Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Siyasetin ruh hali
4.10.2012
3901

 

Demokrasilerde toplumsal değişimin hız kazandığı dönemler, aynı zamanda farklı fikirlerin çatışma yoğunluğunun artmasını ifade eder. Çünkü ucu açık, ufku geniş bir geleceğin eşiğinde olunduğunda daha önce düşünülmeyen birçok alternatifin seslendirilmesi teşvik bulur.

 

Dolayısıyla demokrasilerde hızlı toplumsal değişimler, gözlerin geleceğe dikildiği, farklı gelecek tasavvurlarının karşılaştığı bir süreçtir. Bizde bunun tam tersi yaşanıyor ve belki de demokrasi olmadığımızın kanıtını oluşturuyor. On bir yıllık AKP iktidarı, önümüzdeki on bir yılı da içine alan bir biçimde, tarihin belirli bir anında yaşanmış farz edilen bir değişimin konsolidasyonu ile uğraşıyor. Yüzümüz hâlâ geçmişe dönük... Değişimi o geçmişten kurtulmak, uzaklaşmak olarak tanımlıyoruz. Nereye yöneldiğimizle değil, nereden uzaklaştığımızla ilgiliyiz ve tam da bu geçiş nedeniyle daha fazla 'demokrasi' olduğumuzu düşünüyoruz.

AKP iktidarının demokrat bir zihniyete sahip olmadığı halde, Cumhuriyet rejiminin otoriter vesayetçi yapısı nedeniyle, kendiliğinden demokratikleştirici bir rol oynadığı açık... Bu etki sadece siyasi karar mekanizması kodlarının değişimine değil, genelde kamusal alanın daha eşitlikçi ve çoğulcu bir yapıya dönüşmesine yol açtı. Böylece toplumda bastırılmış ve ötelenmiş olan yaratıcı ve katılımcı bir enerjinin 'sahaya' çıktığına tanık olduk. Bu enerji hem doğrudan AKP'nin temsil ettiği İslami kesimin iş dünyasına el koymasına ve kültür alanına nüfuz etmesine neden oldu, hem de geçmişle kıyaslanmayacak oranda sivil muhalefet ve itiraz hareketlerinin örneğin yargı ve enerji politikalarında müdahil hale gelmesiyle sonuçlandı. Kısacası AKP'nin on bir yılı, Türkiye'de sivil toplumun siyasete dahil olmasıyla sonuçlandı. Nitekim Başbakan 'cevap' niteliğindeki konuşmalarından muhtemelen yarısını, artık diğer siyasi parti liderlerine değil, bazı sivil toplum ve medya yönetimlerine hasrediyor.

Ne var ki bu çoğul yapının ve ortaya çıkan enerjinin yönlendiği alan gelecek değil. İslami kesim AKP sayesinde ortaya çıkan kamusal imkanların bugün ve bir an önce kullanılmasına yoğunlaşmış gözüküyor. Laik kesim ise bütün gücünü AKP eleştirisi üzerinden heba etmekle meşgul. İktidarın eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz ama örneğin Türkiye'nin genel enerji ihtiyacının nasıl karşılanacağına ve cari açığın nasıl ineceğine dair kapsamlı bir tez olmadan, çeşitli enerji santrallarına karşı çıkmanın toplumsal bir karşılığı da yok. Laik kesim kendi siyasi vizyonunu AKP ile, hatta daha da ileri giderek doğrudan Başbakan ile sınırlamış gibi davranıyor. Elbirliği ile yaratılan bu ortamın sonucu olarak da, tartışma ve düşünme faaliyeti geleceğe değil, bugüne sınırlanıyor. Hâlâ Cumhuriyet'in kuruluş rejiminden kurtulmuş olmanın travmasını yaşıyoruz. Bazılarımız o günlerin geri gelmeyeceğini gördükçe depresyonda, bazılarımız günün meyvelerini toplamakla meşgul, bazılarımız da kategorik itirazın siyaset olduğunu sanmakta...

Bu tablo AKP iktidarına hem zarar veriyor, hem de onun elini rahatlatıyor. Zarar veriyor, çünkü gelecek tartışmasının olmadığı bir toplumda hükümetin yanlış yapmama ihtimali olmadığı gibi, bu yanlışların sorumluluğunu paylaşma şansı da yok. Ama aynı zamanda elini de rahatlatıyor, çünkü ne yaparsa yapsın alternatifsiz hale geliyor ve yanlışların bedelini ödemiyor.

AKP kongresinde Tayyip Erdoğan'ın yaptığı konuşmayı bu arka plan ve onun getirdiği ruh halinin içinden yorumlamak gerek. Önümüzdeki on bir yılı yöneteceğinden ve bunu cumhurbaşkanı olarak 'taçlandıracağından' epeyce emin bir Başbakan bu... Geçmiş performansıyla övünen, getirdiği değişimin kıymetinin farkında olan biri. Dahası bunu 'tek başına', yani kendi partisiyle birlikte başardığını, ne içeriden ne de dışarıdan hak ettiği desteği almadığını düşünen bir lider. Hatta daha da ileri giderek, hem içeriden hem dışarıdan kösteklendiği, bu gayretlerin halen devam ettiği, bütün bunlara rağmen sarsılmadan yoluna devam ettiği fikrine sahip bir Başbakan.

Kongre konuşmasında AB'nin hiç yer almaması, Ortadoğu rehberliğine soyunulması, Malazgirt ve Alparslan sembolü üzerinden tarihe 'yerleşme' gayretine girişilmesi, Erbakan'ın adının eklenmesiyle bu toprakların 'asli' misyonunun yeniden tanımlanması ve her şeyiyle 'Müslüman' bir lider-parti-millet-ülke resminin çizilmesi, söz konusu ruh halinin tezahürü.

Bu vizyonun pek de sağlıklı olmadığını öne sürebiliriz. Nitekim Başbakan 35 ülkede şehitliklerin olduğunu söylerken, bunun aynı zamanda oralara, yani yabancı topraklara savaşmaya gidilmesine neden olan bir saldırganlık siyasetinin uzantısı olduğunu aklına getirmeyebiliyor ve bu türden skandal cümleler kurabiliyor.

Ama asıl mesele bu türden gaflar değil... Asıl mesele Başbakan'ın bu vizyonunun bizzat 'bizler' tarafından beslenmesi. Siyaset tek bir partinin içine sıkıştığında, o partiye devlet muamelesi yapıldığında, gelecek tahayyülü o partinin liderliğine terk edildiğinde, bugün için bundan daha farklısının çıkması pek mümkün değil.

 

[email protected]  Kayanak:http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1353834&title=siyasetin-ruh-hali

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar