Münir AKTOLGA
Şimdi tekrar başa dönerek soruyoruz, objektif izafi gerçeklik olarak varolma sınırları içinde “özgür irade” nedir, “özgürce davranmak” nedir? Ya da, var mıdır böyle birşey?
Yukardaki örnekte (i)’ye kaynak teşkil eden nesne ile gelen informasyonu değerlendiren A-B sistemi, etkileşme öncesinde, biribirleri için potansiyel gerçeklik durumundadırlar. Bu nedenle (i), yani informasyon, ancak söz konusu nesne ile A-B sistemi arasında bir etkileşme başladığı an A-B için objektif bir gerçeklik haline gelir. Ve bu andan itibaren başlayan süreç de artık tamamen (i)’ye kaynak olan nesne ile A-B sistemine ilişkin bir süreçtir. Yani, bu andan itibaren, A-B sisteminin karar vermesi ve bu kararı uygulayarak bir davranış haline getirmesi, artık sadece A-B ye ait bir özellik-yetenek- olmaz; bu, (i)’ye kaynak olan nesne ile A-B sistemine ait bir özellik-yetenek olarak ortaya çıkar.
Peki, bu durumda, karar veren ve uygulayan kim oluyor?
Bir örnek: Diyelim ki, bir döner büfesinde dönercilik yapıyoruz (ben bu işi yirmi sene yaptım !) ve bir müşteri geldi, “iki döner” istedi!. “Sadece salatalı olsun, sos-acı falan istemiyorum” diye de ekledi! Şimdi bu durumda, müşteri-satıcı mekanizması nasıl işliyor onu görelim:
Müşteri gelmeden önce müşteri ve satıcı biribirleri için potansiyel gerçeklik durumundadırlar. Müşteri gelipte “merhaba” dediği an ilişki başlıyor; yani o ilk merhaba’yla birlikte bunlar birbirlerini (birbirlerine göre) objektif gerçeklik haline dönüştürmüş oluyorlar! Dönere ilişkin informasyon ise (i) “ilk durumdan” itibaren sistemi harekete geçiren “girdi” rolünü oynamaktadır. Bunun ardından, önce hemen satıcının kafasında (A) bir davranış modeli oluşur (nasıl bir döner yapacağına ilişkin nöronal bir ağ oluşup aktif hale gelir), sonra da bu nöronal model satıcının motor sistemine (B) verilir ve davranış haline getirilir, satıcı döneri yapmaya başlar. Bu durumda ortaya çıkan sonuç, müşterinin isteğine-iradesine bağlı olarak ortaya çıkan- satıcının “özgür iradesiyle” yaratılmasına katkıda bulunduğu bir SENTEZDİR. O halde tekrar soralım: “Özgür irade” nedir?
“Özgür irade”, yani ne yapacağına kendinin-kendin olarak- karar verebilmesi, varlığı kendinden menkul-metafizik bireylerin, “kendinde şey” varlıklar olarak, “hiçbir etkene bağlı olmaksızın” kendiliklerinden- mutlak bir şekilde karar verebilme yeteneği değildir! Böyle birşey yoktur! “Özgür irade”, daima, bir SİSTEM GERÇEKLİĞİDİR-özgür davranış da, gene daima bir SİSTEM DAVRANIŞIDIR. “İrade” demek, kendi isteğinle karar verebilmek demektir. Ama görüyorsunuz, daha işin başında, o “kendin”-“kendi isteğin” dediğin şey bile ancak dışardan gelen etkilere karşı bir reaksiyon olarak oluşuyor. Yani öyle “kendin” (self) diye, ne yapacağına mutlak anlamda “kendisi” karar veren “mutlak bir gerçeklik”-varlığı kendinden menkul bir benlik- söz konusu değildir.
Dikkat edilirse burada daima iki temel faktör bulunuyor. Dışardan gelen informasyon-çevre-ve bu informasyonu işleyen, belirli bir bilgi temeline sahip bir sistem. Sonuç, daima bu iki unsurun etkileşiminin ürünü oluyor.. Bu yüzden, “özgür irade” demek, “kendinde şey” olarak “tam bağımsız” bir şekilde karar verebilmek demek değildir! Baskı altında olmadan, herhangi bir dış kuvvete tabi olmadan karar verebilmek demektir. Burada altı çizilmesi gereken nokta, “kendi isteğimiz” denilen iradenin “kendinde şey” olarak varolan egozentrik bir benlikten kaynaklanmadığıdır!. Benliğimiz, çevreyle ilişki içinde oluşuyor. İsteklerimiz de, özgürce gerçekleşen bir “bağımlılık” ilişkisi içinde “bağımsız” bir şekilde ortaya çıkıyor..
Bir örnek verelim: Su içmek istiyoruz! Bu nedir şimdi? “Benim”-kendinde şey anlamında- “özgür iradem”midir burada su içme isteğini belirleyen? Hayır! Öyle “ben” diye metafizik bir varlık falan yok ki benim içimde! İzafi bir gerçeklik olarak “benimle” (benim organizmam ile) su-çevre- arasındaki ilişkidir işin altında yatan. Organizma-çevre ilişkisinde organizmanın su dengesi bozulduğu an bu durum hipotalamusa bildirilir ve organizmanın “Homeodinamik” sistemi çalışmaya başlar, bu işleyişin sonucu da çalışma belleğinde nöronal düzeyde bir aksiyon potansiyeli olarak “su içme isteği” şeklinde kendini ifade eder, olay budur. Yani, su içme isteği, kapalı bir sistem olarak “benim organizmama” ilişkin, mutlak anlamda özgür bir iradenin sonucu değildir!. Organizma-çevre sistemine ait bir durumdur-sentezdir.
Burada, “özgür bireyler” olduklarını söyleyen Gezicilerin, “benim bedenim ben karar veririm” anlayışlarını okuyucunun yorumuna bırakıyorum!.Dikkat ederseniz, bu sözün altında herşeyi kapsayan bir bakış açısı-bir dünya görüşü yatıyor. Örneğin, bu anlayışa göre bir toplum da, bu türden “kendinde şey özgür bireylerden” oluşan bir patates çuvalı gibidir!. Herbiri “objektif mutlak gerçeklik” olan, varlığı kendinden menkul egozentrik bireylerden oluşmuş bir toplamdır toplum denilen şey!..İşte o çok özenilen Batı medeniyetinin insanları getirdiği nokta! Ulus devlet + tekelci kapitalizm zemininin ürettiği kültür-insan tipleri ve toplum anlayışı..
Bir sistem fonksiyonu olarak gerçekleşen hareketlerimize, biz, “özgür irademizle” yapılan davranışlarımız deriz. Burada “biz” olarak ifade ettiğimiz “benliğimiz” gibi, onun varoluş biçimi olan “davranışlarımız” da izafi oluşumlardır. Kendinde şey olarak varolan bir bireye-“ben’e”- değil, çevreyle ilişkisi içinde izafi olarak her an yeniden yaratılarak varolan gerçek bir bireye-benliğe- ait varoluş biçimleridir.
Özgürlük-özgür irade ve “determinizm” anlayışı..
Önce gene o “ipe bağlı olarak dönmekte olan taş” örneğine dönüyoruz. Sonra da bunu gene belirli bir kuantum seviyesinde bulunan bir elektronun hareketiyle karşılaştırmaya çalışacağız:
Dönmekte olan taş örneğinde, taşın belirli bir andaki konumunu (örneğin yerini ve hızını) bilirsek (ki bunlar bilinebilir değerlerdir), hareket yasaları gereğince, onun daha sonraki durumuna-konumuna ilişkin bilgileri de önceden tam olarak söyleyebiliriz. Buna, bilimsel terminolojide “klasik determinizm” deniyor..
Daha ileri giderek buradaki mantığı bütün bir evrene de taşıyabiliriz! Çok basit! Evreni boş bir sahne, nesneleri de bu sahnede yer alan oyuncular olarak düşünürsünüz olur biter! Bu durumda, evrensel varoluş-oluşum süreci dediğimiz şey de, herbiri “kendinde şey” olarak varolan nesneler arasındaki ilişkilere-etkileşmelere indirgenmiş olacaktır. Biribirlerini etkileyerek mekanik olarak yer değiştiren nesneler, bu şekilde bir durumdan başka bir duruma geçmiş olurlar. Böylece, eğer belirli bir anda bütün bu nesnelerin konumunu ve hareketini tesbit edebilen-belirleyebilen süper bir bilgisayara sahip olsaydık, bunun aracılığıyla, geleceği de önceden tam olarak bilmemiz mümkün olabilirdi!.Alın işte size idealizmin kaderciliğiyle materyalist bir zeminde yükselen klasik determinizmin kesiştkleri nokta!!.. Böyle bir bilgisayarın ne zaman yapılacağı, ya da yapılıp yapılamayacağı ayrı bir konudur, önemli olan, böyle birşeyin prensip olarak mümkün olup olmamasıdır. Evrenin her yanında aynı şekilde işleyen bir saati de-mutlak bir zaman ölçücü olarak- yukardaki tabloya dahil ederseniz, olay apaçık ortaya çıkar. Mutlak bir uzay-zaman, böyle bir uzay-zamanın içinde, belirli bir anda uzay-zaman koordinatlarıyla varolan mutlak gerçeklikler olarak yer alan varlıklar ve önceden belirlenmiş bir gelecek-kadercilik. İşte size bütün o idealist-materyalist dünya görüşlerinin evrene bakış açısı!...Söylermisiniz bana şimdi, böyle bir tablo karşısında materyalizmle idealizm arasında ne fark vardır! İkisi de esas olarak aynı varoluş zemininden yola çıkmıyor mu bunların: Belirli bir anda “yoktan var edilmiş”, ya da, “önceden varolan” “boş bir uzay”, ve “mutlak bir zaman” değil midir ikisinde de çıkış noktası? İkisi de mutlak anlamda determinist-yani kaderci değil midir bunların?. Tek fark; birisi, yani idealizm, “mutlak gerçeklikler olarak varolan varlıkları yaratan bir idee vardır” diyor, diğeri, yani materyalizm ise, “hayır, onlar kendinde şeyler olarak zaten vardırlar, varolmak için bir idee’ye-yaratıcıya- ihtiyaçları yoktur” diyor!. Beğen beğendiğini!.. Bunların her ikisi de insanlığın içinde gelişip olgunlaştığı ideolojik yapılardır. Ama artık o kurtçuk (insan) kelebek haline geldi, buna bağlı olarak da bütün o ideolojik yapılar yıkılıp yok oluyorlar!.
Belirli bir kuantum seviyesinde-potansiyel gerçeklik olarak yörünge hareketi yapmakta olan elektrona gelince, bu durumda artık mekanik dünyanın gerçekleri için (o “özgür bireyler” için) söylediğimiz şeyleri o elektron için de aynen tekrarlayamayız!. Günlük hayatımızda işimize yarayan, mekanik- makroskobik dünyaya ilişkin olarak kullandığımız yaklaşık değerleri bu durumda artık tamamen bir yana bırakmamız gerekecektir.. Çünkü artık,belirli bir kuantum seviyesindeyken, “kendinde şey” olarak “mutlak-objektif” bir varlığa sahip olmayan bir elektronun (yani, belirli bir anda uzay-zaman içinde belirli bir konuma, hıza, momentuma, enerjiye vb. sahip olmayan bir elektronun) gelecekte ne durumda olacağını da önceden belirlemek mümkün değildir. Bu haliyle, belirli bir konfigürasyon uzayına yayılmış potansiyel bir madde enerji alanından başka birşey olmayan bir “elektronun” “zamana bağımlı olmadan” yaptığı bir hareketten yola çıkarak gelecek için kehanette bulunmak söz konusu olamaz.
Bu durumdaki bir elektronu, Heisenberg İlkeleri çerçevesinde objektif bir gerçeklik olarak tanımlayabilmek için, önce onunla etkileşerek, onu belirli bir anın içinde yakalayabilmemiz gerekir! Ama bu işi yaptığımız anda da, ortaya çıkan elektron, artık biz onunla etkileşmeye başlamadan önce “bizden bağımsız olarak varolan elektron” değildir! Bizimle ilişki içinde varolan-yaratılan izafi bir gerçekliktir o artık. Ve esas olan da budur! Çünkü, etkileşme-ölçme işlemi-bittiği an, o (yani elektron) tekrar içinde bulunduğu atalet alemine-kuantum seviyesindeki potansiyel gerçeklik haline- dönecektir. Zamana bağlı olmayan bir dünyada atalet hareketine başlayan bir elektronun gelecekteki davranışlarından bahsetmek ise abesle iştigal etmek olurdu!.
Ama biz ne yaparız, ölçme işlemi bitince, üzerinde ölçme işlemi yaptığımız elektrona ilişkin bütün o ölçü değerlerini taşıyan bir hareket denklemi-dalga fonksiyonu-yazarız ve deriz ki, “eğer gelecekte de, dalga fonksiyonu olan bu elektron üzerinde gene bir ölçme işlemi yapacak olsaydık, elde edeceğimiz değerler şu an elimizde bulunan dalga fonksiyonunun karesiyle orantılı olan muhtemel değerler olacaktı”. Yani bu durumda artık tartışma, gerçekleşme ihtimali bulunan değerlerden hangilerinin mümkün olabileceği üzerine olacaktır.
Peki, elektron değilde bir insan söz konusu olsaydı, o zaman ne diyecektik? Yani, insanların “alınlarında yazılı olan bir gelecek” var mıdır? Ya da, bir insanın belirli bir andaki durumundan yola çıkarak onun gelecekte nerede olacağına, ne yapacağına ilişkin kehanette bulunabilir miyiz?
Belirli bir anda bir insanın varlığını temsil eden nöronal etkinlik (nefs-benlik-self), o anın içinde çevreyle gerçekleşen etkileşmeye bağlı olarak oluşan elektriksel bir reaksiyon modelidir!. Öyle, mutlak bir zaman ve buna ilişkin mutlak bir uzay bulunmadığı için, mutlak bir benlik de söz konusu değildir. Her an yeniden yaratılan izafi bir benliktir “gerçek” olan. Bu nedenle, her anın içindeki benliğimizi temsil eden nöronal elektriksel model, gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan nöronal etkinliklerden o anın içindeki etkileşmeye göre mümkün hale gelendir. Bu ne mi demek, şöyle düşünelim:
Bir etkileşme öncesinde beynimizdeki sinaptik yapıyı, etkileşme anında aktif hale gelmesi ihtimal dahilinde olan sinapslardan oluşan potansiyel bir gerçeklik olarak düşünürsek; belirli bir etkileşme, aktif hale gelmesi ihtimal dahilinde olan bu sinapslardan ancak belirli bir kısmının aktif hale gelmesine neden olacaktır. Yani, aktif hale gelme olanağı bulunan sinapslardan hangilerinin aktif olacağını belirleyen, sisteme dışardan gelen girdi-informasyon- oluyor. Bu durumda, birçok ilişkiler-etkileşmeler- sonucunda, bir insanın çeşitli etkilere-etkenlere karşı verebileceği bütün cevapları bir araya getirerek, aynen bir elektrona ilişkin olarak elde ettiğimiz dalga fonksiyonuna benzer bir şekilde söz konusu o kişiye ilişkin olarak da onun muhtemel davranış biçimlerini ihtiva eden bir hareket denklemini çıkarmış-yani onu “tanımış”-oluruz. Bu bilgileri temel alarak da, onun daha sonraki ilişkilerde-süreçlerde gösterebileceği davranışlara ilişkin muhtemel sonuçları belirleriz. Yani, bir insanı ne kadar iyi tanırsak, onun ilerde ortaya çıkabilecek davranışlarını da o kadar önceden doğru olarak TAHMİN ETME olanağına sahip olmuş oluruz. Öyle, tek yanlı olarak, “canım istedi yaptım oldu” diyebilecek “kendinde şey” bir “birey” ve “bireysel özgürlük” anlayışı yok yani! İnsanlar daima, gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan davranışlardan belirli bir anın içinde mümkün olanı gerçekleştiriyorlar. Belirli bir anda “özgür irademle yaptım” dediğimiz şey böyle ortaya çıkıyor!
Şimdi, tekrar başa dönerek, ortaya çıkan bu sonuçları toplumsal bir gerçeklik olarak ele almamız gereken insan ilişkileri-davranışları alanına aktarmaya çalışalım:
Daha önce organizmayı bir informasyon işleme sistemi olarak ele alarak onun nasıl çalıştığını görmüştük. Dışardan-çevreden-gelen informasyon (i) alınınca sistemin bilgi temelini temsil eden unsur-beyin (A)-bunu değerlendirip işliyor, sonra da, ortaya çıkan sonucu davranış-cevap-olarak gerçekleştirmesi için sistemin motor gücüne-organlar (B)-veriyordu (bütün bu konuları ayrıntılı olarak www.aktolga.de 6 Nolu Çalışmada ele almıştık). Eğer toplumu da aynen organizma gibi bir informasyon işleme sistemi olarak ele alacak olursak ortaya çıkan durumu şöyle ifade edebiliriz.
Bu durumda sistemin elementleri artık organizmada olduğu gibi hücreler değil insanlardır. Nasıl ki organizmada hücreler biraraya gelerek organları meydana getiriyorlarsa, toplum söz konusu olduğu zaman da bütün toplumsal organları meydana getirenler sistemin elementleri olan insanlardır. Aynı şekilde, toplum söz konusu olduğu zaman da gene bütün organlar sistemin işleyişine göre iki temel fonksiyonel grupta toplanırlar: Çevreden gelen informasyonu değerlendirerek işleyen toplumsal kurum-kurumlar (A)-ve sonra da bu kurumların oluşturduğu cevapları-davranış modellerini hayata geçiren sistemin motor gücü unsurlar (B)..
Ama toplum-hele hele sınıflı toplum-söz konusu olunca olay bu kadar basit değildir. Bu durumda egemen sınıf (A) çevreden gelen-alınan- madde-enerji-informasyonu değerlendirerek işleyen, bunu yaparken de sistemin bilgi temeline sahip çıkarak onu kullanan (zaten bu yüzdendir ki sistemin dominant kutbu haline gelen) unsurdur. Sistemin motor gücü ise, egemen sınıfın hazırladığı davranış modelini hayata geçirenler (B) oluyor.
Bir sistemin bilgi temelinin, evrensel bir gerçeklik olarak, her durumda sistemin iki karşıt kutbu olarak A ile B arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulduğu gerçeğinden yola çıkarsak (www.aktolga.de 4.Çalışma), bunun, örneğin kapitalist bir toplum söz konusu olduğu zaman, burjuvazi (A) ile işçi sınıfı (B) arasındaki üretim ilişkileriyle kayıt altında tutulan temel bilgi olduğunu görürüz. Bu haliyle bir informasyon işleme sistemi olarak toplumla bir kompüterin çalışma sistemi arasında hiçbir fark yoktur aslında (www.aktolga.de/m24.pdf) !. Gene aynı şekilde toplumsal bir sistemin “işletme sistemi”de, onun belirli bir bilgi temeli üzerinde nasıl çalışacağına işaret eder vb.
Ama tabi toplum söz konusu olunca olay bu kadar mekanik-bir makine gibi- işlemez!!. Çünkü bu durumda bilgi temeli hiçbir zaman öyle homojen değildir. Toplumsal bilgi temeli daima eskiden beri varolan, bizim kültür adını verdiğimiz, daha önceki üretim ilişkilerinden kaynaklanan geleneksel yaşam bilgileriyle birlikte kayıt altında bulunurlar. Yani, yeni bir üretim ilişkileri-buna bağlı yaşam bilgileri-doğarken bir anda eskiden beri varolan yaşam bilgileri hemen kayboluvermezler!. Bu nedenle insanlar, daima, eskinin içinden çıkıp gelen reel-yaşayan varlıklardır. Onların davranışlarını belirleyen de, bu homojen olmayan bilgi temelleridir. Her ne kadar içinde yaşanılan üretim ilişkilerinden kaynaklanan yaşam bilgileri zamanla dominant hale gelirlerse de, iş bu noktaya gelene kadar eskiden kalma kültürel zeminler de varlığını sürdürürler.
Şimdi yavaş yavaş somuta-Türkiye gerçeğine geliyoruz!..
Türkiye gibi kültür ihtilaline maruz kalmış (iki kültürlü) bir toplumda kapitalist üretim ilişkileri henüz daha tek başına bütün bir yaşamı kuşatan, herkes için ortak yaşam bilgilerini (tek bir kapitalist kültürü) üreten (bunu dayatan) bir noktada değildir. Bu nedenle, bir informasyon işleme sistemi olarak ele alındığı zaman sistemin bilgi temeli daima bu kültürel ikiliği de kendi içinde yansıtarak ortaya çıkar. Batı kültürüyle yetişmiş insanların yaşam bilgileri ile İslam’la karakterize olan geleneksel kültürle yetişen insanların yaşam bilgilerine ilişkin bilgi temeli aynı değildir. Bu nedenle, insanların çevreden gelen-alınan madde-enerjiyi-informasyonu değerlendirerek işlerken kullandıkları-sahip oldukları-yaşam bilgileri farklı olduğu için sonuç olarak davranışları da farklı olur. Ki bu da onların “özgürlük” anlayışlarına yansır. Şöyle gösterelim:
Birinci grup insanlar: Batı kültürüne ilişkin yaşam bilgileri + kapitalist kültür-yaşam bilgileri..
İkinci grup insanlar : İslama endeksli geleneksel yaşam bilgileri + kapitalist kültür-yaşam. bil..
Şimdi, bu iki grup insanın, kimliklerini oluştururken ortaya çıkan “özgürlük” ve “özgür irade” anlayışları arasındaki fark nereden kaynaklanıyor-nasıl ortaya çıkıyor onu görelim:
Daha şurada yakın zamana kadar toplumsal yaşamın akışını belirleyenler birinci gruptan insanlardı. Sistemin bütün fonksiyonlarını-yaşam biçimlerini- belirleyen bu insanların sahip oldukları bilgi temeliydi. Açıktır ki, bu durumda, ikinci gruptan olan insanlar için yaşam, kendi özgür iradeleriyle gerçekleştirdikleri davranışlardan ibaret olmuyordu. Bu insanlar, kendi varoluş koşullarını ve yaşamlarını egemen elitin-sınıfın ve onun kültürünün dikte ettiği yaşam bilgilerine göre düzenlemek zorundaydılar. En azından “kamusal alanda” böyleydi bu; insanlar böyle hissediyorlardı, böyle yaşıyorlardı. Bu yüzden de, kendilerini, her an, devlette somutlaşan belirli bir zorlayıcı kuvvete tabi olarak görüyorlar, bu anlamda “özgür olmadıklarını”, kendi “özgür iradeleriyle” değil de, devletin onlara dayattığı şekilde yaşadıklarını düşünüyorlardı; kimlik oluşturma sürecinin koşulları onlarda bu türden bir duygusal alt kimliğin oluşmasına neden oluyordu.
Sonra, AK Parti iktidarıyla birlikte “çevre” “merkeze” taşınıp da sistemin işleyişi değişince “özgürlüğümüz elden gidiyor” diye yakınanlar da yer değiştirmiş oldular!. Her ne kadar AK Parti sözcüleri “biz hiçbir şekilde kimin nasıl yaşayacağına-yaşam bilgilerine, kültürüne karışmıyoruz-karışmayacağız” deseler de, birinci grup insanlar hiçbir zaman tatmin olmadılar. Çünkü aslında mesele sadece kimin nasıl giyineceğine, neyi nasıl yeyip içeceğine ilişkin bilinç dışı kültürel değerlerle ilgili değildi!. Bunlarla içiçe geçmiş durumda olan, sistemin-kapitalizmin-işleyişine ilişkin temel bilgiler-bunun da ötesinde- temel fonksiyondu önemli olan. Ki burada da işin içine, bilgiye sahip çıkarak sistemin nasıl işleyeceğini belirleyen egemen-dominant sınıf olma durumu giriyordu. Daha önce, birinci grup insanların sahip oldukları toplam bilgi temeline göre işleyen sistem, otomatik bir şekilde, bu insanları şu ya da bu biçimde sistemin dominant-egemen unsuru konumuna getirmişti.Herkes-bu grupta yer alıpta en alt basamaklarda bulunan insanlar bile- bu dominant-belirleyici olma durumundan, en azından zihinsel düzeyde ideolojik de olsa bir pay alıyordu!. Egemen sınıfa-elite- dahil olmasalar bile onunla aynı yaşam bilgilerine sahip olma durumu birinci grubun içinde en alt kademelerde bulunan insanlara bile yaşam bilgileri-biçimleri temelinde bir kendine güven-buna bağlı olarak da bilinç dışı bir “ÖZGÜRLÜK” duygusu veriyordu. Ne zaman ki bunlar iktidarı kaybettiler ve onu bir daha (“ötekiler” hem çoğunlukta olduklarından, hem de artık uyandıklarından !) ele geçiremeyeceklerini anladılar, artık bunlar o andan itibaren umutlarını da kaybederek, kendilerini kaybolan o güzel-eski “özgür” günlerini geri getirmek için mücadele eden “özgürlük savaşıları” (“M.Kemal’in askerleri”) olarak görmeye başladılar!
Peki neden Gezi?
Gezicilerin ayrıcalığı nedir; kendilerini “batıcı”, “Kemalist”, “modern”, “ilerici” olarak tanımlayan birinci grup dediğimiz insalarda neden bu kadar heyecan yarattı bu hareket? Tam artık bütün umutlarını kaybetmek durumundalar iken, ne oldu, nasıl oldu da “Gezi hareketi” ve “Geziciler” denilen insanlar bunlara-bu antika elitlere yeni bir yaşam umudu kaynağı olabildiler-gençlik aşısı yapabildiler?
İşte tam bu noktada karşımıza yeni Türkiye gerçeği çıkıyor! Gezi hareketinde başı çeken ve ona toplumsal düzeyde meşruiyet sağlayan genç insanlar, eski Türkiye’nin kabukları içinde sıkışıp kalan ve bir türlü doğmakta olan yeni Türkiye’ye uyum-geçiş sağlayamayan eski batıcı-Kemalist elitlere yeni Türkiye’ye geçiş konusunda bir köprü-bu anlamda da, onları sıkışıp kaldıkları eski mevzilerinden öbür tarafa çekip kurtaran bir kurtarıcı el oldular.
Bu işin nasıl başarıldığını-bunun ne anlama geldiğini kavramak için aslında Gezicilerin profillerine bakmak yeterlidir. Gezi hareketine daha sonra katılan öbür “solcu”, “ulusalcı” grupları-yol arkadaşlarını falan bir yana bırakırsak, Geziye çekirdek teşkil eden kadronun içinde iki grup var bence. Birincisi açık: Eski batıcı-orta üst sınıf Kemalist elitin iyi eğitim görmüş, “Batı’ya açık” (bazıları “dünyaya açık” diyorlar, ben buna katılmıyorum!) çocuklarıdır bunlar..İkinciler ise, bunlar, ya gene aynı batıcı Kemalist kesimin daha alt kademelerinin çocuklarıdırlar, ya da, çevreden (“öteki” Türkiye’den) geldikleri halde, aldıkları Kemalist eğitim sonucunda pozitivist virüsün etki alanı içine girerek bir şekilde daha sonradan birinci gruptakilerle aynı ideolojik atmosfere dahil olmuş bulunan-bu anlamda devşirme-gençlerdir. Ama hangi kökenden gelmiş olurlarsa olsunlar hepsi de birkaç dil bilirler, iyi bir meslekleri vardır bunların. Yani, bu insanların sorunları öyle işsizlik, ya da yaşam koşullarının kötü olması falan değildir. Kısacası bunlar, her açıdan, konumlarını büyük ölçüde Devletin sağladığı imkanlara borçlu olan eski Kemalist elitist kitleden farklıdırlar.
Gezi hareketinin içinde yer alan iki grup insanı biribirinden ayırıyorum, çünkü biraz sonra ileriye yönelik olarak projeksiyon yaparken de göreceğimiz gibi, birinci grupta olanlar, siz ne yaparsanız yapın, bunlar eski batıcı-Kemalist elitin yeni Türkiye içindeki “modern” uzantıları olarak kalmaya devam edeceklerdir. Ama ikinci grupta olanların-en azından bir kısmı-yeni Türkiye açısından kazanılabilecek-kazanılması gereken unsurlardır bence. Örneğin, ben kendimi-benim gibi olan insanları- düşünüyorum da, biz nasıl çıkıp geldik ki o kabukların içinden! Şunu unutmayalım, bizim batıcı-Kemalist elit dediğimiz kitle aslında çok küçük bir azınlıktır. Bunların kontrol altında tuttuğu geniş kitle devşirme halk çocuklarından oluşmaktadır. Ama tabi burada aslında şu soruyu da sormak gerekir. Elit kesim dediğimiz o azınlık da son tahlilde aynı devşirme kadronun içinden çıkıp gelmiyor mu? Elbette ki öyle! Yani bizim hepimiz, son tahlilde, II.Mahmut’tan itibaren başlayan yeni tipten devşirme sisteminin ürünleriyiz. Ama nasıl ki Osmanlı da bir grup devşirme ta üst kademelere-Devlet yönetimine (Devlet sınıfına) kadar tırmanabiliyordu, aynı şekilde, Cumhuriyet döneminde de böyle ortaya çıktı yeni elitler. Fakat tabi arada şöyle bir fark da vardı. Cumhuriyet elitleri Devletçi bir kapitalizmle de bütünleştikleri için bunlar bu topraklara daha çok kök salabiliyorlardı..
Ben, her halukârda, özellikle çoğunluğu oluşturan bu ikinci gurup gençlere-bu potansiyele- yeni Türkiye’nin sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum!.
Bunların içinde çok yakından tanıdığım kimselerden örnekler verebilirim! İş hayatında çok başarılılar, pırıl pırıl bir zekaları var bu insanların; ama öyle garip birşey ki, sanki yaptıkları işle, dünyaya açık toplumsal yanlarıyla ideolojik kimlikleri arasında korkunç bir kopukluk var!. Ve de onlar bunun farkında değiller! Aynı insanda iki farklı dünyayı birarada görebiliyorsunuz. Örneğin, bir tanıdığım, bir yanıyla çok iyi bir mühendis, çalıştığı şirketin dış ilişkilerini sürdürüyor, yani küreselleşme sürecine entegre bir fonksiyonu var, ama öte yandan da saplantı halinde içe kapalı bir Kemalizm anlayışı-“ulusalcılık” var kafasında! İçinde bulunduğu ortama-mahalleye-bağlı olarak bilinç dışı bir şekilde sahip olduğu artık kaybedilmek üzere olunan eski hayal dünyasına-cennete ilişkin (umutsuzca da olsa) bir geriye dönüş hayali var!.Benimle konuştuğu zaman ikna oluyor bu tarafa (yeni Türkiye tarafına) geliyor, ama eve gidipde karısıylal konuşunca gene öbür tarafa (eski Türkiye’ye) geçiyor! Çünkü karısı birinci tür Kemalist Gezicilerden!!..
İşte, Gezi Hareketi’ni yeni Türkiye içinde ortaya çıkacak toplumsal muhalefetin zemini haline getiren potansiyeller bunlardır. Ama bu muhalefet, bugün henüz daha toplumsal olarak yeni Türkiye’ye ilişkin o köşe dönülmediği-o tepe aşılmadığı için, halâ eski Kemalist muhalefetle içiçe ortaya çıkıyor. Onları-Gezicileri- sağlı sollu eski Kemalist muhalefet gruplarıyla biraraya getiren diyalektik budur. Eskinin tortuları sanki bir gençlik iksiri bulmuşcasına onlara sahip çıkarak onların etrafını sararken, onlar da, henüz daha yeni Türkiye’nin içinde kendi yerlerini ve kimliklerini bulamamış olmanın verdiği şaşkınlıkla bunda bir sakınca görm! İşin aslı bence budur.
Ben şöyle düşünüyorum: Bir an için bu insanların (en azından ikinci gruptan olanların) beyinlerindeki o ideolojik-bireyci-egoizm virüsünden arındığını düşünün (!), alın işte size yeni Türkiye’yi bilgi toplumuna doğru götürecek insan potansiyeline çok önemli bir katkı! Türkiye böylesine bir birikimden, bilgi hazinesinden öyle hemen kolayca vazgeçemez! Kısacası, bugün için Kemalist karşı devrim rüzgarlarına gençlik aşısı yapan bu potansiyele bir şekilde sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum ben. Hiçbir şekilde, onların beyinlerini işgal eden Kemalist virüsle uzlaşmadan, bu konuda onlara taviz vermeden, onları, onlar için bir din haline gelen bilimin dilinden konuşarak ikna etmenin mümkün olduğuna inanıyorum!. Siz bu insanlarla oturun sabaha kadar dinsel bir terminolojiyle dinsel çerçeve içinde tartışın, bunlara tarihten, geleneklerden falan bahsedin onları ikna edemezsiniz. Ama oturun bu insanlarla bilimsel bir dille sistem teorisini, varoluşun genel izafiyet teorisini, kuantum teorisini tartışın, bu zeminde, “özgürlük” nedir bunu tartışın, “özgür irade” nedir, bunun nörobiyolojik-nöropsikolojik temelleri nelerdir bunları tartışın, bir yerde mutlaka ortak bir noktada buluşacaksınız!. Ben bu işe talibim! Ve bütün bu arkadaşları yeni, demokratik bir Türkiye’nin yaratılması mücadelesinde bu türden bir tartışmaya-diyaloğa, ortak bir sentez yaratmaya davet ediyorum!..
Kemalizm ise Kemalizm, İslam ise İslam, Batı ise Batı, bilimse bilim..bütün bunların hepsi var bizim içimizde. Birimizde bir taraf, diğerimizde öteki taraf ağır basmış şimdiye kadar, ama son tahlilde hepimiz bir şekilde bütün bu değerlerin-bilgi temellerinin çatıştığı, etkileştiği birer alan haline gelmişiz ve bir şekilde hepimiz bu etkileşmelerin şu ya da bu şekilde bir sentezi olmaya adayız. İşte yeni Türkiye’nin insan malzemesi budur, bu olacaktır. Hem sonra, aptal mıyız biz, niye bu kadar farklı kültürleri-yaşam bilgilerini, bilgi temellerini bir yana itelim ki, neden bunları kucaklamıyoruz ki!..Varsın “İslamcı” Batı kültürüne, “batıcı” da İslama, İslam kültürüne mesafeli dursun!. Neden hepimiz aynı olmaya çalışalım ki!.Herkes biribirine saygılı olsun, biribirinin varlığını kabul etsin yeter!. Örneğin ben “Kemalist”, ya da “dinci” değilim, “ateist” de değilim, bunları eleştiriyorum da, ama şunu da biliyorum ki, bunların hepsi var bu potanın içinde-benim içimde!. Son iki yüz yıldır katettiği bir yol var bu ülkenin-bu halkın..Şu, ya da bu şekilde yaşanmış bir ortak tarihimiz var. Bunun bir kısmını yaşanmamış varsayabilir miyiz? Diyalektik düşünce bir yaz boz tahtası değildir ki!. Eskinin inkârı, eskiyi tahrip ederek onu yok var saymak anlamına gelmez ki!. Hem sonra, biz yok varsaysak ne olacak, bu durumda kafamızı kuma gömmüş oluruz o kadar!. Çünkü, o an o bizim beynimizdeki sinapslarda var olmaya devam ediyor!..Bunları-bu sinapsları da öyle bir anda yok edemeyiz ki!..Bir an için yokettiğimizi düşünelim, o zaman da biz, biz olamayız!. Çünkü, bütün o gel-gitlerle birlikte varız biz. Benim babam İslam kültürünün içinden yoğrularak geliyordu, ama annem Kemalistti (sonra ben solcu olunca o da benimle birlikte solcu olmuştu tabi!.) E..ben şimdi annemi bırakıpta babama mı sarılacağım! Bunların ikisi de var benim içimde, ama ben ne “İslamcıyım” ne de “Kemalist”! Ben-biz bu toprakların ürünü olan bir senteziz..
YAZININ 1. BÖLÜMÜ
http://www.duzceyerelhaber.com/munir-aktolga/17388-ozgurluk-nedir-ozgur-irade-nedir
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023