M.Şükrü HANİOĞLU
Siyasî sistemimizin ilerlemeci bir otokrasiden demokrasiye değil tekçi bir ideolojiye dayalı bir ideokrasiden, onun söylem düzeyinde yeniden üretildiği logokrasiye evrildiğini görmemiz önümüzdeki seçenekleri de daha iyi kavramamıza yol açabilir
Cumhuriyet sonrası siyasî sistemimizin gelişimi genellikle ilerlemeci, hayırhâh bir otokrasiden demokrasiye evrim biçiminde kavramsallaştırılmaktadır. Bu yaklaşıma göre, sınırlı çoğulculuğa izin veren, hattâ bunu yaratmaya çalışan ilerlemeci otokrasi, gerçekleştirdiği reformlarla demokrasinin temellerini hazırlamış, toplum olgunlaştığında ise çoğulculuğa dayanan demokrasiye geçilmiştir.
Bu tahlil benimsenirse, toplumumuzun günümüzdeki meselesinin de varolan demokrasinin sınırlarını genişletmek olduğunun kabulü gerekir. Ne yazık ki bu değerlendirme gerçekçi olmadığı için bizi, bilhassa yeni anayasa hazırlama aşamasında bulunduğumuz bir süreçte, yanlış yönlendirebilir.
Otokrasi mi? İdeokrasi mi?
Söz konusu değerlendirmenin en önemli sorunu Erken Cumhuriyet siyasî rejimini "otoriter" olarak sınıflandırmasıdır. Bunun temel nedeni de rejimin totaliterlik boyutuna ulaşmamış olması ve uç ideokrasi örnekleriyle karşılaştırılmasındaki zorluktur. Gerçekten de kapsam, uygulamalar, kullanılan yöntemler açısından bu tür bir mukayese anlamlı değildir. Bu nedenle rejimin "totaliter" olmamak anlamında "otoriter" karakter taşıdığını söylemek yanlış değildir.
Buna karşılık Tek Parti Dönemi ideolojisi "sınırlı çoğulculuk"tan ziyade "monist (tekçi)" karakter arzettiğinden, rejimin bir ideokrasi olarak sınıflandırılması daha anlamlıdır. Bu değerlendirme yapılırken her ideokrasinin totaliter karakter taşımadığını da vurgulamak gerekir.
Piekalkiewicz ve Penn'in ideokrasiler üzerine kaleme aldıkları analitik çalışmada verdikleri tanımlamayı kabul edersek, ideokrasi meşruiyetini monistik (tekçi) bir ideolojinin ilkelerinden alan siyasî sistemdir. Bu tekçi ideoloji "gerçek"i her yönüyle kapsama iddiasında olup, her alanda kendisine itaati gerekli görür. Son tahlilde bilimcilik (scientism) üzerinden "gerçek"i kavrama tekeli kurarak, insanlığın gelişiminden, tarihin izlediği yola, dinin toplumdaki rolü ve dillerin evriminden, ırkların şekillenmesine kadar her alanda tezler geliştirerek, bunların çoğulcu biçimde tartışılmasını yasaklayan Erken Cumhuriyet ideolojisi bu nedenle bir ideokrasinin temelini oluşturuyordu.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin siyasî rejimi, sınırlı çoğulculuğa izin veren bir otokrasiden ziyade popülist bir ideokrasiyi andırıyordu. Bu ideokrasinin dayandığı ideolojinin sığlığı onun "gerçek"i her yönüyle açıklama iddiasında olan "tekçi" karakter taşıdığı hakikatini değiştirmemektedir.
Bu nedenledir ki Arjantin, Gana, Güney Kore benzeri, "tekçi" ideolojinin egemen olmadığı ülkelerde askerî diktatörlüklerden demokrasilere geçiş daha kolay gerçekleşirken, "tekçi" bir ideokrasinin egemenliği altında uzun seneler geçiren toplumumuzda, altmış yılı aşkın "çok partili yaşam" tecrübesine karşın bu dönüşüm çok daha zor olmaktadır.
İdeokrasi nasıl evrildi?
İdeokrasiler bireyleri ideolojik ilkelerinin "üstün değerleri"ni içselleştiren inanç sahiplerine dönüştürmeye, kazanılması mümkün olmayan muhalifleri ise tasfiyeye gayret ederler. Bu alanda başarı sağladıklarında ideokrasilerin zor kullanma ve tasfiye gereksinimleri de ortadan kalkar. Ufak topluluklarda, meselâ Massachusetts'deki püritan cemaatleri ya da Paraguay'daki Cizvit yerleşimlerinde, herkesin "üstün değerler"e kazandırıldığı, inançsızların cezalandırılarak topluluk dışına atıldığı "olgunlaşmış ideokrasi"ler ortaya çıkabilmişse de bunların istisnâî olduğu unutulmamalıdır.
Büyük ölçekli ideokrasiler için böylesi bir başarının sağlanabilmesi neredeyse imkânsızdır. Herkesin "Sovyet insanı" ya da "Kemalist" olduğu toplumlarda ideokrasi olgunlaşabilir, zor kullanma ve yasakçılığı bir kenara bırakabilirdi. Ancak bu, yukarıda verdiğimiz örneklere nazaran, son derece zor bir dönüşümdü. Bu nedenle ideokrasilerin çoğunluğunun totaliter karakter göstermesi tesadüfî değildir. Ancak kendi örneğimize dönecek olursak, aykırı fikir sahiplerini tasfiye ederek Türkiye'yi inançlı Kemalistler cemaati haline getirme projesinin başarısızlığı totaliterliğe yönelim sonucunu doğurmadı.
Bu başarısızlık, şekil şartları açısından demokrasiye uygun olmakla beraber onun gerektirdiği çoğulculuk yerine "tekçi" ideolojiden vazgeçmeyen bir sisteme geçişe neden oldu. Başka bir ifadeyle, ideokrasi kendi ilkeleri çerçevesinde, kırmızı çizgilerinin dışına çıkılmaması koşuluyla, dar bir alanda tartışmaya izin verdi. Ancak pek çok örnekte görüldüğü gibi, tartışmaya açık alan gitgide genişleyerek ideokrasinin kırmızı çizgilerini anlamsızlaştırdı. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat benzeri müdahalelerle ideokrasinin yeniden tesisi çabaları ise sonuç getirmedi. Bunun neticesinde ideokrasi yerini logokrasiye, yâni söylem, kavram ve ifadelerin iktidarına, bırakmak zorunda kaldı. Artık tekçi ideoloji aidiyet ve inanç beklememekte, siyasetleri yaratmamakta ancak ilkelerinin tekrarlanmasını, sembol kullanımı ve törenlerle topluma aşılanan kutsallığının sorgulanmamasını ve siyasetlerin kendi temel yaklaşımlarının yorumlanmasıyla üretilmesini talep etmektedir.
Seçeneklerimiz nelerdir?
Siyasî rejimimizin ilerlemeci, halkı çoğulculuğa hazırlayıcı bir otokrasiden demokrasiye evrildiği varsayımının geçersizliğini kabul ettiğimiz zaman, önümüzdeki sorunun da altmış yılı aşkın geçmişi bulunan çok partili yaşama dayanan bir demokrasi üzerinde ufak tefek düzeltmeler yapılması olmadığını kavramamız pek de zor olmaz.
Bu gerçek kavrandığında önümüzdeki seçenekleri görebilmek de kolaylaşır. Olgunlaşamaması ve zamanın ruhuyla uzlaşmazlığı nedeniyle logokrasiye dönüşmek zorunda kalan geleneksel ideokrasinin canlandırılması mümkün değildir. Dolayısıyla Türkiye'nin önündeki ilk seçenek yeni bir ideokrasinin farklı bir "tekçi" ideolojiye dayalı olarak tesisidir. Bu şüphesiz yapılabilecek en kötü tercih olur. Değişik sivil toplum toplantılarında dile getirilen "ideolojisiz anayasa" talebi de gerçekte bu tür bir dönüşümden duyulan korkuyu yansıtmaktadır. Buna karşılık uzun yıllar ideokrasi altında yaşamış, daha sonra da onu söylem düzeyinde yeniden üretmiş bir toplumda böylesi bir seçeneğin, bilhassa iktidar sahiplerine, fazlasıyla câzip görünmesi doğaldır.
İkinci yaklaşım logokrasiyi resmî söylemi yeniden yorumlayarak muhafaza etmek, değişimi yeni kuşaklara bırakmaktır. Bunun ise zamanın ruhuna karşı arafta kalma durumunu uzatmaktan başka bir kazanç sağlamayacağını unutmamak gereklidir.
Son tercih ise "kıralın çıplak olduğunu" söyleyerek, "tekçi" bir ideolojinin dayatılmadığı, onun söylem düzeyinde de yeniden üretilmediği, çoğulcu ve demokratik bir Türkiye'nin temellerini atmaktır. Bunun yeni bir ideokrasi yaratma fırsatçılığı ya da logokrasiyi sürdürerek mevcut dengeleri koruma kolaycılığıyla kıyasalandığında çok daha zor olacağı kuşkusuzdur. Ancak göğüs germemiz gereken meşakkat çocuklarımızın bizlerin çektiği sıkıntıları yaşamamasının maliyetinden başka birşey değildir.
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.11.2018
12.11.2018
5.01.2018
29.10.2018
22.10.2018
15.10.2018
24.09.2018
16.09.2018