Neşe Düzel

"Solun mirası üçe ayrıldı. Bir kısmı, Atatürkçülüğün, bir kısmı da Kürt milliyetçiliğinin kuyruğuna takıldı ve Kürt devrimi projesine angaje oldu. Eski TKP’den, PKK ve BDP’ye azımsanmayacak sayıda iltihak oldu"
"Bir kısım solcular, antiemperyalizm köprüsünden yürüyüp saf milliyetçilikten Marksizm’e geçmişlerdi. Şimdi gene antiemperyalizm köprüsünden yürüyüp saf milliyetçiliğe geri döndüler. Asıllarına rücu ettiler"
"Bir kısım solcuların beyninde sadece bir lob kaldı: Antiemperyalizm lobu! Bunlar, adalet emeğin kurtuluşu, sosyalizm idealleriyle birlikte beyinlerinin “özgürlükçü lobunu” da yitirdiler"
NEDEN HALİL BERKTAY Türkiye’de entelektüeller arasında “sol”, değeri yüksek bir kavram. Belki de bu yüzden “solcu” olma iddiasından vazgeçmek istemiyor kimse. Ulusalcılar, Kemalistler, Kürt milliyetçileri kendilerini “solcu” olarak değerlendiriyorlar. Acaba solculukla ulusalcılığın, Kemalistliğin, milliyetçiliğin nasıl bir ilişkisi var? Marksizm’le Kemalizm daha önce de bir araya geldi mi? Kemalizmle Marksizm arasında bir benzerlik var mı? Neden Türk solcuları Marksizmle Kemalizmi evlendirdiler? Solculardaki bu milliyetçilik eğilimiyle antiemperyalizm arasındaki bağ nedir? Türk ve Kürt solcuların, Kemalizm’de benimsedikleri özellikler hangileri? Ulusalcı solcuların hayali nedir, nasıl bir toplum istiyorlar? Solla dinin ve dindarların ilişkisi nasıl olmalı? Solun bugün şiddete bakışı nedir? Sol şiddeti tümüyle red mi etmeli? Türk soluyla PKK arasında zihinsel bir bağ var mı? PKK’yı sol bir örgüt mü? Eski sol hareketlerden yeni bir sol çıkar mı? Türkiye’de sol bir siyasi hareket oluşturmak mümkün mü? Bütün bunları, eski solun önde gelen isimlerinden Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Halil Berktay’a sorduk ve tarihi bir perspektife dayanan cevaplar aldık.
Siz Marksizmle Kemalizmin mutsuz evliliğinden söz ediyorsunuz. Nedir Marksizmle Kemalizmin mutsuz evliliği?
Aslında ben daha genel bir şeyden, Marksizmin milliyetçilikle mutsuz evliliğinden söz ediyorum. Çünkü bu ilişki, Türkiye’ye özgü değil. Son 150 yıla baktığımda, Marksizmin milliyetçilikle ilişkisinde ilginç şeyler görüyorum. Marksizmin milliyetçilikle mutsuz evliliği ve bir türlü sonuçlanamamış boşanamama hali dünya çapında yaşanıyor. Hala ayrılamadılar bence.
Marksizmle Kemalizm arasında yaşanan bitmeyen ilişkiyi de milliyetçilik üzerinden mi kuruyorsunuz peki?
Evet... Türkiye’de de bu mutsuz evliliğin özel bir hali yaşanıyor. Türkiye’deki Marksistlerin de, kendilerini komünist, sosyalist sayanların da Kemalizm’le mutsuz evlilikleri ve bir türlü boşanamama halleri var.
İdeolojisi evrensellik üzerine kurulmuş olan Marksizm milliyetçiliği içerebilir mi? Bir Marksist milliyetçi olabilir mi?
Olmamaları gerekir diye düşünürsünüz ama olmuşlar. Belki Marx’ın, Engels’in veya Lenin’in kendileri milliyetçi değil ama Marksizmle milliyetçilik arasında hep çok büyük örtüşmeler, iç içe geçmeler, yanaşmalar var. Bakın... Marksizm’in çıkış döneminde, işçilerin vatanı yok. “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”, daha sonra da, “bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz “ önermeleriyle, ilkesel düzeyde milliyetçiliği tamamen reddediyor gibi gözüküyor Marksizm ama... Daha Marksizm’in ortaya çıkışından itibaren problemler var. Marksizm kendisine en büyük düşman olarak liberalizmi belirliyor!
Niye?
19 ve 20 yüzyıl tarihi, üç büyük ideoloji arasındaki mücadeleler, bu ideolojilerden türeyen politik partiler arasındaki çatışmalarla şekillendi. Bu üç büyük ideoloji, liberalizm, nasyonalizm ve sosyalizm. Marksizm, bu üçü arasından öncelikle liberalizme düşman. Yani Marksizm’in varoluş nedeni, onu doğuran sancı, milliyetçiliğe düşmanlık değil, liberalizme düşmanlıktır.
Türkiye’de kendisini sol olarak tanımlayan kesimlerin liberallere olan düşmanlığı bu yüzden mi?
Türkiye’de kendilerini Marksist, sosyalist sayanların çok aşırı liberalizm düşmanlıklarına da yansıyor bu durum bugün de hala. Bir kere Marksist, kendisini her şeyden önce siyasal ve ekonomik liberalizmle karşıtlık içinde tanımlıyor.
Marx ve Lenin de liberalizme düşman mıydılar?
Tabii. Liberalizme düşmanlık korkunç. Marx’ın aşağılayıcı, düşmanca on lafı varsa, 8- 9’u liberalizmle, bir, ikisi de milliyetçilikle ilgiliydi. Zaten milliyetçiliğe olan karşıtlığı da öyle derin düşünülmüş bir karşıtlık değildi. Daha çok politik sloganlar düzeyindeydi. “İşçilerin vatanı yoktur, bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”, “Bu savaş, emperyalist savaştır. İki tarafın işçileri bu savaşta (Birinci Dünya Savaşı) savaşmamalıdır” gibi... Marksizm bunları söylüyorsa da, devrim, sonuç olarak ulus devlet ölçeğinde düşünülüyor.
Ulus devlet ölçekli bir devrim düşüncesi, nasıl bir sonuç veriyor?
Siyasal mücadeleyi bir ülke ölçeğinde düşünmek, o ülkenin koşulları, kültürü derken, “milli bir ruh hali” içinden düşünmek gibi bir problemi getiriyor. O ülkenin halk kitlelerini kazanmaya zararı olabilecek şeyleri söylememeye ve zaman içinde gerçekleri gizlemeye kadar varıyor iş. Marksizm’in kökenindeki diğer mesele de...
Nedir?
Marksist devrimciler, kendilerini milliyetçi ihtilalcilerle akraba hissediyorlar. 19 ve 20’inci yüzyıl başında Avusturya-Macaristan, Rus Çarlığı, Osmanlı gibi imparatorluklar var. Bunlar hem birer despotik hanedan devletleri hem de çok uluslular. Birer milletler hapishanesi durumundalar. Bu ülkelerde istibdadın yıkılması ve imparatorluğun ezdiği milletlerin bağımsızlığı için mücadele eden milliyetçi devrimciler var. Mesela Osmanlı’ya karşı Lord Byron! Bizim için Lord Byron kötü bir kişiliktir ama...
Evet...
Lord Byron gibi bir “19’uncu yüzyıl devrimci radikal demokratının” gözüyle baktığınızda, Osmanlı rejimi hem korkunç bir otokrasidir, bir şark despotizmidir. Hem de Yunanlılar, Osmanlı’nın içinde ezilen bir ulustur. Lord Byron da onların kurtuluşu için dövüşüyor. İşte dönemin Marksistleri ve sosyalistleri de Byron’ları kendilerine çok yakın hissediyorlar. Milliyetçileri kendilerine potansiyel müttefik hissediyorlar.
Daha sonra aynı yakınlığı Mustafa Kemal’e de duyuyorlar mı? Onu da kendilerine müttefik buluyorlar mı?
Tabii ki... 20’inci yüzyıl emperyalizm çağıdır. Büyük Britanya, Fransa, Almanya gibi gelişmiş kapitalist ülkeler yeni denizaşırı imparatorlukların inşası aşamasına giriyorlar ve kendilerine başta kara Afrika olmak üzere sömürgeler buluyorlar, koloniler yaratıyorlar ve bunları ezmeye başlıyorlar. Kapitalizmde bu olurken, Marksizm de Leninizm’e doğru evriliyor. Değişen bir dünya içinde değişen bir devrim perspektifi ortaya çıkıyor. “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” sloganı, “bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz”e doğru evriliyor ve “bütün dünya halklarının baş düşmanı emperyalizmdir” deniyor.
Devrim, sınıf hareketinden ulus hareketine doğru mu evriliyor?
Sınıf hareketinden ulus hareketine doğru bir gidiş oluyor. “Ulusun mücadelesinin içinde, işçi sınıfının sağlam bir omurga olarak durması tayin edicidir” filan deniyor ama şu perpektif ortaya çıkıyor. Emperyalizme... Daha genel söylersek, dünyaya, yedi düvele, dışarıdan gelene, yabancı olan her şeye karşı mücadele doğru ve meşru oluyor. Yani Türkiye, Afganistan, Cezayir, Fas, Afrika ülkeleri açısından tek tek baktığınızda kötü olan nedir? Kötü olan emperyalizmdir. Yani dışsal olandır. Yani Batıdır, Avrupa’dır. Dışarıdan gelen her şey kötüdür, düşmandır.
Neden düşmandır?
Çünkü bizim milli bünyemizi bozuyor, çürütüyor. Sömürge ülkeler ve ezilenler açısından böyle bir felsefe ortaya çıkıyor. Emperyalizm ve kapitalizm eşittir dışarıdan gelen her şey oluyor. Düşman oluyor. M. Kemal, 1921’de Meclis’teki ünlü konuşmasında, “Bizi boğmak isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe bir mücadeleyi caiz gören bir fikrin çocuklarıyız” diyor. Ezilen ülkelerin milliyetçiliği böyle bir kıvam alıyor.Leninizm şeklini almakta olan Marksizm ise ezilen ülke milliyetçiliklerine dünya devriminin müttefikleri gözüyle bakıyor.
Niye?
Çünkü sömürgelerdeki isyanlarla, milli kurtuluş mücadeleleriyle emperyalist aşamaya gelen tekelci kapitalizmin sarsılacağı ve dolayısıyla ana vatan ülkelerde onlara karşı devrim yapmanın kolaylaşacağı düşünülüyor. Böylece “antiemperyalist dünya devrimi” kavramı ve stratejisi geliştiriliyor. Gelişmiş ülkelerin milliyetçiliklerine “emperyalist milliyetçilik” diye çok kötü bakılırken, Türk, Afgan, İran milliyetçiliklerine muazzam krediler açılıyor.
O milliyetçiliklerin kendi halklarını nasıl ezdiğini dikkate alıyor mu sol peki?
Dışa karşı ezilenin, içeride kendisinin kimi ezmekte olduğuna çok bakmıyorlar. Yani Osmanlı İmparatorluğu içindeki Türk Müslüman iktidar, Ermenilerin Kürtlerin canına okuyor mu, ona pek bakmıyorlar. Ezen millet-ezilen millet kavramı diye müthiş bir ayırım yapıyorlar.
Bu, Kemalizmin işine gelmiyor mu?
Çok geliyor. Marksistler, komünistler, Sovyetler Birliği, Komintern ve Komintern’e bağlı komünist partileri bu stratejiyi benimsiyorlar ve ezilen ülke milliyetçilerine, kendilerinin bulamayacağı bir teori sunuyorlar. Bu teori; emperyalizm! Türk milliyetçileri spesifik zulümlerden, düveli muazzamanın müdahalelerinden , Düyun-u Umumiye’den, hammaddelerin ucuza kapatılmasından, tütün rejiminden şikayet ediyorlar ama... Türk milliyetçileri, İttihatçılar ve sonra da Kemalistler ya da Çin, İran, Afgan milliyetçileri, emperyalizm teorisini geliştiremezlerdi. Bu kapasite, Marksistlerde var. Ezilen ülke milliyetçileri ile Marksizm arasında işte böyle bir bağ var. Marksizme düşman olan Ömer Seyfettin’in Primo Türk Çocuğu hikayesinin ilk beş-10 sayfası öyle bir antiemperyalist broşür ki, onu Lenin de, Rosa Lüksembug da yazmış olabilirdi. Peki 1920’de Bakü’de Komintern’in bir seksiyonu olarak Türkiye Komünist Partisi’ni kuranlar kim?
TKP’yi kim kurdu?
Mustafa Suphi, Ethem Necad... Bunlar, eski İttihatçılar. Birinci Dünya Savaşı’nda Çarlık Rusyası’yla savaşırken esir düşmüşler. Sonra kendilerini Ekim Devrimi’nin çalkantısı içinde bulmuşlar ve onun heyecanına kapılmışlar, antiemperyalizm köprüsünden geçerek komünist olmuşlar. Marksizm Leninizm onlara, kendilerinin asla bulamayacakları bir antiemperyalizm teorisi sunuyor. Onların milliyetçiliklerini alıyor ve daha yüksek bir teorik kalıba döküyor. Böylece bunlar, Leninist antiemperyalizm teorisi sayesinde milliyetçiliklerini, Marksist komünist denilen bir kalıba döküyorlar. Marksizmin teorik katkısı, Türk, Çin, Afgan, İran vs milliyetçileklerini işte böyle soylulaştırıyor . Mesela Nazım Hikmet...
Nazım Hikmet de mi milliyetçi?
Evet. Pek çok akranı gibi paşa dedesinin evinde büyürken o da başlangıçta su katılmadık bir Türk milliyetçisi. On beş yaşından itibaren yazmaya başladığı gençlik şiirleri tüyler ürpertici derecede ırkçı ve Turancıdır. İslam fanatizmi vardır bu şiirlerde. “İntikamım alın diye haykırıyor camiler”, “Sen Türk çocuğusun düşmanını tanı” diye şiirler yazıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’den hiçbir farkı yok onun da. Sonra Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya gidiyor ve oradan Sovyetler Birliği’ne geçiyor. Sonuçta o da, antiemperyalizm üzerinden Marksizm ve komünizme geçiyor. Gençliğinden tevarüs ettiği Türk milliyetçiliği damarı, Nazım’ın düşüncesinde çok kuvvetle mevcuttur.
Peki Kemalizmle Marksizm arasında bir benzerlik var mı?
Marx ve Engels, “sanayi kapitalizminin koşullarında devrim, işçi sınıfıyla yapılır” derler. Aslında onların sosyalizm dedikleri şey, içinden piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet kesilip alınmış bir modernitedir. “İnsanlık ilerlesin ama kapitalizm, piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet olmasın” diyorlar. Bunlar, modernizasyona müthiş hayranlar. Müthiş ilerlemeci ve tekamülcüler. Fakat şu var. Klasik Marksizm, geriden gelen ülkelerin moderniteye yetişme ideolojisi değildir. Devrim, zamanın en gelişmiş kapitalist ülkelerinde olacaktır. Devrim, sosyal adaleti, eşitliği gerçekleştirmenin bir yöntemidir ama tarihsel geri kalmışlığı aşmanın bir yöntemi değildir. Ancak 20’inci yüzyılda devrim kavramı değişiyor.
Ne oluyor?
Devrim kavramı, hem Marksistler hem de ezilen ülke milliyetçileri açısından bir yetişme ve kalkınma aracı olmaya başlıyor. Devrim, sadece sosyal adaleti ve eşitliği sağlamanın aracı değil, aynı zamanda geri bir ülkeyi kendi bağcıklarından yukarı çekerek zıplatmak oluyor. Gecikmişlerin yetişme özlemi Leninizmin içine giriyor. Buna bugün ulusal kalkınmacılık deniyor. Resmi söylemlerinde Marksizmi, sosyalizmi, Leninizmi benimsemeyen Kemalizm gibi ezilen ülke milliyetçiliklerinde işte bu yetişmeci, ulusal kalkınmacı boyut ve bunu ihtilalci yöntemlerle yapmak çok kuvvetli. Kısacası, “modernite tutkunluğu, ihtilalcilik, yetişmecilik, ulusal kalkınmacılık” Marksizm ile Kemalizm arasındaki benzerliklerdir.
Türk solcuları Marksizmle Kemalizmi nasıl evlendirdiler?
Nasıl 19’uncu yüzyılda Marksistler, istibdat rejimlerine, otokrasilere karşı mücadele eden milliyetçi, cumhuriyetçi devrimcilere hayırhah bakıyorlarsa, 20’inci yüzyılda da Türkiye’de kendilerine Marksist ve komünist diyen insanlar da Kemalistlere sonra derece hayırhah bakıyorlar. “Bunlar da devrimci, inkılapçı , ihtilalci, modernist. Bütün bunlarda onlarla müttefikiz. Gerçi bunlar, bilimsel sosyalistler ve işçi sınıfını temsil eden komünistler kadar tutarlı ve radikal devrimci değiller. Bunlar biraz zayıf ve titrekler. Yerine göre, emperyalizmle, büyük devletlerle, piyasayla uzlaşırlar ama... “ diyorlar. Nazım Hikmet 1938 Harp Okulu deniz kuvvetleri davası patlak verdiğinde, Atatürk’e yazdığı mektupta, “tanıdığım en inkılapcı baş olarak sana yazıyorum. Senden başka başvuracak yerim yok” diye yazıyor.
Komünistlerin gözünde Kemalizmde neler iyi?
İhtilalcılık iyi, Jakobenlik iyi, modernistlik yani inkılapçılık iyi. Antiemperyalizm iyi. Gericilik, irticaa karşı laiklik iyi. Devletçilik iyi. Liberalizm, piyasa ekonomisi, özel teşebbüs düşmanlığı Kemalizm’de de baştan beri var. Onda da her şeyin özeli kötü. Piyasa kötü, özel sektör kötü. Siyasetin de özeli kötü. Siyasetçiler, özel partiler kötü. Devlet ise iyi. Kemalizm ve Kemalistler Terakki Perver Fırka’ya veya Serbest Fırka’ya ne kadar şüphe ve nefretle bakıyorlarsa, dönemin komünistleri de aynı derecede şüphe ve nefretle bakıyorlar.
Kemalizmden etkilenmeyen bir sol yok mu Türkiye’de?
Yok... Tabii tek tek aydınlar diyorsanız var. Mesela ben kendimi, Murat Belge’yi bunlardan biri sayarım. Bakın... 1920, 30’ların Türkiye’sinde barışçı bir sosyal demokrat parti olsaydı, Kemalist iktidara karşı öyle bir parti demokrasi mücadelesi verebilirdi. Ama komünistler Kemalist iktidara karşı demokrasi mücadelesi vermiyorlar. Siyasal demokrasi ve özgürlük talep etmiyorlar. Siyasal demokrasi, özgürlük talep eden bir sol yok Türkiye’de.
Türkiye’de son zamanlarda ulusalcılıkla solculukla çok iç içe girdi. Hatta neredeyse aynılaştı. Ulusalcılık ve solculuk gibi iki kavramın buluşması nasıl mümkün oluyor?
Zaten ideolojik bakımdan çok farklı değillerdi. Siyasi bakımdan farklıydılar. İdeolojik bakımdan aralarında büyük örtüşmeler olmasına rağmen iktidardaki resmi Türk milliyetçiliği kendisine herhangi bir rakibin varlığına tahammül edemiyordu ve her fırsatta solu eziyordu. Muhalefetteki Marksistlerin, komünistlerin Kemalizm’le pek çok şeyleri örtüşüyordu ama örtüşmeyen, buluşmayan bir yanları da vardı. O da¸ işçi sınıfının ve emekçi halkın kurtuluşuydu, sosyalizm, komünizm diye bir projelerinin olmasıydı. Atatürkçü resmi ideoloji ve iktidar, bunun varlığına tahammül edemiyordu ve eziyordu. Aybar yönetimindeki Türkiye İşçi Partisi çeşitli provokasyonlar ve müdahalelerle, kendi hataları ve tacizlerle çığrından çıkartılmasaydı ve çökertilmeseydi, acaba barışçı, parlamenter bir sosyal demokrat parti olarak gelişebilir ve Atatürkçülüğün ideolojik hegemonyası altında olmadan bir siyasal demokrasi, özgürlük ve sivilleşme mücadelesi verebilir miydi?
Verebilir miydi?
Bunu hiç bilemeyeceğiz. Çünkü öyle olmadı. Murat Belge’nin çıkarılmasına ön ayak olduğu 1970’lerin Birikim dergisi, Leninizm’e, Sovyet Marksizm’ine, komünizmine alternatif bir Marksizm bulma arayışındaydı. Birikim dergisi, İtalyan ve İspanyol komünist partilerinin reformcu, parlamenter, barışçı bir mecraya girme arayışlarına benzer bir şeyi Türkiye’de temsil ediyordu ama bu yüzden çok gadre uğradı.
Neden bizim ülkedeki solcuların büyük kısmı ulusalcı oldu?
Sadece bizim ülkede olmadı ki her yerde oldu bu. Rusya’ya bakın. Sovyetler Birliğinin bütün eski komünist partilerinin liderleri, adeta birkaç gece içinde milliyetçi oldular... Sadece Ruslar değil, Yeltsinler, Putinler değil, Gürcistan’da Şevardnadze, Azerbaycan’da Aliyev milliyetçi oldular. Ermenistan komünist partisinin liderleri Ermeni milliyetçisi, Azerbaycan komünist partisinin liderleri Azeri milliyetçisi, Gürcistan komünist partisinin liderleri de Gürcü milliyetçisi
Demokrasiye yakın bir sol kalmadı mı?
Eski Sovyetler Birliği’nde son derece cılız bir demokratik sol kaldı. Eski Yugoslavya’ya Sırp, Hırvat milliyetçilerine bakın. Lahey’de yargılanan veya yargılanacak olan katiller var ya, bunların birçoğu komünistti. Bosna’da Boşnak milliyetçiliğinin liderleri İzzet Begoviç vs. de komünistti.
Demokrasiye karşı çıkarak sol olmak, solcu olmak mümkün mü?
Ee oluyorlar işte. ... Ulusalcılıkla solun buluşması sadece Türkiye’de olmadı. Ne zaman ki ortada emekçilerin kurtuluşu, gelecekte sosyalizm ve sınıfsız toplum diye inanılabilir bir ideal kalmadı, herkes kendi milliyetçiliğine döndü. Türkiye’de ne oldu? Türkiye’de eski solun mirası üçe ayrıldı. Bir kısmı tamamen Atatürkçü milliyetçi oldu. Ulusalcılık bu. En aşırı örneği de eski Maoculuğun lideri Doğu Perinçek’tir. Küçük bir fraksiyon örgütü olarak kurulan yeni TKP ve maalesef ÖDP de ulusalcı oldular. Tabii ki ÖDP, benim “nasyonal sosyalist işçi partisi” dediğim Doğu Perinçek’in İşçi Partisi kadar kötü değil ama... Bakın şöyle anlatayım. Beynimizin nasıl sağ ve sol lobu varsa, solun da iki lobu var.
Solun iki lobunda ne var?
Bir lobunda demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, hakkaniyet, zulm ve zorbalık olmaması gibi idealler var. Diğer lobunda antiemperyalizm var. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Doğu Avrupa’nın transformasyonu derken, dünyada Leninizm ve Leninist komünizm bitti. Çin’de de, Küba’da da, Vietnam’da da bitti. Bu çöküntü olunca, bir kısım solcular, “sosyalizm ve emeğin kurtuluşu, adalet, hakkaniyet” idealleriyle birlikte adeta beyinlerinin özgürlükçü lobunu da yitirdiler. Beyinlerinde sadece antiemperyalizm lobu kaldı. Zaten antiemperyalizm köprüsünden yürüyerek saf milliyetçilikten Marksizm’e geçmişlerdi. Şimdi gene antiemperyalizm köprüsünden gerisin geri yürüyerek saf milliyetçiliğe döndüler. Asıllarına rücu ettiler ve Atatürkçülüğün kuyruğuna takıldılar.
Eski solun mirası üçe ayrıldı dediniz. Diğerleri ne oldu?
Dediğim gibi bir kısmı Kemalist devrimi koruma ve yaşatma projesine angaje oldu. Bir kısmı, Kürt milliyetçiliğinin kuyruğuna takıldı ve Kürt devrimi projesine angaje oldu. Solun çeşitli kesimlerinden, özellikle de eski tarihsel TKP’den PKK ve BDP çevresine azımsanmayacak sayıda iltihak oldu. Bunların birçoğu bugün önemli propagandistler, kalemşörler rolünü oynuyor. BDP teşkilatında en sert, en militan, en savaşçı üslubu onlar kullanıyor. Solun mirasının üçüncü parçasına gelince, onlar da benim gibi insanlar işte.
Bu kesim kalabalık mı peki?
Var epey... Ben bu çerçevede Oral Çalışlar’ı, Nabi Yağcı’yı, Zülfü Dicleli’yi, Murat Belge’yi, Umur Coşkun’u, Oya Baydar’ı, Aydın Engin’i sayarım. Aramızda farklar var ama bizde ortak olan şu. Bizde beynin o ihtilalci, antiemperyalizm lobu gitti, beynin özgürlükçü lobu kaldı. Dediğim gibi o ihtilalci lob, Türk ve Kürt milliyetçiliğini içeriyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.12.2013
15.09.2013
23.04.2013
22.04.2013
15.04.2013
25.03.2013
18.03.2013
11.03.2013
10.12.2012
4.12.2012