Yavuz BAYDAR

Yavuz BAYDAR
Yavuz BAYDAR
Tüm Yazıları
Ne Kanal ne Libya ne de işsizlik
22.01.2020
720

 Bu slogan henüz gündemde dolaşımda değil, ama yarı-felç Türkiye siyaseti içindeki kıpırdanmaların arka planında durduğu kesin. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülkeyi batağa sürüklemeye devam eden devasa sistem krizinin bugün geldiği noktada muhalefetin önüne çıkan fırsatların üzerinde Kanal İstanbul ve Libya iri harfleri okunuyor. 

Kanal İstanbul projesine karşı direniş mayalanırken, kamuoyunu ikna edemeyen Erdoğan'ın Berlin Konferansı'ndan hiçbir kazanım elde edemeden gerisin geri dönmesi, seçmenle arasında krizin ekonomik boyutu nedeniyle zaten açılan makasın içinde bu iki ana konunun iyice kök salması anlamına geliyor. 

Kısacası, siyaseti ne kadar iyi okursa okusun, hamlelerde hala ne kadar ön alıcı olursa olsun, Erdoğan çok ciddi bir patinajın eşiğinde ve bunun da farkında.

Özellikle dindar-muhafazakar çoğunluğun bağrından gelmesinin de etkisiyle halkın nabzını Türkiye'de en iyi tutan kamuoyu araştırmacısı olan Metropoll Araştırma Başkanı Prof. Özer Sencar'ın Ahval'e yaptığı açıklamalar da, iktidar-muhalefet arasında yıllardır süregiden 'dehşet dengesi'nin bazı kritik açılardan sallantıya girdiğini, muhalefetin önüne yeni fırsatların çıktığını gösteriyor. 

Öte yandan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun T24'e yaptığı açıklamalar da, ana muhalefetin kısmen de olsa bu fırsatların geç de olsa farkına varmakta olduğunu gösteriyor.

Prof. Sencar'ın Ahval'e sunduğu veriler ve analiz, temkinli olduğu ölçüde önemli. İhtiyatının sebebi açık: Serinkanlı ve bilimsel bakışla siyasetin nabzını tutanların 'anamuhalefet sütünden ağzı yandı'. Yerel seçimler ardından yaşanan durağanlık hayal kırıklığı yaratmıştı, şimdi yoğurt üfleyerek yeniyor. 

Değişmeyen tek unsur, seçmenin genel sistem krizi nedeniyle hızla belirginleşen alternatif arayışı. Elbette Erdoğan krizi sürdürmekten yana, kimsenin şüphesi olmasın, ama bu da seçmenin arayışını daha hızlandıracak.

Ana başlıklarla Prof. Sencar şu noktalara parmak basıyor:

  • İktidarın olası bir seçimde kaybedeceğine dair bir emare yok. Cumhur İttifakı 24 Haziran 2018’deki oy oranını aşağı yukarı koruyor. Destek Aralık 2019 sonu itibarıyla yüzde 51 dolayında. CHP'de dikkat çekici bir artış yok: Yüzde 25. HDP yüzde 11 ve İYİP yüzde 8.5. Denklem bileşenleri aynı. 
  • Son araştırmada 'en önemli sorun ekonomi' diyenler yüzde 60. İktidarın sürekli gündemde tuttuğu 'terör-güvenlik sorunu' yüzde 8-12 arasına kadar, yani en altlara inmiş durumda. 
  • AKP'lilerin yüzde 30’u (neredeyse üçte biri) ekonomiden şikayetçi. Ekonominin iyi gitmediğini, zor geçindiklerini söylüyorlar ama partiden de vazgeçemiyor. Çünkü alternatif göremiyor. Görse, yüzde 30 AK Parti’den gidecek. 
  • İkinci öncelikli sorun diye sorulduğunda 'yargı bağımsızlığı yok, adalet umudu kalmadı' deniyor. Yani acil Hak-Hukuk-Adalet beklentisi de tırmanışta.
  • Libya’ya asker gönderilmesini onaylayanların oranı yüzde 38 iken karşı olanların oranı yüzde 50. AKP'lilerin yüzde 29’u MHP'lilerin yüzde 32'si Libya’ya asker gönderilmesini onaylamıyor. 
  • Cumhur İttifakı hâlâ toplamda yüzde 51’i koruyor görünse de AK Parti ve MHP oylarında parti düzeyinde gerileme mevcut. Yani Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan seçilemeyebilir. Bu görünüyor.
  • HDP dışında tüm küçük partiler (SP, İYİP, MHP) ittifaka bağımlı hale gelmiş durumda. Davutoğlu’nun partisi yüzde 2, Babacan’ın partisi de yüzde 1,7 görünüyor.  Ama öte yandan ittifak olgusu giderek muhalefetin lehine işlemeye başladı.
  • 18-34 yaş arası seçmen kesiminde AKP’nin oyu yüzde 30 ve geriliyor. AKP oyunun son ankette yüzde 40 olduğunu düşünürseniz genç seçmenin AKP’ye oy vermediği, AKP’den uzaklaştığı görülüyor. Eğitimli, şehirli genç nüfus AKP’den uzaklaşıyor. Bu gençler erken veya normal zamanında yapılacak bir seçimde seçmen. Bu kesimlere yeni bir şeyler söyleyen, inandırıcı olan kazanır.
  • Muhalefet (HDP de dahil) durumu eleştiriyor, yanlışları söylüyor ama o kadar. Ekonominin çok kötü olduğunu düşünen halk bilindik tespitlerin, yakınmaların ötesine geçemeyen muhalefetin bu kötü gidişi durduracak yetkinlikte olmadığını düşünüyor ister istemez. Kendisine umut olacak, inandıracak, güven verecek “bunlar bu işi biliyor, çözer, yapar” dedirtecek bir çıkış gerekiyor. Şu anda bu çıkış yok. 
  • O yüzden bu güven ve inandırıcılık meselesiyle seçmen AK Parti’yi başarısız bulsa da terk edemiyor. 
  • ''Şöyle düşünün, hanımınızla kavga ettiniz, kapıyı çarpıp evi terk ettiniz. Dışarısı soğuk, kar-buz, fırtına. Bir otele gidecek paranız da yok. Ne yapacaksınız? Ya soğuktan donacaksınız ya da kuyruğu kıstırıp geri döneceksiniz.''
  • ''Muhalefet sadece eleştirerek değil, sürekli yanlışları söyleyerek değil, ne yapacağını, nasıl çözeceğini söyleyerek, inandırıcı, somut paketler ortaya koyamıyorsa kenara çekilip otursun.''

Prof. Sencar'ın verilerle donattığı manzara ana hatlarıyla böyle. 

Süzerek baktığınızda, Erdoğan'ın ittifak sistemi üzerinde yarattığı bağımlılığın iktidara ters tepme katsayısı artmış durumda. Kanal İstanbul'un seçmende kabarttığı alerji belli. Ama Metropoll, Libya meselesini ve gençleri AKP'den soğutan işsizliği de ekliyor ortaya çıkan yeni fırsat penceresinin içine.

İki kilit partiden başlıcası olan (diğeri HDP ve seçmeni) CHP acaba bu durumun ne kadar farkında? 

Parti lideri Kılıçdaroğlu'nun son olarak yaptığı (çoğu Ankara'nın koridorlarından yansıyan) açıklamalardan, Erdoğan'ın 'beka'sı için bel bağladığı aşırı merkeziyetçi, İslamcı-Milliyetçi karması sistemin su kaynatmakta olduğu sonucu çıkıyor. 

Anlaşılıyor ki, geleneksel sadakati yüksek bürokrasinin, kendisini talan ve yalan furyasına kaptırmamış kesimi de 'yetti artık' noktasına yaklaşıyor.  

"İşsizlik Türkiye’nin en yakıcı sorunu'' diyor Kılıçdaroğlu. ''Anneler, işsiz eşleri ve çocuklarıyla birlikte bir yaşam mücadelesi veriyor. Özellikle de ailede kadın evi, yuvası yıkılmasın diye uğraşıyor. '2019’da 2.5 milyon istihdam' diye yola çıktılar, TÜİK verileriyle bile bir yılda yaklaşık 600 bin kişi, işsizler ordusuna katıldı. Türkiye üretmeden, katma değeri yüksek ürün üreten bir ülkeye dönüşmeden bu işsizlik sorununu aşamaz. Bu işsizlik sorununu aşamadığı müddetçe de ne yazık ki Türkiye huzura kavuşamaz. Hâl böyleyken saray ve bir avuç yandaşı zenginliklerine zenginlik katmaya devam ediyor.''

CHP liderinin, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ardından girilen yanlış yola (gecikmiş de olsa) ışık tutan şu sözlerinin de altını kalın çizmekte yarar var:

"Türkiye'nin Rusya'ya bağımlılığı giderek artıyor. Rusya'ya doğal gazda bağımlıyız, nükleer santralı da onlara verdik ve enerji bağımlılığımız neredeyse yüzde 60'lara varan bir düzeye ulaştı. Bunu yanlış buluyoruz. Tüm bunlara ek ve daha önemli bir gelişme olarak ortaya çıkan bir başka gerçek de şudur: Türkiye’nin dış politikasını Putin yönlendirmeye başladı. Özelikle Suriye ve Libya konusunda Putin’in dedikleri oluyor."

Son olarak Kılıçdaroğlu'nun, ''Türkiye'de biz göre bir sağ-sol siyaseti yok. Demokrasiden yana olanlar - otoriter rejimden yana olanlar var. Temel ayrım bu. Sağ – sol ayırımının çok daha ötesinde öncelikle demokrasiyi hep birlikte inşa etmeliyiz'' vurgusunun da önemli olduğunun altını çizeyim.

Evet, sistem krizi girdabındaki Türkiye, kritik bir eşikte sağa sola çarpmaya devam ediyor. Sencar'ın vurguladığı tespitler ve CHP liderinin açıklamaları çerçevesinde şunları görmekte yarar var:

  • Muhalefette seçmen açısından boşluk gibi görülen donukluk, Erdoğan'ın bir rutin halini alan hatalı kararları ve inatlaşması yüzünden, demokrasi arayışını daha da ötelere savuracak çok sert bir 'Kışlacı-Camici' hesaplaşmasına her geçen gün biraz daha kapı aralamakta. Ülke tarihi bunun acı örnekleriyle dolu.
  • 'Çetin ceviz' bir siyasetçi olarak Erdoğan, tek başına dahi kalsa, siyaseti ve ülkeyi yönetme tarzından vazgeçmeyecektir. İktidarının sürdürülebilirliği için elindeki tüm imkanları seferber ederken, eğitimin İslamizasyonu ve bürokrasinin militarizasyonunda, savaş siyasetinde gaza basmasının sebebi de budur. 
  • Muhalefetin buna vereceği karşılık sosyal verilerde gizli. Yerel seçimler ardından ana muhalefetin gaza basmadığı da bir olgudur, Ali Babacan'ın parti kurmada aşırı 'oyalandığı' da bir gerçektir. 
  • Fırsat kaçmak üzere. Siyasette yerinizde durarak yükselemezsiniz. Muhalefetin Erdoğan karşısındaki şansı ancak ve ancak seçmenin kabaran beklentilerine anında karşılık vermesiyle, samimiyetiyle somutluk kazanabilir.
  • Esas mesele, Kılıçdaroğlu'nun ''demokrasiden yana olanlar - otoriteden yana olanlar'' ayrıştırmasında yatmıyor. Sağda ve İslamcılarda olduğu kadar, solda ve laikler arasında da otoriterlik yandaşlığı hayli yaygın. Oysa, Türkiye'nin esas ayrımı 'ahlaklılar - ahlaksızlar' ayrımıdır. Çürümeyi ayyuka çıkartan, ikinci kategorinin baskın çıkmasıdır. Eğer demokrasi ittifakı kurulacaksa, birleştirici asli unsur da bunun üzerinden ölçülecektir.

''İnsanlar muhalefetten ne yapacağını, nasıl yapacağını, ne kadar zamanda, kaç günde ya da ayda yapacağını açık şekilde bir takvimle önüne koyup, kendisini ikna etmesini, inandırmasını bekliyor'' diyor Prof. Sencar: ''Aslında ekonomideki tablo doğru bir strateji uygulanırsa muhalefetin önünü açıyor. İttifak sistemi muhalefet lehine işliyor. Muhalefetin önünü açıyor. Özellikle bu kadar kötü bir ekonomide muhalefet geniş bir ittifakla iyi bir çıkış yaparsa, inandırıcı bir siyasi-ekonomik çözüm ortaya koyarsa iktidarı alabilir.''

Ne Libya ne Kanal ne de işsizlik sloganının arka planında işte böyle bir karmaşık denklem var. 

Her şey muhalefetin başını çeken ana aktörlerin doğru okumasına, fedakarlığına ve cesaretine bağlı. Türkiye aslında zamana oynuyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar