Murat Sevinç

Tek başına kurtuluş yok da ‘bir araya’ gelecek olanlar kim?
1.02.2025
110

(Anayasal ilkeler yazılarına bir ara.)

Yıllar önce anayasaya aykırılıkları anlatmak bugünkü kadar kolay değildi, bazen lafı çok uzatmak, metni ayrıntıya boğmak gerekebiliyordu. Neyse ki artık böyle bir zahmete gerek kalmadı, ahalinin ‘çoğunluğu’ olup biteni kavramışa benziyor. Nedenlerin tam olarak anlaşılabildiğini düşünmüyorum, buna mukabil, sonuç hakkında fazlaca kuşku duyan yok gibi. Sorun şu ki, sonucu değiştirecek bir şeyler yapabilmek için önce ‘nedenler’in doğru dürüst anlaşılması gerekir.

Anayasanın temel haklar rejiminin askıya alındığı farklı kesimlerce dile getiriliyor artık. Bu yazının yazıldığı gün, akşam vakti internete şöyle bir bakınca görebildiğim haberler şunlardı: Bir menajer 2013’teki Gezi eylemlerinde ‘hükümeti yıkmaya teşebbüs’ten ve yanlış anlamadıysam ‘yürürlükte olmayan’ bir yasadaki kavrama da atıfla (bu satırı yazdım, ancak kendi cümlemi anladığımı söyleyemem!) tutuklanmış. Halk TV ve bir gazeteci/yorumcuya soruşturma açılmış. Şöhretli oyuncular ifadeye çağrılmış… Bir de İmamoğlu var, artık her kürsüye çıktığında soruşturma açılacak belli ki. Eh, ben de iktidar olsam karşımda İmamoğlu’nu aday olarak görmek istemezdim doğrusu. (acep iktidardakiler, zamanında kendileri hakkında açılan soruşturmaların ve ıvır zıvır mahkeme kararlarının nasıl işlerine yaradığını unutmuş olabilir mi?)

Bu esnada, Ekrem İmamoğlu bir tweet yazmış ve büyük etki yapmış; “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz.” Çok güzel. Güzel olmasına güzel de, şu ‘beraber’ ve ‘hiçbirimiz’ sözcüklerini her okuyuşumda aynı can sıkıntısını yaşıyorum. Kimdir bu ‘hep beraber’ hareket etme potansiyeline sahip kesimler, var mı böyle birileri? Nitekim aynı saatlerde, olmadık bir gerekçeyle tutuklanan siyasetçi, Özdağ, kendi tutukluluğunun –hukuk dışılığı bakımından- Demirtaş (sekiz yıldır cezaevinde olan) ile kıyaslanmasına tepki gösteren bir açıklama yayınlamış; mealen ‘Hukuk mukuk dediysek o kadar da değil’ deyivermiş. Muhteremin eline fırsat geçse ‘bizler’i içeride görmek isteyeceğinden pek kuşku duymuyorum.

Kaç günde geldik buraya? Geriye kaç adım kaldı?

Hep beraber’ hareket etmediğinde ‘hiçbiri’ kurtulamayacak olan kitleler, buraya varan yolda birbirinin hakkını hukukunu savunmak için ne yaptı? Daha açık olsun sorular: Örneğin, anasının cenazesini faşistlerin (acaba, tepkili vatandaş mı, demeliydim!) saldırısıyla mezardan çıkarmak zorunda kalan bir Kürt kadın siyasetçi, ‘hep beraber’ ifadesini okuduğunda ne hissediyordur? Cenazesi bir hafta yolda bekleyen kadının çocukları? Gezi’de öldürülenlerin aileleri? Konya’da cenazesi yuhalanan katledilmiş insanların sevenleri? Canı yanan, herkesin gözünün önünde canı yakılan, perişan edilen ve başına gelenler bir avuç yurttaşın ilgisini çeken onca insan, ne yapsın, ne düşünsün? Diyelim, KHK’lilerin yerinde olsanız ne derdiniz? İnsanların çoluk çocuğu denizde, nehirde boğuldu, kaç kişinin gündemi oldu? “Ya hep beraber ya hiçbirimiz”deki temenni tüm toplumu içeriyor. Ne güzel, öyle de olmalı zaten. Peki, hangi toplum bu, nerede, gören, duyan?

Birbirinin halini dert edinen ve muhatabının hakkını hukukunu ciddiye alan insanlardan oluştuğu varsayılan bir toplumun var olup olmadığına ilişkin sayısız moral bozucu örnek vermek mümkün kuşkusuz. Ancak niyetim, İmamoğlu’nun belki de seçim sloganı olacak böyle güçlü bir çıkışına karşı argüman üretmek değil. Mesele, en zorlu ve nefes alınamaz anlarda dahi, bir araya gelmesi gereken, birlikte hareket edeceği umulan insanların, bunu yapabilecek kadar olsun bir ortaklık duygusuna sahip olması gerekliliğini hatırda tutmak. Yığınlar, en ağır koşullarda dahi ‘kurtuluş’u ve ‘biz’i aynı biçimde algılamıyor çoğu zaman. Teşbihte hata olmaz denir ya, ayıkken neyse sarhoşken de o…

Bir günde gelmedik buraya… Adalet ilkesinden mahrum geniş halk kesimlerinin teşviki ve suskunluğuyla, adım adım vardık. Her şey herkesin gözünün önünde oldu. Birinin dokunulmazlığı kaldırılırken, diğerinin gözü parladı. Biri sokakta ‘sayın’ şiddet görürken, diğeri kahraman kamu görevlisine alkış tuttu. Biri haksız yere cezaevine girerken, diğeri o haksızlığı meşrulaştırmak için şarlatanlık yaptı. Biri KHK ile sivil ölüme mahkum edilirken, diğeri ondan boşalan yere talip oldu.

İnatla yinelemekten yanayım; şu anda yaşanan hiçbir hukuk dışılık, Can Atalay kararından daha vahim; Kavala’nın, Demirtaş’ın yaşadığından daha kabul edilemez değil. AİHM kararına rağmen serbest bırakılmayan Kavala yıllardır içeride ve bugün dahi adını anmaktan imtina eden ‘demokratlar’ var. Şimdi tanık olunan anormallikler, KHK’lilerin tecrübe ettiği hukuka aykırılık yanında devede kulak kalır.

Olağan koşullarda yekdiğerinin hakkını umursamayan, hak duygusu-bilgisinden yoksun ‘kalmış/bırakılmış’ kitleler, olağanüstü koşullarda ne yapar? Herhalde, tek yol, bazı ilkelerin herkes için ortak payda olduğunu anlatabilmek, çoğunluğu/ortalamayı hiç olmazsa buna ikna edebilmek. Çok zor ama olanaksız değil. Ancak belli ilkeler üzerinde bir ortaklık duygusu yaratıldığında ‘hiçbirimiz’ ifadesindeki ‘biz’, bir anlam ifade edebilir. Aksi halde, ‘oh olsun’ adalet düzeninde, en ağır koşullarda dahi birlikte, ortak duyguyla hareket etmek mümkün değil. Bugüne dek olmadı.

Yazı önerileri:

Cansu Çamlıbel’in, Ayşe Buğra hocayla söyleşisi ve Murat Somer’in, yazılarına ‘ara verme’ yazısı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar