Etyen MAHÇUPYAN
Tek tek insanları gayet kolaylıkla akıl skalasına oturtabiliyoruz. Bunun için testler bile var. Ama sıradan gözlemler bile yeterli… Bazılarını apaçık şekilde akıllı veya aptal buluyoruz. Ancak gruplara baktığımızda iş değişiyor. Her birinde farklı akıllılıkta kişiler olunca toplulukların akıl seviyesi genellikle birbirine daha yakın gözüküyor. Gruptaki insan sayısı arttıkça bu benzeşme daha da güçleniyor ve bütün sosyolojik toplulukları ortalamada aynı akıl seviyesinde kabul etmek makul geliyor.
Bu yargı ‘milletleri’ ya da toplumları mukayese ettiğimizde daha da mantıklı. Ancak farklı toplumların çeşitli durumlar karşısında tutumlarını izledikçe, bu değerlendirmede bir sorun olduğunu düşünmemek elde değil. Çünkü akıl kullanımı açısından farklı toplumlarda apaçık farklılıklar var… Toplu halde ele alındığında insanların ortak aklı tek tek kişilerin akıl ortalamasından belirgin şekilde sapabiliyor.
Anlaşılan o ki kişiler arasında bir ilişkinin oluşmasıyla birlikte tek tek insanların aklı önemini yitirmeye başlıyor. Neredeyse her ilişkinin kendine has bir aklı olduğunu söylemek durumundayız. İlişkiler artıp karmaşık bir yumağa dönüştükçe ortak akıl ortalama kişisel akıldan iyice uzaklaşıp bağımsız bir olgu haline geliyor.
Örneğin bir ticari şirketin veya siyasi partinin aklı, orada çalışanların veya üyelerin akıllarından etkilense de nihayette kendine has bir düzey ve nitelik sergiliyor. Toplumun tümüne gelindiğinde bu ayrışma daha da belirgin. Türkiye’nin aklını, vatandaşların aklına bakarak irdelemek mümkün değil. Türkiye’nin kendine özgü bir aklı var ve sahip olduğu özellikler üretilmiş olan ilişkilerin doğası ile doğrudan bağlantılı.
İlişkinin ‘doğası’ dendiğinde öncelikle karşılıklı kabulleri, yerleşmiş rutinleri, ortak algıları anlıyoruz. Her insani ilişki kendince bir ‘kültür’ oluşturuyor. Zaman içinde ilişkinin kendi normları ve kodları belirginleşip süreklilik kazanıyor ve içselleşmiş kurallara dönüşüyor. İlişkinin tarafları bu norm ve kodları hızla benimseme eğilimi gösteriyor. Ne de olsa doğal seçim (dolayısıyla evrim) insanı sosyal alanda hızlı adapte olma yönünde geliştirmiş…
Böylece kısa bir süre içinde kişiler ürettikleri ilişkinin kuşatıcı sınırları içinde davranmaya ve yaşananlara o sınırlar içinde anlam vermeye başlıyor. Birlikte ürettikleri kültürün bağımlı değişkeni haline geliyorlar.
Nerdeyse bu dinamikle aynı anda söz konusu ilişkinin tarafları başka ilişkilerin ne denli farklı olabildiğini de gözlemliyor. Üstelik çevrelerinde her türden ilişki bulunmakta ve hangisinin doğru olduğuna dair bir belirti de yok. Bu nedenle hayata asgari özgüvenle devam etmek, kendi ilişkilerinizin makul olduğu duygusuna muhtaç.
Nitekim doğal seçim dinamiği, adaptasyonu kolaylaştıran ve bunu bilinçdışı mekanizmalarla sağlayan bir ‘zihinsel rasyonalizasyon cihazının’ da gelişmesine önayak olmuş. İlişkilerinizin ‘doğal ve normal’ olduğunu size söyleyen, ya da ilişkilerinizi sizin gözünüzde ‘doğal ve normal’ kılan bir rasyonelleştirme. Buna zihniyet deniyor… Bilinçdışı adaptasyon sonucu kendi tutum, düşünce ve davranışlarımızın bize doğru ve normal gelmesini sağlayan, böylece hayatımızı idame açısından bize adaptasyon yeteneği kazandıran bir zihinsel özellik.
Böylece her ilişki taraflarının gözünde ‘olması gerektiği gibi’, yani gerçekçi ve doğru olarak algılanabiliyor ve bu sayede sürdürülebilir oluyor.
Öte yandan her ilişki bir ilişki dünyasının içinde yer aldığı ölçüde, çevresine adapte olmak, onlara ayak uydurmak durumunda. Ayrıca maddi dünyanın değişimi de her ilişkiyi belirli adımlar atmaya, yeni durumlara uyum göstermeye zorluyor. Bu nedenle ilişkilerimizi sürdürürken irili ufaklı kararlar almak ve birçoğunu ilişki adına birlikte yapmak durumundayız. Bunların salt kendimizi ilgilendiren (tabii eğer öyle bir şey varsa) kişisel kararlardan farklı bir doğası var. İlişkinin kültürüne bağlı olarak alınıyor ve ilişkinin zihniyeti sayesinde ‘meşruiyet’ kazanıyor.
Bu durumu daha da genişleterek, hiyerarşik ilişkilerden oluşan formel yapılaşmalara gelebiliriz. Artık bir ‘kurumun’ kültür ve zihniyetinden söz etmekteyiz. Kararları kurum almakta ve alınan kararlar o kurum nezdinde bir rasyonaliteye sahip…
Topluluklar tam anlamıyla birer kurum olmasalar da hiyerarşik özellikte bir ilişkiler ağını ifade ediyor. Onların da düşünce, davranış ve tutumunun nitelikleri ve dolayısıyla aldıkları kararlar doğrudan topluluğun genel zihniyetle bağlantılı.
O zaman aldıkları kararların niteliksel farklılıklarını açıklamak üzere şu soruyu sormak mantıklı: Acaba daha akıllı olmayı mümkün kılan zihniyetler var mı? Ya da tersine, acaba bazı zihniyetler akılsızlığı mı teşvik ediyor?
Hatırlamakta yarar var: Sözü edilen kişisel akıl değil. Bir toplumdaki ilişkiler yumağından neşet eden ve dolayısıyla kültüre bağımlı olup ortak zihniyet tarafından meşrulaştırılan ‘ortak akıl’.
Burada uzun uzadıya ele almam mümkün değil, ama zihnin gerçeklikle bağının nasıl kurulduğuna ilişkin ön kabuller belirli zihniyetlerin daha akıllı, başkalarının ise daha akılsız kararlara yönelmesine ve üstelik bunları ‘doğal ve normal’ görmesine yol açabiliyor.
İlk grupta zihnin gerçeklikle mütekabiliyet (correspondence) çerçevesinde ilişki kurduğunu öneren zihniyetler var. Relativizm ve demokratlık gibi. Bunlara göre ‘doğru’ kimsenin tekelinde değil, hatta herhangi bir konuda doğruya ulaşıp ulaşmadığımız konusunda güvenilir bir dayanağımız da yok. Dolayısıyla herhangi bir karar için birbirimizin aklına muhtacız. Böylece toplumdaki ortalama aklın altına inme ihtimali azalırken, akıl sahibi bireylerden yararlanma imkanı da artıyor. Sonuçta nispeten akıllı kararların oranı yükseliyor…
İkinci grupta ise zihnin gerçeklikle yansıma (reflection) ilişkisi içinde olduğunu öneren zihniyetler bulunuyor. Otoriterlik ve ataerkillik gibi. Bunlara göre ‘doğru’, sıradan zihinlerin ötesinde, dışımızda bulunuyor ve ancak bazı özel zihinlerde karşılık buluyor. Bu özel zihinler yetenekleri sayesinde toplumsal hiyerarşinin tepesinde yer alıyorlar ve sıradan insanlarda olmayan bir bilgi ve fıtrata sahipler. Bu nedenle ‘doğru’ bir karar için söz konusu kişiler (ve onların yönetimindeki kurumlar) dışında kimseye ihtiyaç yok. O kişi ve kurumların kararlarını toplumsallaştırmak ve benimsemek en doğrusu…
Ne var ki kişisel akıl skalasına oturttuğumuzda söz konusu ‘özel’ kişi ve kurumlar ille de akıllı olmayabiliyor. Dahası bir başkasının aklına uyma zorunluluğu toplumun gizli direnç yolları üretmesini tetikleyebiliyor. Sonuçta toplumun akıllı üyelerinden yararlanma oranı azaldığı gibi, toplumsal yönelimlerde ortalama aklın altına inme ihtimali de artıyor.
Bizim bu ikinci gruba girdiğimiz çok açık… Toplum kendisine rehber bildiği kişi ve kurumların peşinden giderken onlara bir hikmet de yüklüyor. Zira aksi halde bu tutumunu kendi gözünde meşrulaştıramaz. Diğer deyişle sadece liderler ya da devlet mekanizması değil, toplum da otoriter ve ataerkil. Dolayısıyla çıkan kararı akli bir irdelemeye tabi tutmak yerine, doğru kabul etmeye daha teşne.
Diğer deyişle kişiler kendi akıllarını kullanmaktan vazgeçip, ortak zihniyet ve kültürün ürettiği hiyerarşik aklın takipçisi oluyorlar. Çünkü böylece çevreye adaptasyon hızlanıyor, hayat kolaylaşıyor… Bu açıdan bakıldığında kişinin kendi bireysel aklını kenara itip, ortak zihniyetin önerdiği aklı benimsemesi de gayet ‘akıllıca’! Bu sayede kişinin içinde bulunduğu ilişki ağı (adaptasyon açısından) sorun olmak bir yana, kişinin başarısını garanti edebiliyor.
Velhasıl otoriter ve/veya ataerkil zihniyete, ya da bunların bileşimine sahip toplumlarda bireysel akıl büyük ölçüde ‘hiyerarşik akla’ uyum yönünde kullanılıyor. Bilerek ya da bilmeyerek kişisel farklılıkların üretebileceği yaratıcılıktan vaz geçiliyor. Toplum bilerek ya da bilmeyerek aptallığı seçiyor…
Kişiler adaptasyonun ima ettiği pratik akla uygun davranarak, aptallığa uyum sağlayan tutumu akıllılık olarak görmeye başlıyor. Bir süre sonra topluca aptallığın kılcal damarlarında gezinir hale geliyoruz ama kendimizden memnuniyetimiz halel görmüyor…
İşin ilginç yanı toplumu (ülkeyi) bir arada bütünlük içinde tutan unsurlardan biri muhtemelen bu düşük akıl seviyesi. Bir yandan aptallığa işaret etmekten vazgeçmiyor, birbirimizi aptallıkla suçluyor, diğer yandan aynı ortak aptallığın bir üyesi olmaktan gocunmuyoruz.
Bu arada meşrebimize göre seçtiğimiz liderliklerin akılsızlığını görmezden gelmeye eğilimliyiz. Bunun farkında olmak bir nebze rahatsızlık yaratsa da bir akla teslim olmanın rahatlığı daha ağır basabiliyor. Hele liderliği temsil eden kişi ölmüşse söz konusu teslimiyet daha da kolaylaşıyor. Ölmüş rehberleri olası yanlışlarından arındırıp toplumsal zihinde yeniden kurguluyor ve onlara insan ötesi bir akıl atfediyoruz. Bu kişilerin aklı biz faniler için bir model teşkil ederken, aynı zamanda ulaşılamaz olana da işaret ediyor. Ne de olsa aynı akla ulaştığımız anda rehberin aklının sıradanlığını kabul etmemiz gerekebilir…
Bizi aşan bir akla ihtiyaç ve böyle bir aklın varlığından emin olma isteği, içinde yaşadığımız toplumsal hiyerarşinin tepesinin de zihnimizde ister istemez akılla donatılmasına yol açıyor. Böylece siyasi liderlik ve özellikle devlet ‘aklın’ bizim ulaşamayacağımız mertebelerini temsil edebiliyorlar.
Ne var ki basit ve sıradan ortalama aklı referans aldığımız zaman bile söz konusu liderlik ve devlet aklının çoğu zaman akılsızlıkla maruf ve bu akılsızlıkta ısrarcı olduğunu görüyoruz. Ancak toplum olarak birkaç ‘uyumsuz’ veya ‘kasıtlı’ muhalif ses dışında bu gözlemi fazla seslendirmiyoruz.
Akılsızı akıllı varsaymanın çelişkisini zihnimizde yumuşatıyor, durumu ‘gerçekliğin kaçınılmaz özelliklerinden biri’ olarak kategorize edip, yaşadığımız bilişsel şizofreniyi normalleştiriyoruz. Tabii zihniyetimiz sayesinde…
Bazılarımız (şu dönem giderek çoğunluğumuz) bu çelişkiden de zaman içinde kurtuluyor. Adaptasyon yeteneği ağır basıyor… Aptallığa belirli bir miktar taviz vermenin baya akıllıca olabildiğini keşfediyor. İktidar odaklarına yakınlaştıkça aptallaşmayı kabul etmek durumunda kalınıyor ama nihayette bunun küçük hayatlarımız açısından gayet akıllıca getirileri oluyor.
Öte yandan zaten daha aptal olanlarımızın bu türden bir çelişkisi yok. Onlar hevesle hiyerarşinin takipçisi oluyor, becerileri ölçüsünde başarı kazanıyor, kariyerlerinde yükseliyor, hızla olur olmaz mevkilere gelebiliyorlar.
Ve tabii nihayette onlar yönetiyor… Gördüğünüz gibi her şey bilimsel, doğal ve normal…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023