Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Türkiye nasıl küresel aktör oldu?
9.10.2011
3405

Bundan henüz on yıl önce biri çıkıp da yakın gelecekte Türkiye'nin Ortadoğu'da etkili bir referans oluşturacağını, İsrail'le çatışmasına rağmen Batı'nın daha da güçlü bir ortağı olmaya doğru gideceğini söyleseydi, herhalde herkes gülüp geçerdi.

 

Oysa bugün yaşamakta olduğumuz gelişmenin iki temeli daha 1990'lı yılların başından itibaren atılmaktaydı. Basit olarak söylersek, küresel bir aktör olabilmeniz için küresel bir dünyaya ihtiyaç var. Dünyayı kendi iradenizle küreselleştirecek kadar güçlü değilseniz, bu mutlu tesadüfü beklemek durumundasınız. Öte yandan dünyanın küreselleşmesi herhangi bir ülkenin küresel aktör olması için yeterli olmaz. Bizzat söz konusu ülkenin de kendini 'küreselleştirmesi' gerekir. Bu ise küresel bir kimliğe sahip olmakla ve dünyanın o dönemde benimsediği 'doğru' zihniyeti taşıyabilmekle mümkün.

Türkiye açısından bütün bu koşullar son yirmi yılda adım adım gerçekleşti... Sovyetler'in dağılması ile birlikte ortaya çıkan tek kutuplu dünyanın ABD tarafından 'yönetilemeyeceği' kısa zamanda belli oldu. Böylece doğan çok kutuplu dünya ise, dünya istikrarı açısından farklı bölgelerin siyasi önemini bir anda artırdı ve o zamana dek kenarda kalmış toplumları ve onların sorunlarını siyasete taşıdı. Bu durum Türkiye gibi ülkelerin önüne potansiyel olarak bölgesel aktör olma imkanını çıkardı. Ne var ki Türkiye'de yaşanmakta olan bir başka değişim süreci, bu ülkeye daha geniş bir perspektifte siyaset yapma imkanı tanıyacaktı. Söz konusu değişim Batı'daki modernlik eleştirisinin Doğu'ya kayması ile başladı. Batı'ya olan uzun bir hayranlık döneminin ardından ilk kez Türkiyeliler, Batı ülkelerinin de bir dizi sorunu çözemediğini ve geleceğin dünyasını kurmada yetersiz kaldığını bizzat Batılılardan öğrendiler. Böylece Batı karşısındaki eziklik psikolojisinin aşılması mümkün hale geldi ve bu kabuk yırtılmasını heves ve coşkuyla yaşayanlar da Müslüman dindarlar oldular. Çünkü laik kesim kendi kimliğini 'Batılılaşmaktan' almıştı ve buna alternatif olarak sarılacağı tek olası kimlik Türk milliyetçiliğine dayanmaktaydı. Oysa Türklük hiç de küresel bir kimlik değildi... Buna karşılık İslami kesim bir anda kendisini çok avantajlı bir konumda buldu. Çünkü Müslümanlık küreseldi ve Türkiye'nin siyasetçisine dünya hakkında söz söyleme şansı vermekteydi.

Üstelik Türkiye'nin dindarları bu noktayı kendi iç dinamikleri ile üretme yönünde zaten ilerlemekteydiler. Nitekim 1997'deki 28 Şubat askeri müdahalesinin ardından yoğun bir değerlendirme süreci yaşanmış ve o dönemin İslami temsilcisi Refah Partisi'nin 'yanlış' bir siyaset izlediği kanısı güçlenmişti. Diğer bir deyişle geleceğin 'İslami' siyasetinin doğrudan bir dini muhafazakarlık ve Batı karşıtlığı üzerine inşa edilemeyeceğini, evrensel normları içermesi gerektiğini idrak etmişlerdi. Modernliğin eleştirisi bu evrensel normların artık sadece Batı'dan türetilemeyeceğini, diğer bir deyişle İslami kaynakların da bu yönde işlevsel olduğunu hatırlatıyordu.

Böylece Türkiye'nin Sünni Müslüman dindarları önce kendileri için radikal bir adım attılar. Dindarlıklarını korumakla birlikte zihniyet olarak sekülerleştiler. Bu sadece dinin siyasetten, ekonomiden, kültürden ve ahlaktan ayrımlaşmasına yol açmadı. Aynı zamanda tarihe ve devlete yeniden bakılmasını sağladı. Söz konusu çok katmanlı dinamiğin sonucu ise beklenmedik bir durumdu: 1980 sonrasında bir devlet stratejisi olarak pompalanan Türk-İslam sentezi çöktü. Bu iki kimliğin ayrımlaşması ise İslami kimliği özgürleştirdi ve özellikle genç nesil Müslümanların evrensel değerleri kendi inançlarıyla harmanlama isteklerini güçlendirdi.

Sonuç küresel anlamı olan bir İslami algının doğmasıydı. Bu ivme bir bölüm siyasetçinin Refah Partisi'nden ayrılarak AKP'yi kurmasının ve bu partinin toplumsal enerji üzerinden 'sörf yapan' bir taşıyıcı güç haline gelmesinin zeminini sağladı. Böylece ortaya daha önce yaşanmamış ve Türkiye'yi içeriden tanımayanlar için şaşırtıcı bir bileşim çıktı: Küresel bir kimlik olan Müslümanlığa dayanan, ancak bu Müslümanlıkla siyasetten ahlaka uzanan bütün beşeri etkinlik alanları arasında mesafe koyan, aradaki boşluğu ise hizmet ve dürüstlük gibi ahlaki kriterlerle dolduran bir siyasi hareket doğdu. Asıl ilginci söz konusu ahlakın temeli de artık sadece İslam değil, insanlığın ortak birikimiydi. İslamiyet bu birikimin en mükemmel taşıyıcısı olarak algılanıyordu sadece...

Türkiye'nin talihi, bu radikal dönüşümün küreselleşme ile çakışması ve dünyanın Türkiye'de yaşanan değişimi anlamlı bulmasıydı. Bundan sonrası AKP'nin bu fırsatı değerlendirmesinden ibaretti ve öyle de oldu...

 

[email protected] 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar