anlamı yoktur. Belirli bir anda en “ileri-gelişmiş” olarak kabul edilen bir tür, hiç hesapta olmayan doğal bir katastrofla bir anda tamamen yok olabilirken, süreç, o ana kadar daha gerilerde olan bir tür tarafından aynı kurallara tabi olarak devam ettirilebilir. Nitekim, bu güne kadar varolan türlerin %99,9’u tamamen yok olup gitmişlerdir[2]. Darwinci Evrim Teorisinin mantığı budur.
Daha önce de söylediğimiz gibi, bütün bunları ilerde tekrar ele alıp tartışacağız; ama şimdi ben, tam bu noktada, damdan düşer gibi bir soruyla konuyu biraz daha genişletmek istiyorum! Soru şu:
DNA larda tesadüfen meydana gelen bir değişiklik nasıl hayata geçirilecektir?
Evet tamam, canlıların kendi DNA larını değiştirmek için sahip oldukları bir mekanizmaları yoktur. Bu değişim (DNA lardaki değişim) tamamen tesadüflere bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bunların hepsi tamam! Ben sadece, DNA larda meydana gelen bir değişikliğin nasıl hayata geçirileceğini soruyorum.Çünkü, biz biliyoruz ki, DNA lar kendi kendilerini aktif hale getiremezler. DNA larda kayıtlı olan bilgileri kullanarak bunlara göre proteinleri üretebilmek için, önce onların-yani DNA ların- aktif hale getirilerek bu bilgilerin onlardan çıkarılması gerekir. Onlar-DNA lar- organizmaya ilişkin bütün bilgilerin kayıt altında olduğu bir kitaba benzerler. Bu kitaptan gerekli bilgilerin çıkarılabilmesi için daima onu okumasını bilen birine ihtiyaç vardır. Hangi bilginin kitabın neresinde bulunduğunu daha önceden bilen bir unsur-agent-olmadan bu işi başarmak mümkün değildir. Bu nedenle, az önceki soruyu şöyle anlamak gerekiyor: Tamam, diyelim ki bir mutasyon oldu ve DNA ların belirli bir kısmında (nükleotidlerde) bir değişiklik meydana geldi. Hücrenin içinde kim, nereden bilecektir bunu da, gidip orayı bularak ona yapışacak ve sonra da burada bulunan genleri aktif hale getirerek, buradan çıkarılan bilgilere göre, doğal seçimde organizmaya üstünlük sağlayacak davranışların temeli olan proteinlerin üretilmesini sağlayacaktır?
Normal şartlarda bu işi, yani genleri aktif hale getirme işini “regülatör proteinler” (“Regulatory proteinen”-RP) yapıyor. Ama bunlar da protein son tahlilde, yani onlar da gene aktif hale gelen bir gen faaliyetinin ürünü. Alın size Nobellik bir problem! Bir mutasyonla-ya da buna benzer herhangi bir şekilde- değişikliğe uğrayan bir geni kim, hangi regülatör protein aktif hale getiriyor? Daha önceden ortada, meydana gelen bu yeni geni tanıyarak onu aktif hale getirebilecek bir regulatör protein olmalı ki değişim işe yarasın. Yoksa, değişikliğe uğrayan o gen orda aktif hale gelemeden öylece kalır ve bir işe yaramaz.
Evet, anneden ve babadan gelen DNA ların birleşmesi sonucunda meydana gelen yeni DNA yı (çocuğa ait olan) o ilk anda aktif hale getiren, anne ve babanın üreme hücreleri birleşirken (fusion) onların sitoplazmalarında-ya da DNA larında gerekli yerlere yapışılı halde- bulunan regulatör proteinlerdir. Burada bir sorun yok. Çünkü anne ve babadan gelen DNA ların birleşmesiyle-nükleotidlerin değişmesi anlamında- bir DNA değişimi olmuyor, bir yeniden birleşimdir bu (recombination). DNA değişiminden bahsettiğimiz an bundan nükleotidlerde-yani genetik kodda-bir değişikliği anlamak gerekir. Ki bu durumda da, gene daha önceden, zigotun (döllenmiş yumurtanın) içinde, meydana gelen bu yeni geni aktif hale getirebilecek bir regulatör proteinin bulunması gerekir.
İşte bütün mesele burada yatıyor! Ben diyorum ki, hücrenin içinde, daha önceden, DNA larda meydana gelen herhangi bir değişikliği tanıyarak-farkedebilecek ve sonrada gidip ona (meydana gelen bu yeni gene) yapışarak onu aktif hale getirebilecek bir regulatör protein yoksa eğer, hangi biçimde gerçekleşmiş olursa olsun, ortaya çıkan yeni bir gen aktif hale gelemez. Peki, genlerde meydana gelen herhangi bir değişiklikten önce üretilerek hücre içinde-hücre hafızasında- muhafaza edilen ve gerekirse bir sonraki nesle de aktarılabilen bu regulatör proteinin-proteinlerin-kaynağı nedir?
Bir hücre, çevreyle olan etkileşmeleri içinde ortaya çıkan hayati öneme sahip bilgileri, bu bilgileri temsil eden regulatör proteinler aracılığıyla kendi içinde regulatör protein sistemi denilen “hücre hafızasında” muhafaza eder.
Yaşamın devamı için çok önemli bir bilgi-ve onu temsil eden bir regulatör protein- üretildiği zaman, aynı objeyle ilerde tekrar karşılaşılabileceği de dikkate alınarak, DNA-Kontrol bölgelerinden bu işleme uygun yedek bir regulatör protein (RP) de birlikte üretilir. Ve bu RP’ler, birçok elementten oluşan hiyerarşik bir sistem halinde örgütlenerek, hücre içinde saklanırlar. “Hücrenin hafızasını” oluştururlar. Alıcılarla (receptors) sürekli potansiyel bir ilişki içinde olan, yani, ancak bilinen bir nesne ortaya çıkınca aktif hale gelen, normal koşullarda ise ortalıkta hiç görülmeyen (latent) bu RP’ler, bu şekilde süreci her an kontrol altında tutmuş olurlar[3].
Bütün bu söylediklerimizin, bu tablonun, bazılarının hiç hoşuna gitmeyeceğini biliyorum! Çünkü, anne ve babadan çocuğa sadece DNA‘ların değil, aynı zamanda, onların yaşam süreçleri boyunca üretilerek regulatör protein sistemlerine katılan bazıproteinlerin de geçebileceğini söylemenin “Evrim Teorisi” açısından, çok önemli sonuçları olacaktır.Yaşamsal öneme sahip bazıbilgilerin-tecrübelerin de kalıtımsal olarak nesilden nesile aktarılabileceğini kabul etmek Darwinci Evrim Teorisinin mantığına uymaz. Buna göre, evrimin esasını sadece tesadüfi olarak gerçekleşen mutasyonlar (DNA yapısındaki değişiklikler) oluşturur. Yani, herşeyin başı, son tahlilde, tek yönlü bir informasyon akışıile, bir dış etken sonucunda DNA yapısında meydana gelebilecek değişikliklerdir. Organizmanın iç dinamikleri falan söz konusu değildir “evrim”de. Sen ne yaparsan yap, genetik yapın neyse o sun! Günün birinde eğer bir dış etken bu yapıyı tesadüfen değiştirirse sen de değişirsin. Yoksa yerinde sayarsın!
Altınıçizerek söylüyorum, burada her tecrübenin, her bilginin RP sistemi aracılığıyla kalıtımsal olarak daha sonraki nesillere aktarılacağını söylemiyoruz elbetteki! Örneğin, “tryptophan reseptörü (tryptophan bir amino asittir) tryptophan’ın hücre içinde yeteri kadar bulunması halinde, durumu bu işten sorumlu RP’e bildirerek onun tryptophan üretimini sağlayan geni pasif hale getirmesine yol açar, böylece bu molekülün üretimi durdurulur. Hücre içindeki tryptophan seviyesi azaldığı zaman da, bu işten sorumlu sinyal molekülünün uyarmasıyla RP genleri harekete geçirerek onun tekrar üretilmesini sağlar. Bu, ve bu türden yüzlerce mekanizmanın devamı için daha sonraki nesillerin bir hafızaya ihtiyacıolmadığından bu olay kalıcı değildir” (a.g.e) Yani, hücre içindeki homäodinamik dengenin kendi kendini üretmesi-korumasımekanizması hücrenin doğal varoluşunun bir sonucudur, bunun devamı için onun ayrıca bir hafızaya sahip olmasına-öğrenmesine- gerek yoktur. Bu mekanizma otomatik olarak işler.
Ama örneğin, bir antibiyotiğe karşıbağışıklık kazanmak bir bakteri için hayati özeme haiz bir olaydır ve hayatta kalma sürecinin devamıaçısından kazanılan bu bilginin daha sonraki nesillere de aktarılabilmesi gerekir. Örneğin, eğer bir antibiyotiği doğru kullanmazsanız, “artık iyileştim” diye yarıda keserseniz, hayatta kalan bakterilerin bu antibiyotiğe karşı bağışıklık kazanacağı ve bir dahaki seferde artık aynı antibiyotiği kullanmanın bir anlam ifade etmeyeceği bilinen bir gerçektir. “Antibiyotiğin etkisiyle bakterinin genetik değişime uğrayacağını ve direncin de bu yeni DNA yapısından kaynaklanacağını” söylemek ise, her zaman geçerli olmaz. Tıpkı, bağışıklık sisteminde, antigenlere (bakteriler, virüsler vs.) karşı antibodyleri (bağışıklık sistemi hücreleri) oluşturma becerisi gösteren RP’lerin yaptıkları gibi, antibiyotiğin baskın etkisinden canını kurtaran bakteriler de, aynı yöntemleri kullanarak, birçok geni biraraya getirip, gerekli bilgileri toplayarak, özel savunma proteinlerini üretirler.[4] Ve ilerde gerektiği zaman bunları anında tekrar üretmeye yarayacak RP’leri de hücre hafızasında saklarlar. Eğer bir bakteri generasyonunun yaşam süresi boyunca kazandığı tecrübe, elde ettiği bilgi, onun için yaşamsalsa, hücre bölünmesi yoluyla bakteri kendini üretirken bu bilgi de daha sonraki nesillere aktarılacaktır.
Toparlarsak, ben diyorum ki, evrim sürecinin işleyebilmesi için, sadece, tesadüfen meydana gelen DNA değişiklikleri (dışdinamik) yeterli değildir. Bunun yanısıra, organizmanın yaşam süresi boyunca sahip olduğu hayati öneme sahip deneyimleri de (içdinamik) önemlidir. Ve organizma-bir hücreden bahsediyoruz- bu türden deneyimleri esnasında (mevcut bilgi sistemini sonuna kadar kullanarak) ürettiği bilgileri, bunları temsil eden RP ler vasıtasıyla hücre hafızasında saklar. İşte, hücre hafızasında bulunan bu RP lerdir ki, daha sonra meydana gelebilecek yeni bir geni tanıyarak onu aktif hale getirebilecek olan da bunlardır.
Bu iş nasıl mı oluyor, bir hücre, iç ve dış dinamiklerin etkisi altında kendi kendisini üreterek nasıl mı basitten daha gelişmişe doğru evriliyor, mevcut bilgi sistemi-DNA lar-içinde üretilen RP ler nasıl olupta ortaya çıkan yeni bir geni tanıyabiliyorlar, gelin bütün bunları-bu süreci hep birlikte izlemeye-ele almaya çalışalım. Göreceksiniz o zaman Darwin’in Evrim Teorisi üzerine konuşmak daha bir anlamlı olacak!..
BİR İNFORMASYON İŞLEME SİSTEMİ OLARAK TEK BİR HÜCRE
Kapalı küçük bir kutu gibidir hücre! Etrafında, “hücre zarı” adı verilen ve “dış dünyayla” hücre arasındaki sınırları belirleyen iki katlı lipid-protein karışımı bir duvar vardır. Bu duvarın içinde ise “sitoplâzma” denilen sıvı bir ortam bulunuyor. Bunun içinde de “organelle”ler adı verilen hücrenin alt sistemleri yer alıyor. Ve de merkezde hücre çekirdeği bulunuyor tabi: Etrafı kendine özgü bir zarla çevrili, içinde de, kalıtımsal olarak hücreye geçen bilgilerin (DNA) bulunduğu hücrenin merkezi bilgi deposu.
Bir hücrenin yapısı içinde yer alan bütün bu alt sistemlerin-organların dışardan gelen madde-enerjinin-informasyonun işlenmesi sürecinde bir fonksiyonu var. Ama bu çalışmada bizim amacımız tek tek bunları, bu organların ne işler yaptıklarını, bir bütün olarak dışardan gelen ham maddenin içerde nasıl işlendiğini incelemek değil. Örneğin, hücrenin enerji sorununun nasıl çözümlendiği, bu sorunu halleden organın-Mitokondrilerin ne olduğu, bunların nasıl çalıştıkları vs bu çalışmanın içine girmiyor. Bütün bu konularda daha geniş bilgiler elde etmek isteyenler için harika bir kitap var: “Molecular Biology of The Cell”. İsteyen, ayrıntılar için bu kitaba başvurabilir. Bu çalışmada bizi ilgilendiren, dışardan gelen bir malzemenin işlenmesi sürecinin ilk aşaması; yani, gelen informasyonun nasıl işlendiği. Çünkü, dışardan gelen ham maddenin (madde-enerjinin) işlenebilmesi için, önce bu madde-enerjiyle birlikte alınan informasyonun değerlendirilmesi-işlenmesi gerekiyor. Her madde-enerji yoğunluğu (örneğin dışardan gelen bir molekül), aynı zamanda, belirli bir informasyonu taşıyan bir mesaj da olduğundan, onun işlenebilmesi, bir ürün haline getirilebilmesi için, önce onun dilinin çözülmesi, informasyon değerinin anlaşılması gerekiyor. Bir hücrenin madde-enerjiyi-informasyonu işleme sürecinin ilk aşaması budur. Bu nedenle biz de işe burdan başlıyoruz. Dışardan bir molekülün gelip hücrenin kapısına dayandığını düşünüyoruz, bundan sonra ne olacak, konumuz budur.
HÜCRE ZARI-HÜCRENİN GİRİŞ KAPISI
“Hücre zarı, lipid ve protein moleküllerinden oluşan iki katlı, ince, dinamik bir yapıdır” demiştik. Dinamiktir, çünkü bu yapının içinde yer alan moleküllerin çoğu, yapı içinde belirli bir yere bağlı olmadan belirli ölçülerde hareket edebilirler . İki katlı lipid tabaka, suda eriyen moleküllerin hiç elemeye tabi olmadan hemen içeri girmesini engeller, kimlerin içeri alınacağı konusunda bir tür filtre rolü oynarken, protein molekülleri de buna benzer diğer birçok görevleri yerine getirirler. Örneğin, hücreye giriş çıkışlarda belirli konularda uzmanlaşmış duyu organları rolünü oynayan alıcı-receptor molekülleri, bu alıcılar tarafından içeriye girmesine izin verilen herhangi bir molekülün hücre içinde gerekli yerlere taşınmasını sağlayan transport molekülleri, dışardan gelen bir informasyonun hücre içinde “düzenleyici proteinlere” (regulatory proteinen) ve DNA’lara iletilmesini sağlayan sinyal molekülleri, bütün bunların hepsi, ya hücre zarının bir parçası olarak faaliyet gösteren, ya da onunla yakın ilişki içinde çalışan proteinlerdir.
Hücre zarını, iyi korunan bir kentin etrafındaki surlara benzetirsek, alıcı moleküllerini de, kapılardaki görevli kapıcılara benzetmek gerekir. Bunun dışında, hücre zarında, tıpkı surlarda nöbet tutan ve dışardan gelenleri gözetleyen nöbetçiler gibi sinyal molekülleri de yer alırlar. Bunlar, önemli bir durum olduğu zaman, bunu diğer hareketli sinyal molekülleri aracılığıyla içerdeki gerekli mercilere haber vermekle görevlidirler.
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ VE DNA’lardaki BİLGİ
Hücrenin bilgi deposu olan DNA şeridini barındıran hücre çekirdeği, sitoplâzma içinde, etrafı özel bir zarla kaplı bir kutu gibidir demiştik. Çekirdek zarını aşarak bu kutudan içeri girebilmek için mutlaka hücrenin informasyon işleme sürecinde belirli bir göreve sahip olmak gerekir. Bu nedenle ancak, gelen informasyonları DNA ya taşıyan sinyal molekülleri, RP’ler (regulatory proteinen), protein üretimi için DNA dan çıkarılan informasyonu Ribozomlara götüren mRNA lar (mesaj taşıyan RNA lar) ve belirli transport molekülleri geçiş yapabilirler bu kapıdan.[5] Ama bu çalışmanın sınırları içinde bizi esas ilgilendiren bunlar değil. Şu an bizim için önemli olan, çekirdeğin içindeki bilgi deposu, yani DNA’dır.
DNA nın nasıl olupta hücrenin bilgi deposu-bilgi temeli- olarak varolduğunu-hücreye ait bilgiyi nasıl kayıt altında tuttuğunu anlamanın en iyi yolu onun yapısını öğrenmekten geçer:
DNA, kendi içinde birçok modüler alt birimden oluşan (monomer-nükleotid) çift sarmallı büyük bir moleküldür. Bu sarmalı oluşturan her monomer-nükleotid iki kısımdan oluşur: Ucuna fosfat iliştirilmiş bir şeker (a sugar –deoxyribose-with a phosphate group attached to it) ve bunun üzerinde adenine (A), guanine (G), cytosine (C), ya da thymine (T) den birinin oluşturduğu kısım. Her şeker bir fosfat grubu tarafından bir diğerine bağlanıyor ve böylece büyük bir molekül-polymer-ortaya çıkıyor. Tabi bu molekül spiral şeklinde bir sarmal halinde kromozomların üzerinde bulunuyor..
Peki bilgi neresinde bunun, yani bu molekül-DNA-nasıl olupta hücrenin bilgi deposu oluyor? Çok basit! DNA molekülü hücreye ait bütün bilgilerin kayıt altında olduğu bir kitapsa eğer, bu kitap A,T,C,G gibi dört harften oluşan bir dille yazılmıştır! Nasıl ki bir kompüterde informasyon 0 ve 1 lerle kodlanarak kayıt altına alınıyorsa, DNA kitabında da bu dört harfle GC,AT,TG,AT,GA,AG...şeklinde, her seferinde iki harfin biribirine bağlanmasıyla oluşan bir zincirle kodlanarak kayıt altında tutuluyor. Her iki sarmalda bulunan nükleotidlerin karşılıklı olarak biribirlerine hidrojen bağlarıyla bağlanmasıyla meydana gelen şifreler-kodlar DNA dilinin kelimelerini oluşturuyorlar. Kitap da bu kelimelerden oluşuyor zaten! Kelimeler (“codon”) daima üç nükleotid-tripletten oluşuyorlar ve her seferinde bir aminoaside ait informasyonu kodluyorlar. Daha sonra bu amino asitlerden de porteinler oluşuyorlar. Toplam 20 çeşit amino asit var. Bunların değişik biçimlerde biraraya gelmesiyle de proteinler oluşuyor. Öte yandan, 20 amino asite karşılık DNA da bulunan dört harfle (4x4x4=64) altmışdört codon elde edilebildiği için, duruma göre bir aminoasit bazan birden fazla codonla da temsil edilebiliyor.
Belirli bir proteinin üretilmesi için gerekli olan amino asitleri kodlayan nükleotid-codon gruplarına bir gen adı verildiği için, DNA, çeşitli proteinlere ilişkin genlerden oluşan-cümleler diyelim bunlara- bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Kitabın bütününe de genom diyoruz biz.
Peki bütün bunlar ne anlama geliyor, DNA nın organizmaya ait bilgi deposu olması-bu anlamda organizmanın kitabı olması- onun bir binaya ilişkin olarak mimarın çizdiği inşaa planı (organizmanın inşaa planı-bodyplan) gibi birşey olduğunu mu gösteriyor? Bu soruya cevap verebilmek için DNA nın yapısını biraz daha yakından incelememiz gerekiyor.
Yukardaki şekilde de görüldüğü gibi bir gen üç kısımdan oluşuyor. Belirli bir proteine ilişkin informasyonların kodlandığı “informasyonun kodlandığı bölge” (ki buna “exon” deniyor), hiçbir informasyonun bulunmadığı bölge (“intron”) ve de en önemlisi “DNA kontrol bölgesi”.
Şimdi, bir adım daha atarak, yukardaki harf-kelime ve kitap benzetmemizi biraz daha elle tutulur hale getirmeye çalışalım. Organizmanın yapı taşları olan proteinleri bir legonun parçalarına benzetirsek, genlerde, organizmanın inşası için bu parçaların nasıl üstüste (ya da, yan yana tabi) konacağının yazılı olduğu kısımlara da DNA kontrol bölgeleri-gen kontrol bölgeleri- denilir. Legoyu biliyorsunuz. Aynı parçaları değişik biçimlerde biraraya getirerek onunla bir uçakta yapabilirsiniz, bir ev de, bir insan da! Bütün mesele parçaların hangi kurallara göre biraraya getirileceğine dair talimatların (instruction-Anweisungen) bulunduğu o kullanım klavuzundadır. İşte, bir hücre ve o hücrenin kitabı olarak DNA söz konusu olduğu zaman da, DNA üzerinde sıralanmış vaziyette olan genlerde organizmanın inşaasına ilişkin talimatların yazılı olduğu kısımlara DNA-gen- kontrol bölgeleri deniyor[6]. Dikkat ediniz, buradan hemen DNA kontrol bölgelerinde organizmaya ilişkin hazır bir imar planının bulunduğu sonucu çıkmıyor!Orada olan şey, binanın-organizmanın nasıl yapılacağına-gerçekleşeceğine dair talimatlardır. Amaca ulaşabilmek için gerekli yöntemler-stratejiler (algorithms) ve bunların uygulanabilmesi için gerekli olan eylemler-aksiyonlar (operators), kısacası, “problemin çözümüne” yönelik şeyler kayıtlıdır orada. Bir mimarın çizdiği inşaat planıyla gen-kontrol bölgelerinde bulunan talimatlar arasındaki farkı şöyle ifade etmeye çalışalım: Mimarın çizdiği planda, en sonda ortaya çıkacak olan binaya ilişkin bütün ayrıntılar en baştan itibaren yer aldığı halde, organizma (gen-kontrol bölgelerindeki talimatlar uygulanırken) aynı zamanda yol boyunca çevre koşullarına göre öğrenerek de oluşur. Nitekim, bir bina ancak en son operasyondan sonra meydana gelen bir tam ürün olurken, organizma, yol boyunca her aşamada kendi kendini-öğrenerek üreten bir tam sistem olarak vardır; yani, bir binanın inşaat planının en baştan itibaren hazır olmasına karşılık, organızmanın en son aşamada ortaya çıkan yapısı, en baştaki talimatlarla başlayan süreçte yol boyunca öğrenilerek-üretilen bilgilerle oluşur[7].
HÜCRENİN İNFORMASYON İŞLEME MEKANİZMASI
Hücre içinde dışardan gelen bir informasyonun işlenmesi üç aşamada yerine getirilir. Birinci aşama, informasyonun hücre zarından içeriye alınması aşamasıdır. İkinci aşamada, hücre zarında bulunan alıcılar (receptor) tarafından alınan informasyon, çeşitli aracı sinyal molekülleri vasıtasıyla regülatör proteinlere (RP) iletilir. Regülatör proteinler de, taşıdıkları bu informasyonla giderler DNA’ların kontrol bölgelerinde gerekli yerlere yapışırlar, buralardan informasyonun işlenmesi için gerekli olan bilgileri “çıkarırlar”. Sonra, bu bilgiler, mRNA’lar (mesaj taşıyan RNA’lar) tarafından ribozomlara iletilir. Birer protein üretme fabrikası olan bu ribozomlarda da, mRNA’ların getirdikleri bilgilere-üretim planlarına- göre gerekli proteinler üretilir. Bu şekilde üretilen proteinler, dışardan gelen madde-enerjiyi işlemek için özel olarak imal edilmiş, kendine özgü mesleki bilgilere sahip uzman işçiler oldukları için, bunların faaliyetleri sonucunda da hammadde işlenir, ürün ortaya çıkar[8].
Bütün bunları, Sistem Teorisinin[9] diliyle şöyle de ifade edebilirdik: Dışardan gelen informasyona göre harekete geçen RP’ler, bu informasyonla temsil edilen dışetkiye karşıoluşturulacak reaksiyon modelini üretmek için DNA’ları harekete geçirirler. DNA’lardan üretilen reaksiyon modelini yüklenen “mesaj taşıyıcı mRNA’lar (messenger) da bu mesajı, yani bu reaksiyon modelini ribosom’lara götürürler. Orada, gelen bu “mesajı çözümleyen “transfer tRNA”ların yardımıyla, nesnenin etkisine karşı hücrenin oluşturacağıreaksiyonu hayata geçirecek olan motor sistem unsurları-proteinler üretilir. Bunlar da giderler, dışardan gelen o nesneyle etkileşerek onun hücre için gerekli bir ürün haline getirilmesini sağlarlar.
Şimdi, bu süreci biraz daha yakından ele almaya-adım adım izlemeye- çalışalım: Önce, informasyon nasıl alınıyordu onu görelim:
İNFORMASYON NASIL ALINIYOR
Bir hücrenin informasyon işleme mekanizmasının ilk aşamasının dışardan gelen informas-yonların içeriye alınmasıolduğunu söylemiştik. Örneğin, çok hücreli bir organizmada yer alan tipik bir hücrenin çevresi farklısinyaller taşıyan yüzlerce sinyal molekülleriyle kuşatılmıştır. Bunlar, tek tek olduğu gibi, kendi aralarında oluşturacakları birlikler aracılığıyla da, çeşitli biçimlerde hücre üzerine etkide bulunabilirler. Her hücrenin bu etkilere karşı kendi karakterince belirlenen (gen açılım özellikleriyle) belirli bir cevap verebilme potansiyeli-yeteneği vardır. Farklı gen açılım özelliklerine sahip olan hücreler çevreden gelen benzer etkilere (mesajlara) karşı farklı biçimlerde cevaplar oluştururlar.
Çevreden-dışdünyadan gelen moleküller ve bunların taşıdığımesajlar hücre zarında bulunan alıcılar (receptors) tarafından karşılanırlar. Bu alıcılara hücrenin “duyu organları” demiştik. Bunlar, biyolojik olarak belirli biçimlerde, özel olarak yapılmışprotein molekülleridir. Üzerlerinde kanca şeklinde girinti ve çıkıntılar bulunur. Bir alıcı proteinmolekülünün yapısıtanıma yeteneğine sahip olduğu molekülün-ya da molekül gruplarının yapısıyla uyum halinde olup, bu şekilde, belirli bir bilgiyi temsil eder. Bu nedenle, dışardan gelen bir molekülün alıcılar tarafından tanınması demek, alıcı bir molekülün (receptor) bünyesindeki girinti ve çıkıntıların gelen molekülün girinti ve çıkıntılarıyla uyum halinde olması demektir
Suda eriyebilen bütün sinyal molekülleri (bu arada nörotransmitterler de), hedef hücrenin zarında bulunan alıcı moleküllere yapışarak etkide bulunurlar. Hücre zarında bulunan bu alıcı moleküllerin en önemli fonksiyonu, bunların gelen sinyali hücre içi bir sinyal haline dönüştürmeleridir (signal transducer). Yani alıcı molekülleri (receptoren), sadece, hücre dışından gelen bir sinyali (ligand binding event) tanıyarak onun hücreye alınmasını sağlamakla kalmazlar, onlar aynı zamanda, gelen mesajı tercüme ederek, onun hücre davranışı üzerinde etkide bulunacak hücre içi bir sinyal haline dönüştürümesini de sağlarlar.
Hücre zarında bulunan bu alıcı moleküllerin çoğu, kullandıkları mesajı dönüştürme yön-temlerine göre tanımlanan üç grupta toplanırlar: Bunlardan birincisi İyon-Kanal alıcılarıdır (“Ion-Channel-Linked receptors”). Bu tür haberleşme daha çok nöronlar arasında olur ve az sayıdaki nörotransmitterler aracılığıyla gerçekleşir. Bunlar, bağlandıkları iyon kanalı alıcı proteinini açıp kapayarak iyon akışını düzenlerler. Post sinaptik hücrenin etkilenme durumunu bu yöntemle belirlerler. İkinci tip alıcılara G-protein alıcılar (“G-protein-linked receptors”), üçüncülere de “Enzim bağlantılı alıcı”lar deniyor. Burada konunun daha fazla ayrıntısına girmiyoruz. İsteyen daha fazla bilgi için kaynak kitaplara başvurabilir[10].
HÜCRE İÇİ SİNYAL MOLEKÜLLERİ
Hücre zarında bulunan alıcılar tarafından alınan sinyaller (informasyonlar) hücre diline dönüştürülerek hücre içinde bulunan sinyal moleküllerine (“second messengers”) aktarılırlar. Bunlar da yüklendikleri mesajları hücre içinde gerekli yerlere iletirler. Hücre içi bu sinyal molekülleri şunlardır[11]:
“1-İletici proteinler (Relay proteins): Bunlar, aldıkları mesajları fazla birşey yapmadan zincirin diğer halkasında bulunan diğer sinyal moleküllerine iletmekle görevlidirler.
2-Mesaj taşıyan proteinler (Messenger proteins): Bu proteinler hücrenin bir yerinden aldıkları mesajları başka bir yerine taşırlar.
3-Adaptör proteinleri: Bunlar, kendileri bir mesaj iletmeksizin, bir sinyal molekülünü diğerine bağlamakla görevlidirler.
4-Amplifikatör proteinler: Bunlar, genellikle enzimler ve iyon kanal molekülleri olup, gelen mesajları, içeriklerini değiştirmeksizin kuvvetlendirmekle görevlidirler.
5-Dönüştürücü proteinler (transducer proteins): Bunlar, gelen mesajları hücrenin diline dönüştürmekle görevlidirler.
6-Ayırıcı proteinler (Bifurcation proteins): Bu proteinlerin görevi, sinyali bir kanaldan (pathway) başka bir kanala iletmektir.
7-İntegratör proteinleri: Birkaç sinyal kanalından aldıkları sinyalleri integre ederler.
8-Gizli (latent) bir şekilde bulunan gen regülatör proteinleri. Bunlar, hücre zarının hemen içinde alıcılarla ilişki içinde bulunurlar, alıcılar, ya da diğer sinyal molekülleri tarafından aktif hale getirildikleri zaman, genlere gidip orada gerekli yerlere yapışarak gen açılım faaliyetini yönetirler.
Yukardaki şekilde bir hücrede informasyon işleme mekanizmasının iki yolu görülmektedir: Birinci yol, informasyonun çeşitli sinyal molekülleri aracılığıyla, hücre içi birçok kanallardan-yollardan geçilerek DNA lara iletilmesi sürecini kapsıyor. Hücreye, daha önceden tanınmayan yeni bir informasyon geldiği zaman kullanılan bu yola biz uzun yol diyoruz. İkinci yol ise, gelen informasyonun daha önceden tanındığı, hücre hafızasında temsil edildiği durumlarda kullanılan hızlı yoldur. Bu durumda informasyon, latent olarak “hücre hafızasında” bulunan ve kendisini tanıyan-temsil eden bir RP aracılığıyla, hücre içi “uzun yollardan” geçilmeden, direkt olarak DNA ya taşınır.
Peki, nasıl oluyor da, hücre zarında veya hücre içinde, dışardan gelen informasyonları temsil eden, onların dilini anlayabilen bir alıcılar ve sinyal taşıyıcıları ağı oluşabiliyor; dış dünyanın hücre içinde temsilini sağlayan böyle bir ağın oluşum mekanizması nedir? Cevabı çok basit gibi görünen bu soru çok önemlidir. Şöyle ki: Proteinlerin nasıl üretildiğini az önce gördük. Dışardan gelen informasyonların işlenebilmesi için, önce, RP’ler DNA’larda gerekli bölgelere yapışarak genleri aktif hale getiriyorlar, genlerden bu işe uygun bilgileri çıkarıyorlar, sonra da, bu bilgilere göre ribozomlarda proteinler üretiliyordu. Bu nedenle, dışardan gelen molekülleri tanıma , dolayısıyla da içerde onları temsil etme görevini yürüten alıcılara ilişkin bilgilerin kaynağı da, son tahlilde, gene hücre içinde bulunan bilgilerdir. Ve bunlar da gene aynı yöntemle üretilirler, RP ler bu işte de gene başrolü oynarlar. Çünkü, hem dışardan gelen malzemenin işlenilmesi için, hem de kendi kendilerinin üretilmesi için genetik mekanizmayı harekete geçirebilecek yegane unsur bunlardır. Bu nedenle, regülatör proteinleri sadece alıcı molekülleri grubu içinde ele almak bunların fonksiyonlarını açıklamak için yeterli olmaz.
REGÜLATÖR PROTEİNLER
Regülatör proteinler, hücre kapısındaki alıcı proteinlerle” (receptor) birlikte çalışan, onlarla sürekli temas halinde bulunan, ama asıl görevleri, alınan informasyonların işlenebilmesi için genetik mekanizmayı çalıştırarak buradan gerekli bilgileri çıkarmak olan proteinlerdir. Zaten bu nedenledir ki bunlara regülatör proteinler (RP) deniyor. Her türlü gen açılım faaliyetini kontrol eden, genlerin aktif hale getirilmesi kadar, genetik faaliyetin hızlandırılıp-yavaşlatılmasını da düzenleyen bunlardır. Ancak, bu RP’leri de gene genetik mekanizma üretiyor[12]!
Bunlar, hücre hafızasında hiyerarşik bir şekilde örgütlü halde bulunduklarından, bazı durumlarda (özellikle, çok hücreli bir organizmanın oluşumu sürecinde, hücre farklılaşması durumunda) tek bir RP in aktif hale gelmesi zincirleme olarak birçok RP in daha aktif hale gelmesine neden olabilir[13].
Hücreye gelen yeni bir informasyon, informasyon işleme mekanizmasının uzun yolu kullanılarak işlenirken, aktif hale gelen genlerden bu arada bir tane RP daha üretilerek bu, “hücrenin hafızasını” oluşturan mevcut “RP sisteminin” içine konuyor. Dışardan gelen bir informasyonun içerde temsili mekanizmasında çok önemli bir rol oynayan hücre hafızası (“cell memory”) böyle oluşuyor.
RP lerin maharetleri o kadar çok ki saymayla bitmez! Örneğin, herbiri başka bir geni aktif hale getirebilen birçok RP belirli bir proteini-ya da protein grubunu-üretebilmek için faaliyetlerini biraraya getirerek kollektif-combinatorial-bir etkide de bulunabiliyorlar. Bağışıklık sisteminin sayısı milyonları bulan antigenlere (bakteriler, virüsler vs.) karşı gene aynı sayıda savunma hücreleri (antybody) üretebilmesinin altında yatan budur. Çünkü insanda en fazla 30 000 gen bulunmasına rağmen RP sistemi bunları kullanarak milyonlarca antybody-yani savunma proteinleri-üretebiliyor. Genlerden, biraz ordan, biraz burdan bilgi kırıntıları toplayıp, sonrada bunları birleştirerek yeni bir protein elde edebiliyorlar (a.g.e).
Dahası da var! Örneğin, a, b, c.. gibi çok sayıda RP biraraya gelerek birlikte etkide bulundukları zaman bunların etkileri a, b, c nin toplamına eşit olmuyor. Kollektif etkinlik sinerjik bir sonuca da yol açıyor. Bu şekilde, sınırlı sayıdaki protein üreten genden, sınırsız değil ama çok daha fazla sayıda protein elde etmek mümkün hale geliyor (a.g.e).
Ayrıca, bir tek RP birçok geni bir grup halinde biraraya getirerek de kontrol edebiliyor. Bunun en güzel örneğini bir amino asit olan tryptophan’ın üretimi için beş genin faaliyetinin “promotor” adı verilen ortak bir merkezden nasıl kontrol edildiği görüyoruz[14].
Burada RP lerin maharetlerinin hepsini saymaya kalkacak değiliz, çünkü bunun için bu çalışmanın sınırları dar gelir! Ama bunlardan birini daha belirtmeden geçmeyelim: RP lerin “uzaktan kontrol” yetenekleri de bulunmaktadır. Öyle ki, bunlar DNA sarmalının bir ucunda bulunurken, buradan bir başka ucundaki bir geni dahi kontrol edebiliyorlar[15]!
PEKİ, RP’LER DNA-KONTROL BÖLGELERİNİ NASIL TANIYORLAR
Şimdi önce burada biraz duralım ve şu ana kadar öğrendiklerimizin bir muhasebesini yapmaya çalışalım: Hücre çekirdeğinde, kromozomların üzerinde bulunan spiral şeklinde çift sarmal bir makro molekül var ortada. Buna DNA deniyor. Her bir sarmalının üzerinde milyonlarca “nükleotid” sıralanmış durumda. Sonra da bunlar-bu nükleotidler- karşılıklı olarak hidrojen bağlarıyla biribirlerine bağlanarak sarmalın birarada kalmasını sağlıyorlar. Her üç nükleotid çifti (“codon”) bir amino aside ilişkin informasyonları taşırken, organizmanın yapıtaşları-ya da legonun parçaları-olan proteinlere ilişkin informasyonlarda gen adıverilen codon gruplarınca kayıt altında tutuluyorlar. Bu genler ise kendi içlerinde iki kısımdan oluşuyorlar: Proteinlere ilişkin informasyonlarıtaşıyan exon’lar ile “informasyon taşımayan” (tabi proteinlere ilişkin olarak informasyon taşımayan) intronlar. “İnformasyon taşımayan” intronların bir ucunda da “DNA-kontrol bölgeleri” (ya da gen-kontrol bölgeleri) bulunuyor. Hücrenin içindeki bütün faaliyetler proteinler tarafından yerine getirildiğinden, dışardan-çevreden gelen etkilere-informasyonlara-göre, yaşamı devam ettirme mücadelesinde her an ne yapmak gerekiyorsa o an bu işi yapacak-proteinlere olan ihtiyacı tesbit eden regülatör proteinleri gidiyorlar, milyonlarca nükleotidin-binlerce genin-arasından ihtiyaç duyulan bu proteine ilişkin bilgileri kayıt altında tutanları bulup, onların kontrol bölgelerine yapışarak bu genleri aktif hale getiriyorlar. Gerisini biliyoruz!..
Şimdi soru şu: Regülatör proteinler milyonlarca nükleotidin-binlerce genin- arasından hangilerinin o an için gerekli olan informasyona sahip olduğunu nereden biliyorlar?Önünüzde kalın bir kitap var ve siz bu kitabın içinden o an sizin için çok önemli olan bir informasyonu arıyorsunuz, ne yaparsınız? Bunun için herşeyden önce bu kitabın dilini-yani hangi dille yazıldığını-informasyonların ne şekilde kodlandığını biliyor olmanız gerekir değil mi! İşte RP ler için de aynı şey söz konusudur! Yani, DNA kitabının içinden gerekli olan informasyonları bulabilmeleri için onların da bu kitabın dilini biliyor olmaları-onu okuyabilmeleri gerekir. Bu nedenle soru şu şekli alıyor: RP ler DNA kitabını nasıl okuyorlar? Milyolarca nükleotidin içinden o an gerekli olanları nasıl tanıyorlar da gidip onların üzerine yapışabiliyorlar?
Bu soruyu cevaplamaya çalışan biliminsanları, önceleri, bu iş için RP lerin nükleotidler arasındaki hidrojen bağlarını aşarak çift sarmalın içine girmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Ama sonra yapılan deneylerle bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Çünkü, DNA sarmalının dış tarafı RP ler tarafından tanınmak için adeta işaretlenmişti! “Her nükleotid çiftinin köşesi-çift sarmalın dış kısmında- oradaki nükleotidler arasındaki hidrojen bağlarına özgü (bunların elektron alıcı-verici olmalarına, ya da daha başka özelliklere göre) belirli bir şekle-özelliğe-sahipti[16].
Ama sadece bu da değil, “nükleotid dizileri çift sarmallı spiralin geometrisini de bilirliyordu. Yani her durumda-her nükleotid çiftinin bulunduğu yerde- sarmal üzerinde belirli düzensizlikler bulunuyordu”.
Peki RP ler nasıl tanıyorlardı bütün bu özellikleri?
“Bir proteinin DNA sarmalı üzerinde belirli bir nükleotid dizisini tanıyabilmesi için onunla bu DNA bölgesi arasında yapısal olarak sıkı bir bağın bulunması gerekir”..”RP ler DNA ları okuma yeteneğine sahip yapısal motiflere sahiptirler. Biyolojide moleküllerin biribirlerini tanıyabilmeleri genellikle yüzeylerinde biribirleriyle uyum halinde yapısal özelliklerin bulunmasından kaynaklanır. İşte RP ler de bu kurala uyarlar. Yani onların da yüzeyleri DNA kontrol bölgeleriyle yapısal olarak tam bir uyum halindedir”[17]..”Çoğu durumda RP hidrojen bağları, iyonik bağlar, ya da hydrophobic ilişkiler yoluyla DNA ile birçok ilişki-bağlantı-içinde olur. Bu durumda, her ilişki-bağlantı zayıf olduğu halde, bütün bu ilişkilerin-bağlantıların toplamı yeteri kadar kuvvetli bir bağlantıya neden olur” (a.g.e)...
GENLERDE BİR DEĞİŞİKLİĞİN MEYDANA GELMESİ NE ANLAMA GELİYOR..
Sıra geldi şimdi şu, “genlerdeki değişiklik” meselesine. Evet ne anlama geliyor genetik değişiklik? Genlerin, DNA kitabındaproteinlere ilişkin informasyonların kayıt altında olduğu cümleler olduğunu söylemiştik. Ama sadece bu tanımdan yola çıkarak bir yere varmak mümkün değil. Değil, çünkü proteinlere ilişkin informasyonlar genlerde iki kısımda toplanıyorlar. Birinci kısımda-exon-sadece o proteinlerin nasıl üretileceğine ilişkin informasyonlar vardır (Yani o proteinin hangi amino asitlerden oluşacağına dair informasyonlar vardır). Genlerden çıkarılan bu informasyonlarla ribozomlara giden mRNA lar orada bu bilgilere uygun proteinlerin üretilmesini sağlıyorlar. Ancak biz bunları-bu proteinleri- legonun yapı taşlarına benzeterek demiştik ki, “bu proteinlerle bir fare de bir insan da yapmak mümkündür”! Yani, genlerin protein kodlayan kısımlarındaki-exon-bir genetik değişiklik o kadar önemli olmasa gerekir. Buralardaki değişikliklere bakarakta organizmanın-binanın-bütününe ilişkin inşaa planı hakkında birşey söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, asıl önemli olan, üretilen o proteinlerin ne işe yarayacaklarının-nasıl kullanılacaklarının- yazılı olduğu (legonun taşlarının nasıl biraraya geleceğine ilişkin talimatların yazılı olduğu) gen kontrol bölgeleridir. Buralarda meydana gelecek bir değişikliktir ki, binanın-organizmanın-inşaasında yapısal değişikliklere neden olabilecek olan da budur. “Benzer bir yapıya (bodyplan) sahip hayvanları mukayese edersek (örneğin kuşlar, balıklar, memeliler gibi farklı omurgalıları) bunların gen kontrol bölgelerinin biribirine benzer olduğunu görürüz (bu grup içindeki farklı hayvanların DNA dizileri bir şekilde muhafaza edilmiştir-conserved-). Aynı durum solucanlar, ya da birçok böcek türleri için de geçerlidir. Yani bunların DNA larındaki kontrol bölgeleri de aşağı yukarı biribirine benzerler. Ancak, örneğin omurgalıların regülatör bölgelerini solucanların ya da sineklerin regülatör bölgeleriyle karşılaştırdığımız zaman arada böyle bir benzerlik bulmak mümkün değildir. Bütün türlerde protein kodlayan nükleotid dizileri arasında büyük bir benzerlik bulunmasına rağmen, farklı grupların regülatör bölgelerinin çok farklı olduğunu görürüz. Aynı tipte proteinleri muhafaza ederek regülatör bölgelerini değiştirdiğiniz zaman farklı yapılar-bodyplan- elde edebileceğimiz beklenilen bir sonuçtur” (a.g.e).
Ancak burada şunu da söylemek gerekir. Diyelim ki A genine ilişkin gen kontrol bölgesinde bir değişiklik oldu; belki her zaman değil ama, bazı durumlarda, eğer aynı genin proteine ilişkin informasyonu kodlayan kısmında da-exon-bir değişiklik yoksa, sadece plana-talimata ilişkin değişiklik bir işe yaramayabilir. Örneğin bir binanın çatı inşaatını düşünelim, bu durumda inşaat planında meydana gelecek bir değişikliğin hayata geçebilmesi için eldeki malzemenin de bu değişikliğe uygun olması gerekir, yoksa o değişikliği hayata geçiremezsiniz. Bir binanın kaba inşaatında kullanılacak taşlar-malzeme- değişmeyeceği için sadece planı değiştirerek farklı yapılar elde edebilirsiniz, ama örneğin çatının yapısı, kapılar, pencereler, bunlara ilişkin planda yapılacak bir değişiklik bazı durumlarda malzemede de değişikliği gerekli kılabilir.
Ama sadece bu da yetmez! Çünkü bir de söz konusu A genini aktif hale getiren RP vardır ortada. A geninin kontrol bölgesinde bir değişiklik-mutasyon-meydana geldiği zaman bu bölgeyi aktif hale getiren eski RP de bir işe yaramaz artık. Yeni bir RP’i ise ancak yeni bir gen üretebilir. Çünkü, RP lerin kendileri de bir gen ürünüdür. Bu nedenle, bir mutasyonun hayata geçebilmesi, buna bağlı olarakta inşaatta-organizmada-bir değişikliğin meydana gelebilmesi için mutlaka iki ayrı gende ve dört ayrı noktada birden nükleotidlerde değişikliklerin olması gerekir: Bir; A geninin kontrol bölgesindeki nükleotidlerde bir değişiklik olmalıdır, İki; A geninin protein kodlayan kısmı-exon-değişmelidir, Üç; A geninin kontrol bölgesini aktif hale getiren RP’i üreten genin kontrol bölgesinde bir değişiklik olmalıdır, Dört; RP üreten bu genin exonunda bir değişiklik olmalıdır. Bunların biri eksik olursa herhangi bir yerde meydana gelebilecek bir değişik
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023