Halil BERKTAY
Bu yazının başlığını çok düşündüm. Daha renkli alternatifler de vardı önümde.
(a) Çanak çömlek patladı.
(b) Şecaat arzederken sirkatini söyledi –Osmanlı döneminden kalma etnik önyargıları içerse de, “merd-i kıptî şecaat arzederken sirkatin söyler” (çingenenin mert, dürüst olanı kahramanlık diye hırsızlıklarını sayar) sözüne atıf.
(c) Tertibe ne gerek var, Celâlettin Can’lar oldukça.
Aslında bugünün taslağı başkaydı. Devlet tertibi yaklaşımının ikinci, “dışarıdan saldırı” varyantı, diyecektim, kendi çürüklüğü ile meydanın içinde olup bitenlerin yeterli dehşeti arasında sıkışmış bulunuyor. Ardından, “kendi çürüklüğü”nün ne olduğunu açacaktım. Ancak daha sonra, “meydanın içinde olup bitenler”e dönecektim.
Ne ki, Celâlettin Can’ın iki gün boyunca açıkladıkları (Taraf, 16-17 Mayıs), sırayı tekrar değiştirip önce “meydanın içi”ne odaklanmayı zorunlu kılıyor. Çünkü Celâlettin Can, bir kere, solun o zamanki şiddetseverliğini ve silâhlılık halini; silâha sarılıp sağa sola ateş etmeye her an ne kadar hazır ve yatkın olduğunu; faşizme karşı mücadeleden işte bunu anladığını –hem de en küçük bir mantıkî ve ahlâkî sorumluluk, bir vicdan azabı duymaksızın, zerrece hicab etmeksizin; 35 yıl önce olduğu gibi bugün de aynen savunarak, övünerek, böbürlenerek anlatıyor.
İkincisi, Dev-Genç olarak kendilerinin 1 Mayıs 1977 öncesinde ve sırasında, meydanın içinde, göbeğinde ne yaptıklarını, gene hep aynı aslanlar gibi savaşmış, büyük iş yapmışlık havası içinde, övüne övüne anlatıyor.
Murat Belge’nin 8 Mayıs’taki yazısına gitti aklım. “Provokasyonu devlet yapmış olabilir, ama ortamı sol belirledi” deyip, yıllarca, bu olayın baş aktörü olan çizgilerin militanlarının, “yaptıkları işin niçin doğru ve gerekli olduğunu savunduklarını” gördüğünü kaydediyordu.
Celâlettin Can’ın, işte bu kategoride yer alan biri olarak tanıklığı, samimi ve tevilsiz ikrarları büyük, hattâ bir bakıma bitirici önem taşıyor.
Neler denmişti, şu üç hafta boyunca, solun sorumluluğunu asgarileştirme bakımından ? O günkü düşmanlıkları abartmayalım. Meydanın içinden açılan ateşi abartmayalım. Başta bir iki el silah atıldı, ama sonra kesildi ve sessizlik hâkim oldu. Meydanın içinden de biraz atıldı ama o da kesildi. “Bizim arkadaşlardan birkaç el havaya atan oldu ama hemen önledik” (4 Mayıs CNN Türk panelinde Bülent Uluer). Yani özetle, büyük bir patırtı kopmadı meydanda; insanlara birbirini ezdiren panik buradan değil, gene panzerlerden ve meydana uzun namlulu silâhlarla dışarıdan, çepeçevre açılan ateşten kaynaklandı.
Açın bakın; şunları söylüyor, 77’nin Dev-Genç ve şimdinin 78’liler Derneği başkanı Celâlettin Can :
(1) Dev-Genç’in özel bir “güvenlik birimi” varmış. (2) “Epey bir grup”muş. (3) Yirmiden fazlaymışlar. (4) Silâhlıymışlar.
(5) Nasıl bir çatışma olacağını bilemeseler de, prensip olarak çatışmaya hazır gelmişler. (6) Anlaşılıyor ki bir şekilde kendilerini, miting meydanını herhangi bir (faşist) saldırıya karşı savunmakla sorumlu sayıyorlarmış. (7) Daha önceden, meydana ve kitleye nerelerden ateş açılabileceğini hesaplamışlar. (8) Bu durumda karşılık vermeyi planlamış, kararlaştırmışlar.
(9) Sular İdaresi’nin ardından batan güneş gözlerini kamaştırdığı için iyi göremiyorlarmış. Ona rağmen, Sular İdaresi’nin üzerinden ateş açıldığına kanaat getirince, kararlaştırdıkları gibi “karşılık” vermişler. (10) Bunu, sivil mi, üniformalı mı, kimlerin (neye) “ateş açtığı”nı görememelerine rağmen yapmışlar. “Orada kim varsa o ediyordu”, diyor Celâlettin Can : “Üniformalı mı, değil mi, onu algılayamam ben.” (11) Yani açıkçası, “orada” kim ve ne var tam bilmeden, silâha davranıp, öyle havaya filân da değil, en azından genel yön itibariyle, Sular İdaresi’ne doğru ateş açmışlar. Ve (12) bir övünme : “...bir süre sonra susturuldular.”
(13) Sonra bir arkadaşları bağırmış : “İntercontinental’den ateş ediyorlar.” Bunun üzerine (14) gene bir övünme havası : “Oraya da cevap verildi.” Helâl olsun. Bravo doğrusu.
Şimdi önce basit bir hesap. Can’ın verdiği asgarî rakamı alalım; 20 kişi olmuş olsunlar. Sular İdaresi’ne (veya üzerine) doğru ikişer, İntercontinental’e doğru da birer (toplam üçer) 9’luk şarjör boşalttılar diyelim. Sanırım çok da kolaydır, o ânın heyecanıyla, tetiğe bastığında durmaksızın tak tak tak diye sayıp bitirivermek bütün bir şarjörü. 3 x 9 x 20 = 540 el ateş ve 540 kovan eder. Asgarî. Dönemin İGD başkanı ve genel sekreterinin sözünü ettiği, meydanın içinden toplanan 2000 küsur kovanın dörtte biri. Ve tek bir gruptan; sadece (Dev-Yol, Dev-Sol, Kurtuluş gibi ayrı ayrı örgütlerin az çok ortak çatısı olarak) Dev-Genç’ten. Saraçhane tarafına, “Üçlü Blok”a gelmedik bile.
Şimdi basit bazı sorular : Bu en az 540 el ateş, meydandaki kitlesel paniğe nasıl bir katkıda bulunmuştur dersiniz ?
Ve ne olmuş olabilir, hedef gözeterek ateş ettikleri yönlerde ? Saraçhane tarafında olup “yağmur gibi kurşun yağdığı”nı hatırlayanların algıladığı kurşunlar bunlar olabilir mi örneğin ? Kimler ve kaç kişi yaralanmış olabilir, Can’ın “susturuldular” diye sonuç almakla övündüğü bu eylemle ? Ters yönde, İntercontinental’in bazı camlarındaki kurşun deliklerini de bunlar açmış olabilir mi ? Açmadıklarını söyleyebilirler mi –onlar veya başka kimse ?
4 Mayıs’taki CNN Türk paneline telefon açan bir izleyici, babasının İntercontinental’in önünde vurulduğunu anlatmıştı. Bir başkası, hemen yanındaki betona kurşun çarptığını söylemişti.
Meydanın içinde bir tane bile bu tür, hedef gözeterek (çok iyi seçemediği, kim olduğunu bilmediği, ama gene de “düşman” olduğuna kanaat getirdiği kişilere karşı) çeşitli yönlerde ateş eden ve yüzlerce mermi yakan “özel güven[siz]lik birimi” vardıysa, kim, şuraya buraya ulaşan kurşunları kestirmeden “devlet tertibi”ne kanıt sayabilir ?
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- PKK ve Türk solcuları (3) Silâh, savaş, “Önderlik
10.03.2025 - Yarısı biten sürecin kalan yarısına dair
8.03.2025 - PKK ve Türk solcuları (2) “Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”
8.03.2025 - PKK ve Türk solcuları (1) Silâh ve şiddet fetişizmiyle dolu otuz yıl
6.03.2025 - Trump’ın, yeni tip Hitler ve bilinçsiz Leninist olarak portresi
10.02.2025 - Bir demokrasi ve mücadele alanı olarak “ahlâklı denetim”
29.01.2025 - Eksik ve kaygılı bir devrimperestlik: Amerikan Devrimi
25.01.2025 - Marksizmden önce devrim, terör, diktatörlük
16.01.2025 - “Bir günde giriverdik demektir Şamı Şerif şehrine”
24.12.2024 - Kültür Bakanına birkaç soru
20.11.2024
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları












































Ad Soyad Giriniz...
Ancak bu meselenin bir yönü daha var: Karşımızda son derece girift, çok katmanlı ve psikolojiden ideolojiye uzanan bir yelpazede, sürekli araçsallaştırılan, üzerinden siyaset ve kimlik üretilen bir mesele var. adını koyamayıp yukardaki gibi derken , esasen konunun eleştirel düşünme sürecinde ermeni yanının daha sorunlu olduğunu üstü örtülü olsada size dayatmıyor mu? ermeni-azeri, ermeni-kürt, ermeni-...vs sorunlar şimdi yada bir zamanlar olmadı mı?