Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Diyarbakır’da geçen üç yoğun günden sonra evimdeyim, geceyarısı döndüm, öğlen üzeri uyanabildim ve kalkıp bilgisayarımın başına oturdum. Heybemde toplanmış bir dolu yeni bilgi, izlenim, kafamın içinde sıraya dizilmeyi bekleyen sayısız fotoğraf karesi var.
Hazmetmemi bekliyorlar.
Hazım sürecinin önemini herkes bilir, ben de biliyorum, ama hazım için kendimize zaman ayırmak gerektiğini çoğu zaman unuturuz. Kafamızdaki fotoğraf karelerini acele ile yan yana getirir ve bir sonuç çıkarırız ondan. Acaba çıkardığımız sonuç çıkabilecek sonuçların hepsini yansıtıyor mu sorusunu atlarız çoğunlukla. Asıl önemli olan sonuç çıkarmak için acele ettiğimizin farkında olmamaktır. Neden öyle acele davranırız bilmem. Sanki arkamızdan atlı kovalıyor gibi.
Birbiriyle çelişen veya çelişik gibi görünen, uzlaşmaz gibi duran farklı parçaları aceleyle monte etme girişimimiz, yanıtı henüz belirsiz sorulara yanıt bulmaya kendimizi mecbur hissetmemizden kaynaklanıyor. Sorumluluk duygusuyla bu mecburiyet hissi arasındaki zorunlu durağı fark edemiyoruz gibi.
Özellikle sol kültürden iyi bildiğim bir husus var. Çözümsüz sorularımızın olduğunu açık dille ifade edememek ve daha vahimi bunun farkında bile olmamak. “Yahu arkadaş ben bu sorunun yanıtını bilmiyorum” dediğimiz durumlar yoksa ya da pek az ise, dilimizdeki jilet gibi bu ütülü pantolon hali kafamızın da “ütüleme” yöntemiyle çalıştığını gösterir aslında. Yani hayatın tüm kırışıklıklarını indirgemeci mantığımızla ütüler, düzleştirir güya hayatın düğümlerini çözmüş oluruz. Kâğıt üzerinde çözümdür bu. Oysa kafamızın içindeki bu plato düzlükleri ile hayatın inişli çıkışlı yolları, dağları, tepeleri, uçurumları arasında derin bir uyumsuzluk vardır ama biz bunun farkında bile değilizdir. Biz hayatı yorumlamaya çalışırken onun bizim yanımızdan selamsız sabahsız akıp gittiğini fark etmeyiz bile.
Eklektik düşüncenin faziletini keşfedeli hayli zaman oldu. Bu keşif tümüyle kendiliğinden tezahür etmişti, başlangıcı hapishane günlerime uzanır. Kimselere anında yanıt vermek zorunda olmadığım durumda sahici sorularımla baş başa kalmıştım. Hapishanenin insanı dış dünyadan tecrit koşulları kendimi kandıracak sahici olmayan yanıtlar üretmemi engelliyordu. Sosyalizmin duvarlarının çöküşüyle birlikte üstüme yıkılan sorular öylesine devasa sorulardı ki çözümüm yok diye onları gözardı etmek de mümkün olamıyordu. Soruların büyüklüğü nedeniyle birbiriyle çelişik hatta uzlaşmaz gibi görünen yanıtlarından birini tercih edip öbürünü çöpe atamıyordunuz. Böylece kafamın içinde bir arabaya koşulmuş iki at gibi bu farklı soru ve yanıtların yan yana koşmasına izin verdim, daha doğrusu vermek zorunda kaldım. Eklektik düşünce tarzı dediğim budur. Zaman içinde şunu fark eder oldum; beni görmediklerimi görmeye iten tam da bu eklektik haldi. Bir süre sonra yanıtları neredeyse kendiliğinden gelmeye başladı.
Aslında bu dediğimi pek çok insan deneylemiştir. Çözemeden yattığımız bir problemi sabah çözmüş olarak uyandığımız durumlar yaşamışızdır. Beynimizin işleyişiyle ilgili bu mekanizmanın aslında toplumsal yaşamımızda da geçerli olduğunu söylüyorum.
Kendi yaşadığım bu deneyden yola çıkarak, Taraf yazılarımın üst başlığında duran “Neden olmasın” sorusunu artık kendime düstur edinmiştim.
İşte hazım süreci dediğim şey böyle bir şey...
Murat Belge KCK davasıyla ilgili yazısında Türkiye’nin sorunlarının çözümünde bekleme odası benzetmesini kullanmış. Çok yerinde bir benzetme. Ben de bekleme odasının bir hazmetme süreci olduğunu ekliyorum. Kuşkusuz bunun farkında olduğumuz sürece bu bekleme odası işe yarayacak. Bunun için biraz sabır gerekiyor.
Murat’ın o yazısı üstüne ufak bir not düşmeliyim. KCK davasının ilk gününde mahkeme dinleyiciler için sınırlı sayıda yer ayırmıştı. Sanırım 90 kişiyle sınırlıydı. BDP’li arkadaşların bu sayıda izleyiciyi içeri alabilmek için hayli terk döktüklerine şahidim. Fakat bulunduğumuz adliye koridoru öylesin basıktı ki, yüzü aşkın yerli yabancı izleyici bu daracık yerde sıkışmış, havasızlıktan bunalmıştık. Ön tarafta ise BDP’li yöneticiler sorunu çözmek için ter döküyorlardı.
Ben, Ufuk Uras, Doğan Tarkan, Erol Katırcıoğlu bir köşede laflıyorduk. Kim söyledi bilmiyorum, uzaktan Murat’ı göstererek “Murat çok sıkılmış” dedi. Baktım öyleydi hakikaten. Yazısından anladığıma göre sonra sabrı taşıp çıkmış. Sabrıyla tanınan Murat sanırım havasızlığa dayanamamıştı.
Ama BDP yöneticileri polislerle tartışarak sonunda hepimizi içeri almayı başarmışlardı; Biraz gecikerek de olsa mahkeme salonuna girebilmiştik. Şöyle bir şey yaşadım: Çağrılınca öne gittim, yanımda bir tutuklu yakını BDP’lilerle içeri girmek için tartışıyor. Benim yerime o girsin istedim ama yönetici arkadaş o tutuklu yakınının isteğini kabul etmedi ve ben girdim.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.05.2012
3.05.2012
30.04.2012
28.04.2012
26.04.2012
23.04.2012
21.04.2012
19.04.2012
16.04.2012
14.04.2012