Halil BERKTAY

Ortaçağ ve tarih
12.05.2011
2980

Aydınlanma’nın, insanı somut tarihsel zamana yerleştirmek şöyle dursun, eskiden olduğundan da fazla tarih dışı kıldığından; bu bağlamda, düpedüz tarih düşmanlığından söz ediyordum. Bunu, Aydınlanma’nın özellikle Ortaçağa ilişkin tavrında çok net bir şekilde gözlüyoruz.

Çünkü Aydınlanma için tarih, çok büyük ölçüde Ortaçağ demek. Aydınlanma 17. yüzyılda başlayıp 18. yüzyıla uzanıyor. Fikrî kökenleri bir yandan Rönesans’ta (sivil hümanizma), diğer yandan Bilimsel Devrim’de. Yani neresinden bakarsanız bakın, bir Yeniçağ (Erken Modernite) süreci. Hemen öncesinde ise bin yıllık bir Ortaçağ var. Üstelik o sırada Prehistorya bilgisi hemen hiç yok (kavramı bile mevcut değil). Arkeoloji yapılmıyor; sadece İtalya’da, insanlar yerüstündeki Colosseum’a, Circus Maximus’a, Panteon’a hayretler içinde bakıp bu “antika”ların (eski eserler anlamında antiquitates) yapıldığı zamana Antikite adını veriyorlar. Ama bu İlkçağ henüz cılız. Roma ve biraz da Eski Yunan ile sınırlı; Mezopotamya, Mısır ve diğer “erken kara imparatorlukları” yok sahnede. Buna karşılık Ortaçağ yakın ve büyük bir heyûla. Muazzam gölgesi Yeniçağın üzerine düşüyor.

Dolayısıyla Erken Modernite ve özellikle Aydınlanma, kendi kökenlerini, yani Nabi’nin deyişiyle nereden gelip nereye gittiğini cidden arayacaksa, öncelikle orada arayacak. Bu, faraza Bolşevik Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin kökenlerini Çarlık Rusyası’nda; keza Fransız Devriminin kökenlerini Mutlakiyet rejiminde, 14. Louis’den 16. Louis’ye ancien régime’de ve krizinde; ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin kökenlerini Osmanlı’da, Tanzimat’ta, Jön Türklerde ve İttihatçılarda aramak gibi bir şey. O derecede normal, mantıklı ve zorunlu. Bu “önceki aşama”ları sevmesen, yıkmış devirmiş olsan bile.

Ama işte problem tam da bu : radikal dönüşüm dönemlerinin sübjektivitesi, öznel bilinci, hiç hoşlanmıyor böyle bir devamlılık fikrinden. Siyasal ve düşünsel devrimler, “eski düzen”e kendilerini doğuran ana rahmi değil, öldürdükleri canavar olarak bakmayı tercih ediyorlar. Dolayısıyla geçmiş ile aralarındaki ilişki ak ile kara gibi, ya da bir 1-0 zıtlığı, bir binary opposition gibi resmediliyor.

Aydınlanma için de aynen böyle : Ortaçağ ve hattâ (Ortaçağdan aşırı genelleme yoluyla) hemen bütün geçmiş, bütün tarih, bir nefret nesnesi. Özel olarak Ortaçağ, asla bildiğimiz, yerleşmiş, bilimsel anlamıyla tarih değil. Kendi gelişimi, somut koşulları ve somut zamanı yok. Daha önce söylediğim gibi, bir bâtıl inançlar, hurafeler ve sisler, Nabi’nin tipik Aydınlanmacı ifadesiyle “tütsüler, kutsallıklar” çağı. İlginç olan şu ki, Aydınlanma düşüncesi bu özellikleri yer yer bütün tarihe teşmil ediyor. Ya da bütün tarihi uçsuz bucaksız bir Ortaçağ gibi algılıyor.

Şiir ve müzikten bir örnek vereceğim. Beethoven, Dokuzuncu Senfoni’nin dördüncü (korolu) bölümünde, Schiller’in “Neşeye Övgü” (An die Freude) şiirinin sözlerini kullanmıştı. 1785’te Schiller’in aslında “Hürriyete Övgü” (An die Freiheit) demek istediğini, ama sansür nedeniyle Freiheit (hürriyet) yerine Freude (neşe) sözcüğünü geçirdiğini biz de biliyoruz, çağdaşları ve tabii bu arada Beethoven da. Zaten onun için, 1824’te, Restorasyon’un göbeğinde ve Metternich’in gizli polisinin egemenliğinde, bu şiiri alıp tekrar kullandı; Fransız Devriminin mirasına Eroica’dan sonra bir diğer büyük anıtı yarattı.

Gelelim, konumuzla bağlantısına. Şiirin ve senfoninin dördüncü bölümünün bir yerinde, Schiller/Beethoven, “neşe”ye (siz “hürriyet” diye anlayın) şöyle seslenir : Deine zauber binden wieder / Was die mode streng geteilt. Yani : “Geleneğin, örf ve âdetlerin <[I>die mode : custom] böldüğü her şeyi / Senin sihrindir, yeniden birleştiren.” Ve bunu Alle menschen werden brüder dizesi izler : “Kardeş olur bütün insanlar...” Dikkat edin : bir insanlık var, ama gelenekler, örf ve âdetlerle bölünmüş yaşıyor. Derken neşe/hürriyet geliyor, bu örf ve âdet zincirini kırıyor; bu sayede insanlar kardeşlikte buluşuyor. Burada örf ve âdetler ile Ortaçağın veya feodalizm mirasının kastedildiği açık. Ve bu, derhal bütün tarihe, geçmişin olumsuz mirasına eşitleniyor. Net Aydınlanma yanlıları olarak Schiller ve sonra Beethoven, insalığın hürriyet (liberté) ve kardeşliğe (fraternité) kavuşmasını, geçmişin yükünden kurtulmaya bağlıyorlar. Tarih ve/ya Ortaçağ karşıtlığının bundan veciz ifadesi olamaz.

Aydınlanma, Ortaçağı tarih olarak anlamak yerine, Ortaçağı ve Ortaçağın şahsında bütün tarihi (tarih nosyonunu, tarihin mirasını, tarihe bağlılık duygusunu) toptan yıkmaya girişti. Öte yandan, Aydınlanma’nın ve Fransız Devriminin düşmanları da Akıl karşısında Tarih bayrağı etrafında toplandılar. Bu yüzden, 18. yüzyıl değil, 1815-1914 arasının “uzun 19. yüzyıl”ı, asıl “Tarih”in, historismus’un, historicism’in, tarihsiciliğin yüzyılı oldu. Aklın tiranlığı bu sefer yerini Tarihin tiranlığına bıraktı. Bu konuları işlemeye devam edeceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar