Murat BELGE
Avrupa ülkeleri ve belirli bir ölçüde ABD, dünyada demokrasi mücadelesinin biçimlendirdiği toplumlar var. Demokrasi bu toplumların tarihinde bir “krasi” oldu. Sadece “bir krasi” olmanın ötesinde özlenen, istenen, saygıdeğerliği tartışılmayan “siyasî yönetim biçimi” oldu.
Demokrasi mücadelesi öncelikle bir “oy hakkı” mücadelesi olmuştur. “Kimin” oy verme hakkına sahip olması gerektiği de, bu mücadelenin merkezinde yer almıştır. Süreç içinde önemli bir aşama, Birinci Dünya Savaşı’nın bitimidir. Çoğu Avrupa ülkesi (hepsi hâlâ değil) “Git, vatan için öl!” denilen insanların vatan için oy da kullanabilmesi gerektiğine o zaman karar verdiler; birbiri ardından “herkese oy hakkı” tanıyan yasalar çıktı (İsviçre’de kadınlar 1970’lere kadar oy veremedi). Bu hak da, “demokrasi”nin tanımının onsuz edilmez ögelerinden biri oldu.
Oy verme hakkı demokrasi için mücadelenin en merkezî davalarından biriydi ama demokrasiyi yalnız başına o tanımlamıyordu. “Habeas corpus”tur, şudur budur, bu mücadele içinde birçok ilke, yönetime karşı yurttaşların vazgeçilmez haklarını belirleyen kazanımlar olarak hukuk sistemlerinin içinde yer aldı. Bu bakımdan da Batı toplumlarının tartışılmaz bir önceliği var.
Bugünün Batı dünyasında, Batı demokrasilerinde, “seçim” kurumunun gitgide aşındığını gözlemliyoruz. Bu, kendini nasıl belli eder? Şaşmayacak ölçüt “katılım”dır. Batı’da, seçimde katılımın, yurttaşların sandık başına gidip oy kullanmasının oranları gitgide düşüyor.
Bizimki gibi ülkelerde (bu “niteleme”, çoğunluğu kapsıyor) “Ben gidip oy vermezsem benim istemediklerim iktidara gelebilir” endişesi vardır ve bu endişe seçime katılım oranını yüksek tutan etkenlerden biridir. Demek ki birçok Batılı toplumda bu endişe yok ya da etkili olmaktan çıkmış.
Çıkmasının nedeni nedir? Yurttaşlar, siyaset adamlarının hepsini beğeniyorlar, “Onlardan bize zarar gelmez” mi diyorlar? Hiç sanmıyorum. Katılım oranı düşerken insanların siyaset adamlarına duyduğu saygının da azaldığı, hattâ birinci (“düşme”) etkende bunun payı olduğunu ima eden veriler var.
Bir Avrupalı “sağlı”, “Bu sosyal demokratlar iktidara gelirse benim gelirlerime el koyarlar” demiyor; bir Avrupalı solcu “Bu sağ iktidar olursa faşizmi ilân eder” korkusunu yaşamıyor demek ki. Neden?
Demokrasi için mücadele sırasında kazanılan, artık tartışılmaz kabul edilen ilkeler doğrultusunda oluşturulmuş kurumlardan ötürü. Batı’da bugün birileri kalkıp “Kuvvetler ayrılığı ilkesi yanlıştır” der mi? “Yargı, yürütmenin paralelinde karar vermelidir” anlamına gelecek sözler edebilir mi? Aslında, “edebilir”, yani böyle düşünen ve bunları söyleyen birileri çıkabilir - zaman zaman çıkıyor da. Ama bu olduğunda toplum, “Ha, bu kişi demek ki faşistmiş. Faşizmi savunuyorlar” der. Yani hem kuvvetler ayrılığının ilga edilmesini istenecek, hem de “Ben demokratım” demek o kadar kolay değildir.
Batılılar, bu temel ilkelere bağlı kurumlara sahip oldukları için iktidara filanca ya da falancanın gelmesinden korkmazlar. Onun için de sandık başına gitmeyi olmazsa olmaz bir görev saymazlar. Zaten sivil alanı, siyasî alandan daha belirleyici olarak görmeye başlamışlardır vb.
Yaşadığımız günlerin üzerinde pek durulmamış önemli bir olayı Belçika’da gerçekleşti: Bir yıl kadar bir süre, hükümet kurulamadı. Kurulamadı da ne oldu? Bir şey olmadı: Kurumlar çalıştı, her şey yürümesi gerektiği gibi yürüdü, belki “hükümetli” zamanlardan daha iyi bir zaman geçti. Dediğim gibi, bunun üstüne pek bir şey söylendiği yok, hâlâ yok, ama bence çağın önemli olaylarından biriydi bu: Bir rastlantı (hükümetin kurulamaması), genel yapının eriştiği olgunluk düzeyini (bir “epifan” gibi) gösteriverdi. Ama dünya henüz o “görünen” doğrultuda yürümeye hazır değil ya da “hükümetli düzen”lerin keyfini çıkaranlar bu konunun fazla açılıp saçılmasından yana değiller. Sanki öyle tuhaf bir olay her nasılsa olmuş, geçmiş, bir izi de kalmamış havasındayız hepimiz.
Demokrasi için mücadelenin öncülüğünü yapmış Batı toplumlarından söz ettim. Ya ötekiler? Burada gördüğümüz köklü kurumlar orada henüz “olmazsa olmaz” değil. Bu durum toplumdan topluma değişiyor. Sözgelişi Hindistan başından beri bu kurumları ciddiye aldı. Ama Hindistan’ın o kocaman nüfusunun tamamı Batı demokrasilerinin siyasî olgunluğu düzeyine gelmiş, demokrasiyi sindirmiş filan değil. Gandhi’nin siyasî suikastla hayatını kaybettiği bir toplumdan söz ediyoruz. Ama Gandhi yalnız değil Onun soyadını taşıyan iki başbakan da suikastla can verdi. Hindistan’da siyasî deprem filan olmadı. Bayağı faşizan partiler de geldi gitti - şu anda da epeyce “sağda” bir iktidar var. Ama Hindistan’ın kurumsal yapısı değişmiyor. Üstüne üstlük bir “askerî darbe” görmemiş bir toplumdan söz ediyoruz. Bir zamanlar bir “bütün” oluşturduğu (ya da öyle varsayılan) Pakistan’ın tarihiyle kısaca karşılaştıralım Hindistan’ın serüvenini…
Dünyanın geri kalanında demokrasinin asıl temeli olan kurumlar yok ya da yeterince sağlamlaşmış değil. İşte Türkiye: Seçkinci diktatörlükten seçimci diktatörlüğe hızla dönüşen bir toplum ve bu dönüşümü yapana karşı kendini savunacağı mekanizmalar yok.
Böyle toplumların bazılarında “seçim” kurumu da yok. Veya bir zaman var, bir zaman yok.
Seçim olabildiği, belirleyici de olabildiği zaman, ufukta “popülizm” beliriyor. Şu dönemde Türkiye bu fenomeninin en çıplak göründüğü örnek. Ama başka örnekleri de var (Chavez, örneğin).
Neyse, Türkiye’yi daha çok konuşacağız. Dünya tarihinin şu evresinde “ileri Batı toplumlarında ‘popülizm’in yükselişi” diye tanımlayacağımız bir fenomen yaşıyoruz.
Buyurun size Trump! Ama Avrupa’da da , belki en belirgini Berlusconi olmak üzere, birtakım örnekler yaşanmıyor değil. Dikkat ederseniz birçok yerde yeni kurulmuş, dolayısıyla bir geleneği oturmuş bir kimliği olmayan sağ-popülist hareket ya da partiler önemli siyasî başarılar elde ediyor. Avusturya’da adam kıl payı kaybetti; Marine Le Pen “henüz” çoğunluk değil ama adım adım geliyor.
Ve zincirin son halklası, Brexit. Burada “popülist parti” ortaya çıktı ve rol oynadı (UKIP). Ama daha önemlisi bütün bir hareketin (partileri aşan bir hareket) “popülist yöntem”i benimsemesi ve uygulaması oldu.
“Demokrasinin sağlam kurumları” falan dedik. Öyleyse ne oluyor? Demokrasinin beşiği dediğimiz Britanya’da popülizm nasıl “geçer akçe” haline geliyor?
“Demokrasinin sağlam kurumları”nı kurmuş ve bugüne kadar pekiştirmiş, olgunlaştırmış kurumlar, şimdiye kadar aşina olmadıkları türden tehditlerle karşı karşıya.
Birine “aşina” sayılır aslında: Göç. Bunlar dünyanın en zengin ülkeleri, dolayısıyla göç oraya yöneliyor. Bunu, yeterince tehditkâr bir gelişme olarak görüyorlar. Ama şimdilerde buna “terör” tehdidi eklendi. 11 Eylül’de, Batı ülkelerinde yıllarca yaşamış Müslümanların nasıl bir düşmanlık geliştirebildikleri görüldü. Sözgelişi şimdi milyonlarca Suriyeli yolda. “Benim memleketime gelip yerleşen Suriyeli çiftin burada doğacak çocuğunun bir Muhammed Atta olmayacağının, günün birinde benim ya da diyelim benim torunumun bindiği uçağı havada patlatmayacağının bir garantisi var mı? Yok! O halde istemiyorum bu adamların gelip benim memleketime yerleşmesini!”
Bu düşünce tarzını onaylamayabilirsiniz, ama herhalde anlamalısınız. “Bunun bir temeli yok” diyemezsiniz. Bir kere, bunun ortaya çıkmasının baş aktörü olan “İslâmcı” örgütler, El Kaide’den IŞİD’e, bu temelin fazlasıyla olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Neyse, biliyoruz bunları, uzatmaya gerek yok: Batı toplumlarında yığınla birey, kendini bu tür tehditlerin hedefi ve muhtemel kurbanı olarak görüyor. Bu, Soğuk Savaş yıllarının “Komünizm tehdidi” gibi bir şey de değil. Ayrıca haklarını garantiye alan (sözgelişi Belçika’yı bir yıl hükümetsiz yaşatan) kurumlar da onu bu yeni tehdide karşı koruyamıyor.
Onu korumadığı gibi tehdit edenleri koruyabiliyor.
İşte o zaman siyasetini, söylemini vb. bu tehdit üzerine kurmuş olan popülist “önderler” birdenbire değer kazanıyor.
“Değer kazanıyor” sözü belki yanlış oldu: Biz hepimiz saygıdeğer kişileriz. Ama tatsız, “kirli” denebilecek bir iş yapmak gerekiyor. "Aramızda bu işi yapacak bir X var. Biz görmezden gelelim, o da bu işi yapıversin. Sonra, olmamış gibi, kaldığımız yerden devam ederiz.”
Amerika’da, diyelim “Omaha Rotary Club” üyesi falanca ile Sunderland’de emekli işçi filanda, Trump’a ya da Boris Johnson’a bayılmıyor; başka bir bağlamda “O da kimmiş?” diye konuşabilir. Ama bugün yapılacak tatsız işler var.
Tatsız işler bugünden yarına bitmiyor, sorunlar çözülmüyor (bu anlayış egemen oldukça çözülmez de); dolayısıyla bu tür “selâmet” vaad eden popülist “kurtarıcılara” ihtiyaç da tükenmiyor.
IŞİD’le Esed arasında seçme yapmak zorunda kalmak yeterince ağır bir keyfiyet; bir ucunda Donald Trump, öbür ucunda Tayyip Erdoğan’ın iktidar olduğu bir “hür dünya”da yaşamak da kolay değildi.
Hepimize kolay gelsin.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları



















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.08.2025
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025