Lale KEMAL
Kötü şöhretli MİT’i, tam da itibarlı bir kurum haline getirmeye çalışan yeni ve yakın tarihteki eski tepe yönetiminin bugün, KCK soruşturmaları çerçevesinde ifadeye çağrılmaları ve bazıları hakkında yakalama kararı çıkması ile yaşanmakta olan kriz, yaman bir çelişki ve talihsiz bir durum olarak karşımıza çıkıyor. MİT eski Müsteşarı Emre Taner, yakın tarihe kadar, kimi mensupları yasadışı işlerle anılan bu kurumu, saygın bir istihbarat örgütü konumuna taşımak için mücadele etmiş ve bu mücadele bayrağını, halefi Hakan Fidan’a 2010 yılında vermişti.
Taner, 30 yılı bulan PKK ile savaşı, silahsız yöntemlerle çözmek isteyen hükümetin talimatıyla, demokratik açılım sürecini gizlice başlatmış bir isim. MİT’te sivilleşme adına belki de en önemli dönüşüm, Taner döneminde başladı diyebiliriz. Taner’in müsteşarlığı dönemi, AK Parti’nin şimdi rafa kaldırdığı reformist politikalarını başlattığı sürece de denk düşmüştü.
Taner, Kürt sorununa çözüm arayışlarına damgasını vururken 2007 yılında yaptığı konuşmasındaki öngörüleriyle de gündeme oturmuştu.
Emre Taner, MİT’in kuruluşunun 80. yılı dolayısıyla, 6 Ocak 2007 tarihinde yaptığı yazılı açıklamada, 21. yüzyıl güvenlik ortamının, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırdığına işaret ederken, ulus-devlet paradigmasının değişeceğine de dikkat çekmişti.
Gelin görün ki bugün, bu iki isim zan altında.
Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Fikret Seçen, her ne kadar bu tepe MİT yöneticilerini, belki de “özensiz ve amatör” bir biçimde ifadeye çağıran Savcı Sadrettin Sarıkaya’ya dosyadan el çektirse de, gerek Fidan gerekse Taner’i ve diğer bazı MİT’çileri kastederek, bazı devlet görevlilerinin görevlerinin dışına çıktığını savlıyordu.
Seçen şöyle diyordu:
“KCK terör örgütüne yönelik olarak yapılan bir soruşturma sırasında, bazı devlet görevlilerinin kendilerine yürütme organı tarafından verilen görevinin dışına çıkarak hareket ettikleri, bu suretle örgütün eylemlerinin gerçekleştirilmesine yardım ettikleri şüphesini doğuracak deliller elde edilmesi nedeniyle soruşturma başlatıldı.”
Seçen, PKK ile yapılan Oslo görüşmelerini ima edip, teröre karşı yürütülen politikaların soruşturma konusu yapılmadığını belirterek en azından yargının, siyasi bir kararı sorgulamadığının altını çizmişti.
Ortada, yargının şeffaf bir biçimde çözmesi gereken bir suç isnadı var.
Diğer yandan, MİT krizinin bir diğer veçhesi, gün yüzüne çıkan iktidar kavgası.
Emniyet istihbaratın, hükümetin, 2009 yılında resmen açıklanan Kürt sorununa silahsız çözüm bulmayı amaçlayan Demokratik Açılım projesiyle birlikte KCK’ya yönelik operasyonların durdurulmuş olmasından rahatsız olduğunu biliyoruz. Bu süreçte PKK ile MİT’in, Oslo’da barış görüşmeleri yapmakta oldukları da, sonradan internete sızdırılan ve konuşmaların bir kısmının çıkartılarak tahrif edildiği iddiası bulunan konuşma metni ile ortaya çıkmıştı.
Emniyet istihbaratı, PKK sorununu silahsız yöntemlerle çözmek isteyen MİT ve o dönem hükümete yakın ekibe kızgındı. Zira barış ortamının yaratılmasının istendiği o dönemde, Ceza Kanunu’nda suç sayılabilecek kimi KCK eylemlerine göz yumulmasına tepkiliydi. Emniyet, silahsız çözüm arayışları sırasında meselenin üzerine polisiye tedbirlerle gidilmesi gerektiğinde ısrarcıydı.
12 Haziran seçimleri sonrasında kurulan hükümette İçişleri Bakanlığı görevini Beşir Atalay’dan alan İdris Naim Şahin ve ekibi, özellikle geçen yıl 14 temmuzda gerçekleşen PKK’nın Silvan saldırısıyla birlikte KCK faaliyetlerine yönelik polisiye tedbirlere ağırlık verdiler.
MİT’in, Emniyet teşkilatının özellikle istihbarat unsurlarını kontrolü altına alma girişiminin bu polis örgütünü çileden çıkardığını da hatırlatmakta yarar var.
Emniyet ve MİT arasında, profesyonel iki kurum arasında yaşanabilecek olağan rekabetin çok ötesine giden çekişme, ülke güvenliğini zaafa uğratır nitelikte. Tıpkı, Genelkurmay ve Jandarma istihbaratının, onlarca yıl başıboş kalmasının yarattığı zafiyet gibi.
Ancak bu çekişmelerden bağımsız olarak MİT üzerindeki askerî vesayetin, başına Taner ve Fidan gibi demokrat zihniyetli insanlar gelse de devam ettiği tesbitini yapmak da yarar var. Susurluk skandalı, Tansu Çiller döneminde MİT’in, dönemin, şimdi hayatta olmayan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e suikast düzenleme gibi örtülü faaliyetleri ve daha niceleri halen zihinlerdeyken, daha yakın tarihte, Taraf yöneticilerinin MİT’in mahkemeden aldığı kararla takma isimlerle dinlendiği ortaya çıkıyor. Gazetenin yazarı Mehmet Baransu, daha geçen hafta MİT tarafından izlendiğini kendisi ortaya çıkardı.
Diğer yandan, MİT’in gerek bütçesi, gerek istihbarat faaliyetleriyle ilgili parlamento denetiminin olmayışı, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından bir diğer zafiyet olarak karşımıza çıkıyor.
Susurluk’ta, derin yapılanmaların Emniyet ayağı biraz temizlendi, Ergenekon ve Balyoz gibi darbe girişimi davalarıyla TSK içindeki derin yapılar mahkemelerde hesap veriyor. TSK’nın kurguladığı MİT’in, altta kümelendiği iddia edilen derin yapıdan arındırılması gerekiyor. Bu arındırma süreci başlatılmalı ama Fidan ve Taner’i hedef alarak değil. Bu kişilerin hedef alınması akıllara şu soruyu getiriyor; MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in dediği gibi, MİT üzerinden hükümete sivil darbe mi yapılmak istendi?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
2.02.2016
25.06.2016
18.06.2016
11.06.2016
4.02.2016
28.05.2016
14.05.2016
7.02.2016
30.04.2016
24.04.2016