Murat Sevinç

Osman Kavala’nın çiğnenmeye çalışılan onuru
23.06.2023
439

‘Dört buçuk’uncu eleştiri yazısı…

Malum, Heinrich Böll’ün meşhur eseridir ‘Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru.’ Çok uzun yıllar önce İstanbul’da tiyatrosunu seyretmiş, epey etkilenmiştim. Ne yazık ki yönetmeni hatırlamıyorum ancak hafızam yanıltmıyorsa Blum’u Aliye Uzunatağan canlandırıyordu, onu unutamamışım demek ki. 1970’lerin Almanya’sında yazılmış, bir anarşistle ilişkisi nedeniyle başı dertte, sisteme, kurulu düzenin acımasızlığına ve hukuk dışılığına son derece doğru ve sert eleştiriler yöneten bir karakter Blum.

 

Osman Kavala’yı ömrümde bir kez gördüm. Elbette kim olduğunu biliyordum ancak o güne dek tanışmamıştım. Tutuklandığında anlatmıştım, şimdi yine anlatacağım. Anlatacağım ki nicedir kara propagandaya maruz kalan ve en son bir TRT dizisine konu olmuş görünen Kavala’nın nasıl biri olduğunu bir kez daha hatırlayalım. Sahi, yeri gelmişken, sizler bugüne dek propaganda aygıtının irili ufaklı dişlileri haricinde, Kavala’yı tanıyıp da hakkında olumsuz konuşan bir kişiye rastladınız mı?

2017 Şubat’ında üniversiteden atıldıktan sonra moral/dayanışma telefonları geldi tahmin edilebileceği gibi. Üniversiteler taş kesilmişken, kurullar havaya bakıp ıslık çalıyorken, ‘kimi’ solcu meslektaşlar dahi lütfedip bir cümle kurmaz ve hatta burunlarını odalarından çıkarmazken, birileri atıldığımız için pek mutlu olmuşken… umulmadık destek mesajları da aldım, aldık. 

Beni en şaşırtanı Kavala’dan gelen e-postaydı. Son derece nazik bir dille geçmiş olsun dileklerini iletiyor ve uygun zamanda kahve içmeye davet ediyordu. Birkaç ay sonra İstanbul’a gelince haberleştik. İlk ve son görüşmemiz böyle gerçekleşti. O ânâ dek hiç karşılaşmadığım Osman Kavala üzüntüsünü aktardı, sağdan soldan sohbet ettik ve aramızdaki tek bağ Radikal yazılarıydı. Zarif, başkalarının yaşamıyla ilgilenen, diğerleri için kaygılanan, başını kuma gömmeyen bir insandan söz ediyorum. Başka biri olmayı tercih etseydi, bugün asgari ücret yorumu yapan, yaz akşamları ‘cemiyetin’ diğer önde gelen ‘simalarıyla’ poz veren varlıklılardan biri olarak sürdürecekti yaşamını.

Kavala yargılamasını bu yazıyı okuyup da takip etmeyen olduğunu sanmıyorum. Tutukluluk, iddianamesizlik, absürt iddianame, suçsuz bulunması, ardından aynı fiilden bir kez daha suçlama ve tutukluluk, sonunda Gezi davasında diğerleriyle birlikte mahkûmiyet. AİHM’nin verdiği ihlal kararı ve gelinen noktada ‘yerine getirilmeyen yükümlülükler nedeniyle’ Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin muhtemel yaptırımlarıyla yüz yüze kalma ihtimali. Adil bir yargılama yapılıyormuş gibi davranılan bu süreçte iktidarın AİHM’ye tepkileri, “Kararı tanımayız” ifadeleri. Baştan sona Kafkaesk bir hikâye.

Kavala’nın yaşadıklarına uzun süre sessiz kalındı. Eğer Gezi yargılamasındaki diğer isimlerle birlikte o nihai ceza söz konusu olmasaydı, iş bu denli akıl ve vicdan almaz bir hale gelmesine karşın çoğu muhalif ve siyasetçi tarafından görmezden gelinmeye devam edecekti. Bundan kuşku duymuyorum. “Hepimiz Geziciyiz” diyen onca adı sanı bilinen insan, darbe girişimi olarak tanımlanan Gezi’yi ‘örgütlemekle’ itham edilen Kavala’yı büyük ölçüde kaderine terk etti. Öyle ya, son yıllarda giderek çoraklaşan düşünce faaliyeti de komplo kuramları çevresinde dönmeye başlayan memleketimizde, sorosçuluk morosçulukla itham edilme ihtimali vardı! 

Türkiye’de sevdiğinin hakkını savunmaktır âdet olan, çünkü adalet her durumda gözetilmesi gereken bir ilke, ahlaki tutum olarak rağbet görmez. Bu yüzden sıklıkla, “Bir gün size de gerekebilir” ifadesini işitiriz ki, üzerinde pek düşünülmeden, sözcük aralarındaki ‘yararcılık’ yok sayılarak sarf edilen bu uyarı hiç ama hiç ahlaki değildir. Üstelik, size gerekli olduğunda savunacağınız adaletin size hayır getirme olasılığı yoktur. Adalet ancak bir ilke olarak sahiplenilirse varlığını sürdürebilir. Türkiye’de uzun süredir şikâyet edilen adaletsizliklerin başat gerekçelerinden biri toplum ortalamasının ve muhalif kamuoyunun kafasını ütüleyenlerin umursamazlığı. Sahip çıkılmayan hiçbir hak, hak değildir, kâğıt üzerindeki süslü cümlelerde kalır.

Okuduğunuz yazının gerekçesi, birkaç gün önce haberdar olduğum bir TRT dizisi ve Osman Kavala’nın diziyle ilgili açıklamasındaki son paragraf. Bizim vergilerimizle ayakta duran bir kurum TRT. Demek ki bu dizinin yapılıp gösterilmesinde üstün bir kamu yararı gördüler.

Bir bölüm yayınlanmış sanırım. Kavala’nın gençliğine benzediği varsayılan bir oyuncu çatık kaşla bakıyor fotoğrafta. İktidar TV dizilerinin gücünü çoktandır keşfetti, Kuruluş, Diriliş derken Kavala’yı da ihmal etmeyelim demişler! Dizi kahramanı eskiden solcuymuş, sonra kapitalist olmuş, bolca yabancı varmış senaryoda vs. Zaten yabancı parmağı olmadan olmaz, başka türlü bir yapımın yerli ve milli olduğunu nasıl anlayacağız…

Birkaç gün önce oyuncular bir TV programına çıkmış. İnternette kısacık bir kesit seyrettim. Genç başrol oyuncusu havaya bakarak, oturduğu koltuğa sığmayarak, ‘arada biraz aşkımız da olan’ bu ‘ajan’ hikâyesinin ‘interneyşınıl’ niteliğine vurgu yaparak konuşuyordu. Kiminle peki, yani kim davet edip dizi hakkında konuşturmuş? “Ben farklı ve çılgın biriyim bey.” Genç oyuncuya “Anlatsana bize hikâyesini” diyor, arada da “hıhım hıhım” diyerek anlatılanı kavradığını belli ediyor. Oyuncu, çok detay vermek istemediğini, ‘olayın tadında’ kalmasını arzuladığını söyleyince, “Ben farklı ve çılgın biriyim bey” araya girip “Uzun soluklu dizi işlerinde çok dikkat etmek lazım” yargısıyla deneyimini konuşturuyor. Oyuncu, konuyla ilgisiz gibi görünse de “Zaten çok çabuk tüketiyoruz her şeyi” cümlesini sarf edince, görmüş geçirmiş ‘bey’ “Hıhım” diyerek onaylıyor.

Kavala’nın açıklamasındaki son paragraf, iki ayrı Türkiye ve uygarlık düzeyi hakkında ipucu verdiği için çok önemli. Diziyi ‘itibar suikastı’ olarak tanımlayan Kavala şu cümleyle bitirmiş kısa metnini: “Kamu kaynaklarının bu amaç için kullanılmış olması beni yadırgatmadı. Beni şaşırtan ve bana üzüntü veren genç sanatçıların bu itibar suikastı projesinde yer almaktan rahatsızlık duymamaları.” 

Bir yanda içtenlikle genç sanatçıların haline üzülen bir insan, diğer yanda rol aldığı yapım -birden çok dil konuşulduğundan- ‘interneyşınıl’ olacak diye mutlu genç oyuncu. Rol aldıkları diziye konu yapılanın, ömrü boyunca kamusal yarar gözetmiş ve kültür yaşamına onca katkı sunmuş biri oluşu umurlarında değil.

Adalet mülkün temeli. Yurttaşsız mülk olmaz. O yurttaşın tutumu bu olduğu sürece yaşadığımız koşullar değişmeyecek. İlanihaye devam eden adaletsizler ancak ‘rıza’ ile mümkün. Böyle bir dizi çekilir, çünkü birileri ister, birileri senaryosunu yazar, birileri oynar, birileri malzeme taşır, birileri seyreder ve hadi sade yurttaşı bir yana bırakalım, ülkenin çoğu oyuncusu sessizliğe bürünür. Sessizliklerinin duyulmadığını düşünerek. 

Ama canım, ekmek parasıdır sonuçta…  Şile bezi güzeldir ancak smokin dikemezsiniz, tuhaf durur. Duruyor da.

(Eleştiri yazılarına devam edeceğim)

Yazı önerisi: Yıldırım Türker’in, ‘kapitalist’ Osman Kavala hakkındaki yazısını bir kez daha buraya bırakıyorum.

Not: Oyuncu, dizinin dünyada yankı bulacağını da söylüyor programda. Burada, meslektaşım Kerem Altıparmak’ın sosyal medya hesabında paylaştığı görüşüne yer vermek istiyorum: “Dünyaya hitap edecek zaten. Muhtemelen bundan sonraki aşamalarda AİHS’nin 18.maddesinin ihlalinde ısrar edildiğinin somut delili olarak sunulacak bu dizi. Hakkında AİHM kararı olan bir dosya hakkında devlet televizyonunun çektiği propaganda filmi olarak birçok yerde tartışılacak.”

Dördüncü yazı: Muhalefet partilerinin liderleri yaşamını yitiren çocuklardan haberdar mı?

Üçüncü yazı: İttifaktaki partiler müttefik miydi?

İkinci yazı: Milli iradecilik ile büyülenen müesses muhalefet

Bir buçuk’uncu yazı: Nasıl, iyi görünüyor muyum, şöyle yan mı dursam!

Birinci yazı: Seçim sonrası bir ‘özeleştiri’ denemesi…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar