Ümit Fırat

‘Değerli’ vasiyet!
31.07.2018
1041

 “Bir Vasiyet

Yağmur Oğlum!

Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarın ki düşmanlarımızdır.

Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.

Tanrı yardımcın olsun!

Nihâl Atsız 4 Mayıs 1941”

Türk ırkçılığının büyük üstatlarından Nihâl Atsız’ın yukarıda aktardığım metnini pek çok okuyucunun yıllardır bildiğini ve burada ilk kez okumadığını tahmin ediyorum. Ancak yine de yaşadığımız şu son günlerdeki dış politika tartışmalara bakılırsa, çok uygun düştüğünü düşündüğüm için, bugünkü yazımın girişine bu metni aktarmayı uygun gördüm.

Aslında Atsız’ın bu metni, düşman sahibi olmayı, bir Türk için adeta bir kadermiş gibi düşünen Türk milliyetçilerinin pek sevdiği, “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” ifadesiyle aynı kapıya çıkan başka bir ifade tarzı gibi de düşünülebilir.

Yıllardır Türk siyasilerinin ve devlet yetkilerinin topluma aktardıkları mesajlara bakıldığında, Türk milleti ve devleti, bütün tarihi boyunca ve kesintisiz olarak büyük düşmanlara sahip olmuş, daima onların üstesinden gelmeyi başarmış ve ayakta kalmayı başararak, bu günlere ulaşmıştır. Bu münasebetle, eğer en ufak bir gevşeme gösterilirse yine düşmanların saldırı ve tertiplerine uğranacağı için, daima teyakkuzda beklenmelidir. Öyle ya, “Su uyur, düşman uyumaz.”

Hep yazılır söylenir, bir de ben tekrarlamak isterim. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında, Balkanlar ve Kafkaslar’da toprak kayıplarına ve büyük göçlere neden olan savaşlardan yaşandı. Ardından bu kez kendi isteğiyle katıldığı ve yine büyük insan kayıplarına, göçlere ve çok büyük oranda toprak kaybı yaşanan birinci dünya savaşı yaşandı. Zihinlerdeki izleri kolay kolay silinmeyen birçok algı ve paranoyanın oluşması için uygun bir atmosfer yaşanmıştı.

Bu algı ve paranoyalar, cumhuriyet döneminde de, büyük kampanyalar, uydurma tarih tezleri, destanlar ve hamaset edebiyatıyla canlı tutulmaya çalışıldı. Ne Lozan Antlaşması, ne Ankara Antlaşması, ne Sadabad Paktı, Türkiye’nin kendisini güvende hissetmesi için hiçbir şekilde rahatlık ortamı yaratmadı.

Katılmadığı İkinci Dünya savaşı yaşanıp sona erdi. Ardından komünizmin en büyük tehdit olarak görüldüğü ve epey uzun süren bir soğuk savaş dönemi yaşandı. Sonunda Sovyetler Birliği de çöküp dağılarak soğuk savaşın sonu geldi. Bu süreçte NATO’ya üye oldu, daha sonra ismi CENTO olarak değişecek olan Bağdat Paktı’nın kurucularından biri oldu. Ne var ki, yönetenlerin şansı tanrının da desteğiyle hep yaver gitti ve Türkiye asla düşmansız kalmadı; teyakkuz hali ve paranoyaları bir türlü bitmediği gibi yeni “düşmanlar” ortaya çıktı.

Sanki Tanrı, Türk devlet yöneticileri ve siyasi kadrolarına, Türkleri asla düşmansız bırakmamak üzere gizli bir taahhütte bulunmuştu. Eğer sahayı terkeden düşmanlar olursa da, derhal yeni düşmanlar yaratılarak devlet ve siyaset kadrolarının varlıklarını sürdürmeleri sağlanıyordu.

İçeride, devlete karşı isyan başlatarak sahneye çıkan silahlı bir Kürt örgütü, ilk dönemlerde bir avuç eşkıya diye geçiştirilip ciddi bir düşman yerine bile konulmamış, hep bir asayiş meselesi gibi sunulmaya çalışılmıştı. Tabii zamanla yapılanın düşük yoğunluklu bir savaş olduğu kabul edilmiş ve adeta aranan düşmanın bulunmuş olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik bu kez algılarla yaratılan bir düşman yerine, sahada çarpışmaların yaşandığı, görünür ve gerçek bir düşman bulunmuştu.

Soğuk savaş döneminin komünizm tehlikesi ortadan kalkmıştı, ama bir düşman boşluğu yaşanmadı. Bir ara bu savaşın da süresinin dolduğu ve biteceği sanıldı, ama bu kez hendek savaşları dediğimiz ve daha önce pek benzeri yaşanmamış bir döneme geçildi.

Keza Irak ve Suriye’de meydana gelen karışıklıklar IŞİD’in ortaya çıkması, bölgenin belli başlı gündemini oluşturdu. IŞİD, bölgede yayılarak etkisini sürdürmekte ve önemli bir tehdit haline geldi. PKK de yeni birtakım roller üstlenerek bu sahnede yerini aldı. Bir yandan da daha sonra FETÖ adı verilecek ve devlet içerisinde oldukça etkin olan paralel devlet denilen bir devle uğraşılıyordu ki, bu süreçte tanrının çok özel bir lütfu olarak değerlendirilen 15 Temmuz Vakası patlak verdi.

Elbette içeride düşmanlar büyük bir bereketle artış kaydederken, dışarıda da pek sıkıntı çekilmedi. Amerika Birleşik Devletleri, Avusturya, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Yunanistan, İran, Irak, Ermenistan, Mısır, Suriye, İsrail, Rusya gibi düşmanlar, bazen topluca, bazen gruplar halinde, bazen de sırası gelince amansız birer düşman olabilmekteler.

Her ne kadar Kürdistan referandumu sonrasında İran ve Irak’la ile biraraya gelip, birkaç gün süren bir ittifak arayışına girişmiş olunsa da, bunun sadece anti-Kürt bir ittifak ve sahte bir dostluk gösterisi öte bir karşılığı yoktu. Keza Rusya ile neredeyse savaşa girişilecekken, son zamanlarda ticari amaçlı bir yalancı dostluk sürdürülmek istense de, bunun içten ve kalıcı bir dostluk olamayacağını hem izleyiciler, hem de sahnedekiler gayet iyi bilmekteler.

Bugün dünyada birbirlerini en iyi anlayabilecek ve anlaşabilecek iki lider ismi verebilir misiniz diye bir soru sorulsa, kanaatimce akla ilk gelecek isimlerin Trump ile Tayyip Erdoğan olacağı kanaati yaygın. Hatta Trump’ın, Erdoğan’a büyük bir gıpta ile baktığı ve karşılaştıklarında oldukça mültefit davrandığı da yazılıp çizildi. Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın en iyi anlaşabileceği Trump yönetimindeki ABD ile son dönemde arası bozuk ve girişilen ticari ve sözlü politik kavga, gittikçe alevlenmekte.

Türkiye’nin en büyük stratejik müttefiki ile ilişkilerinin bu aşamaya varması belki beklenmiyordu, ama arka planında da güçlü nedenler taşımakta. ABD’nin İsrail, Kudüs, İran, Ortadoğu ve Suriye politikaları ve PKK ile ilişkileri Türkiye’nin bölgede kendince kurmak istediği veya görmek istediği siyasi pozisyonlarla çelişir durumda. Keza Fetullah Gülen’in ABD’de yaşayıp himaye görüyor olması, bununla beraber 15 Temmuz darbe girişimde ABD’nin parmağının olması gibi meseleler de gittikçe gerilimi artıran meseleler.

Eskiden Türkiye’yi yönetenler, yabancı ülkelerden gelmesi muhtemel tehdit veya tehlikeler için, bizi bölmek ve parçalamak istiyorlar derlerdi. Artık Yeni Türkiye’de milli iradenin hâkim olduğu ve siyasi istikrarın sağlanmış olduğu bir başkanlık rejimine geçilmiş, milli birlik ve beraberlik açısından tehdit ve tehlikelerin eski stratejik etkilerinin kaybolduğuna inanılmakta.

Dolayısıyla, şimdi artık düşman devletlerin, Türkiye’nin yerli ve milli politikalarını, kalkınmasını, büyümesini ve ekonomik istikrarını kıskançlık duyup, bundan tedirgin oldukları söyleniyor. Böylece, bir üst aklın devreye sokularak, başta faiz lobileri olmak üzere, bazı dış mihrakların, Türkiye’nin siyasi istikrarını bozarak, herşeyin eski haline dönmesinin peşinde oldukları söyleniyor.

Nihâl Atsız’ın yukarıda aktardığım metni, çoğu zaman tebessümle karşılanmış ve çok abartılı ve gayri ciddi bulunmuş olabilir. Ancak yıllardır görüp yaşadığımız siyasi olaylara baktığımızda, Atsız’ın düşüncelerinin sadece bir hayal ürünü olmadığı, Türk siyaset ve devlet hayatında çok önemli bir karşılığı olduğu görülmekte. Atsız, birçok devlet ve siyaset adamının yüksek sesle dile getirmekten çekindiği veya utandığı bir düşünceyi cesaretle yazıp ifade etmiş.

Bu günkü devlet büyüklerinin her gün defalarca tekrarladıkları iç ve dış düşmanları net bir dille ifade ederek Türklerin bu kadar çok düşmanı olduğunu herkesten önce gören Nihâl Atsız’ın öngörüsü takdir edilmeli. Bence devletin ve devlet yöneticilerinin bekası için, yerli ve milli bir rehber niteliğindeki bu değerli “vasiyet” metni çerçeveletip okul ve diğer devlet binalarının duvarlarına asılmalı.

İyi haftalar dilerim.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar