Tarık Ziya Ekinci
Kısa bir süre önce çok izlenen TV kanallarından birinde kariyer sahibi iki büyük hukukçunun AK Partili bir siyasetçi ile tartışmalarını izledim. Karşılıklı konuşmalar daha çok siyasetçinin dayatması şeklinde geçiyordu. Hukukçular suskundu. Konuşurken de hukuk ilminin verilerini sergilemekten kaçınıyor, siyasetçiyi ha-evet tarzında onaylar gibi davranıyorlardı. Siyasetçinin muhataplarına ve TV aracılığıyla bütün Türkiye’ye dayattığı arkaik düşünceleri bir nasmış gibi izlemek hüzün vericiydi. Manzaradan büyük elem duydum. Tartışılan konu Hukuk ve siyasetti. Konuşmacıları karşı karşıya getiren konu ise OHAL’in ve KHK’lerin keyfi uygulamalarıydı. Tartışmanın özü yüz binlerce vatandaşın hukuksal hiçbir dayanak olmadan işinden atıldığına ve önemli bir bölümünün de tutuklandığına ilişkin uygulamalardı. Siyasetçi mealen “Siyaset hukuktan üstündür. Hukuku belirleyen siyasettir. Hukukla bağdaşmadığı iddia edilen olaylar siyasetin takdiriyle gerçekleşmiştir ve meşrudur. Bunlar için hukuksal dayanak aranmaz. Fetöcü çete mensupları her kılığa girebilen sahtekârlardır. Onların şekli hukuk içinde yakalanması ve tasfiye edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle siyaset hukuka aldırmadan şüphelendiği her insanı görevden alma ve tutuklama hakkına sahiptir” diyordu. Siyasetçinin, kendinden emin, dayatmacı tutumu karşısında hukukçular şaşkındı. Evrensel hukuka gönderme yapmanın ve anayasa hükümlerini açıklamanın bir yararı olmadığını düşünmüş olmalılar ki, alçak perdeden “Fetocu çetenin sivil üyelerini yakalamanın kolay olmadığını ve Türkiye’nin zor günlerden geçtiği” tezini kabul ediyor, ama her icraatın hukuk içinde yapılması gerektiğini belirtmekte çekingen davranıyorlardı. Dolaylı yoldan da olsa siyasetçinin haklılığını onaylar gibiydiler. “Ben bir siyasetçiyim! Hukuk kuralları beni ilgilendirmez” diyen AKP’li konuşmacının açıkça mugalâta yaptığını söylemeye, muhtemelen, cesaret edemiyorlardı. Siyasetin gazabına uğramanın korkusuna kapılmış, terörize olmuş gibiydiler. Siyasetçiye karşı çıkmanın, Fetocu terör örgütüyle iltisaklı oldukları suçlamasıyla gözaltına alınmaları, iddianameleri yazılmadan aylarca tutuklu kalmaları ihtimal dışı değildi. Hukukçular haksız mıydı? Başta Eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere 12 HDP milletvekili, Cumhuriyet gazetesinin yazarları, Altan kardeşler, Şahin Alpay, Mümtazer Türköne, Ali Bulaç gibi yüzlerce aydın, gazeteci, Osman Kavala gibi sol eğilimli işadamları ve AK Partiye muhalif pek çok vatandaş terör örgütleriyle iltisaklı oldukları gerekçesiyle tutuklu değiller miydi? Ak Partili Siyasetçinin mantığına göre bu olayları hukuk değil, ancak, siyaset açıklayabilirdi.
Sayın Erdoğan, Fetocu çetenin hezimetle biten 15 Temmuz darbesinden hemen sonra yaptığı açıklamada “Bu, bize Allahın bir lütfüdür” derken, yeni dönemin iktidara emsalsiz olanaklar sağladığını ima ediyordu. Nitekim kısa bir süre sonra OHAL ilan edilmiş ve o günden itibaren ülke KHK’lerle yönetilmektedir. Artık toplum yaşamında belirleyici olan hukuk değil, hiçbir denetime tabi olmayan ve idarenin rahatça kullandığı KHK’lerdir. Hukukçularla tartışan AK Partili siyasetçi de “Siyaset hukuktan üstündür” derken Sayın Erdoğan’ın KHK’lere dayalı yeni düzenini tanımlıyordu. Oysa hukuka dayanmayan ve keyfi biçimde yönetilen bir toplum devlet olamaz. Çağdaş toplumlarda hukuksuz yönetimlerin yeri ve saygınlığı yoktur. Hukukçu-yazar Taha Akyol, devlet hayatında hukukun ve siyasetin yerini tanımlarken; “Siyaset için doğru yol, adaletin siyasetten üstün olduğunu kabul etmek, yeni bir anayasayla bunu gerçekleştirmektir. Hukukçu için de doğru yol, hukuku siyasetten üstün tutmaktır”[1]diyor.
Siyaset Nedir, Siyasetçi Kimdir?
Siyaset Arapça siyasa sözcüğünden Türkçeye geçmiş bir deyimdir. Aslı seyis (at terbiyecisi) kökünden gelmekte olup terbiye anlamı taşır. Emir, yasak ve terbiye gibi manalarda da kullanılır. Siyasetin sözcük tanımı esas alındığında siyasetçinin görevi düzenli bir toplum kurmak olduğu anlaşılmaktadır. Siyasetçinin düzenli bir toplum oluşturabilmesi ise ancak önceden belirlenen kurallar çerçevesinde hareket etmesiyle mümkündür. Aksi halde düzenli bir toplum değil, kaos yaratılır. Düzenli ve adil bir toplum oluşturmak için önceden belirlenen ve herkesin bilmesi gereken kurallar manzumesinin adı ise hukuktur.
Türkiye’deki kullanımı açısından ‘siyaset’ bir isimdir. Münhasıran toplumu yönetmeye talip örgütlerin yaptığı meşguliyeti tanımlar. ‘Siyasetçi’ ise bu örgütlerin üyelerini tanımlamak için oluşturulan bir sıfattır. Siyaset ve türevlerinin Batı’daki karşılıkları politika, politik parti ve politikacıdır. ‘Siyasetçi’ sıfatının halk arasında olumsuzluk ifade eden anlamı da vardır. Özellikle her devrin adamı, entrikacı, fırsatçı, dolandırıcı olarak tanınan kimselerin ‘siyasetçi’ sıfatıyla yaftalandıkları bilinir.
Siyasetçilik bir meslek değildir. Belli bir eğitimden geçerek siyasetçi olunmaz. Siyaset ise, ülkede geçerli Anayasa ve hukuk kuralları ile uyumlu ekonomik, hukuksal, sosyal, yönetsel, eğitim, kültür, dış politika sorunları ile temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına ilişkin ilkeleri kapsayan programları olan yasal örgütlerin etkinliğidir. Genelde siyaset üretenler partilerin tepe kadrolardır. Bu kadroların hukuk, tarih, ekonomi, sosyoloji, diplomasi, genel kültür konularında bilgili ve yetkin olmaları arzu edilir. Türkiye’deki partilerin içte ve dışta temsil yetkisi üst kadrolardır. Partilerin üst organlarında çalışmaya istekli yetkin üyelerin sayısı sınırlıdır. Parti içi demokrasi kısıtlı ve işlevsizdir. Temsil görevini yapanların dışındaki üyeler parti disiplini içinde itaat etmekle yükümlüdür. Üyeler, düşünce ve inançlarına aykırı da olsa üst organların kararlarına uymak ve bunları uygulamak zorundadır. Parti içi demokrasinin işlevsiz olmasının doğal sonucu olarak siyasal güç sınırlı ellerde yoğunlaşır ve demokratik örgütler yerine otoriter oligarşiler oluşur. Yönetici kadroların alt katmanı olan siyasetçi de oligarşik kadronun isteğine uyarak ‘siyaset hukuktan üstündür’ düşüncesini savunmak zorundadırlar.
Hukuk Olmadan Devlet Olmaz
İnsanlık tarihinde kabile, aşiret ya da göçebe hayatı yaşayan toplulukların nüfus yapısındaki süreklilik doğal olarak istikrarlı olmamıştır. İnsanlar bir taraftan diğer tarafa kolayca geçebilmişlerdir. Zamanla topluluk bireyleri arasında farklı mesleklerin oluşmasına bağlı olarak, karşılıklı bağımlılık ve işbölümü gerçekleşmiştir. Böylece istikrarlı olmayan insan toplulukları istikrarlı toplumlara dönüşmüştür. Toplumların gelişmesi, işbölümünün yaygınlaşmasına ve bireyler arası dayanışmanın artmasına yol açmış. Yeni yaşamın yerli yerine oturması ve düzen içinde gelişmesi için bağlayıcı kurallara ihtiyaç hâsıl olmuştur. Toplumsal ihtiyacın belirlediği ortak kurallar Hukuk ve bu kuralların adalet içinde uygulanması da Devlet kavramını oluşturmuştur. Tarih göstermektedir ki, insan topluluklarının topluma dönüşme sürecinde önce hukuk sonra devlet oluşmuştur. Önceden belirlenmiş kuralları olmayan bir toplumun devletleşmesi ve düzen içinde varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
Türkiye OHAL ilan edildiği tarihten başlayarak, çoğu kez hukuksal dayanağı olmayan, denetime kapalı KHK’lerle yönetilmektedir. Toplum adeta tarih öncesi bir yönetime mahkûm edilmiş. Artık hukuk değil, siyasetçi konuşmaktadır. Bu nedenle de sözünü ettiğim AK Parti sözcüsü göğsünü gere gere “Belirleyici olan siyasettir. Siyaset hukuktan üstündür” diyebilmektedir.
Her ülkenin anayasasında, kargaşaya yol açan ağır toplumsal olaylar karşısında kısa süreli olağanüstü yönetimlere geçmeyi olanaklı kılan hükümler vardır. Ama hiçbir demokratik toplumda OHAL yönetiminin norm koyucu ve kalıcı rejim haine dönüştüğü görülmemiştir. Türkiye’de de binlerce vatandaşımızın canına mal olan Fetöcü çetenin silahlı kalkışma hareki üzerine haklı olarak 20 Temmuz 2016’da OHAL ilan edildi. Hainler kısa zamanda hezimete uğratılmış ve tutuklanarak adaletin önüne çıkarılmışlardır. Çetenin devlette ve toplumda yuvalanmış ve istihbarat örgütlerinin izledikleri yüz binleri bulan sivil uzantıları da darbe sonrası süreçte tamamen temizlenmiştir. Bu durumda OHAL’in sürdürülerek ülkenin KHK’larla yönetilmesinde hiçbir toplumsal yarar ve hukuksal gereklilik kalmamıştır. Aksine OHAL’in devamı faydadan çok zarar getirmekte, ekonomik, sosyal ve kültürel bakımlardan telafisi güç kayıplara neden olmaktadır. Keza, süreklilik kazanan OHAL devlete ve devlet kurumlarına karşı güven kaybına yol açmakta... Özellikle adalet duygusu ve tarafsız yargı algısı değişmekte, hukukun yerini siyaset almaktadır. Bugün toplumda oluşan ve giderek yaygınlaşan bu olumsuz algıdır. Bunun en hazin örneği, AK Partili siyasetçinin hukuk otoriteleri karşısında yaptığı açıklamalarıdır.
AYM’nin anayasanın 148/1 maddesini tartışılması mümkün olmayan kesin bir hüküm olarak algılaması ve KHK’ler hakkında AYM’de aykırılık davası açılamayacağına karar vermesi siyasetin hukuktan üstün olduğu algısını pekiştirmiştir. Oysa AYM, daha önce, bir hakkın kötüye kullanılması ihtimalini bertaraf etmeyi ve anayasanın temel felsefesini, 13, 15/1, 90/5 maddelerinin özünü göz önüne alarak OHAL ilanının amaçlarına aykırı KHK çıkarılamayacağına karar vermiştir. Buna karşılık idare AYM’nin son kararından yararlanarak yaşamın her alanını ilgilendiren, her türlü KHK’ları özgürce çıkarmaktadır. Artık ülke yasalarla değil KHK’larla yönetilmektedir. Örneğin, OHAL ilanı ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan Türkiye Varlık Fonu’nu KHK ile kuruldu. Oysa Varlık Fonu Merkez Bankasına ait kimi yetkileri de kullanabilen ve Türkiye’nin ekonomik hayatını derinden etkileyen bir kuruluştur. Meclis ihtisas komisyonlarında ve genel kurulda bütün yönleriyle tartışılarak olgunlaştıktan sonra Varlık Fonu Kanunu olarak çıkarılmasında sayılamayacak kadar çok ülke yararı olmasına karşın KHK ile çıkarılması büyük hatadır. Keza Cumhurbaşkanının atayacağı rektör adaylarının seçimle belirlenmesi kanununun KHK ile kaldırılması da OHAL’in ilanı ile ilgisi olmayan bir tasarruftur. Bunun gibi OHAL ile irtibatlandırılması mümkün olmayan ve kanunla düzenlenmesi gereken pek çok konuda, meclis devre dışı bırakılarak kanun yerine KHK çıkarılmıştır. KHK’lere karşı itiraz yolunun kapalı, Kanunlara karşı açık olması ve kanun çıkarmanın zaman alacağı düşüncesiyle idare KHK’larla yönetmeyi bir alışkanlık haline getirmiştir. Geçerli hiçbir nedene dayanmadan terörle irtibatlı oldukları şüphesiyle yüz binlerce devlet görevlisi (öğretmen, yargıç, savcı, güvenlikçi ya da akademisyen vb.) KHK’larla görevden alınmıştır. Oysa masumiyet karinesi her yurttaş için geçerli bir haktır.
Artan şikâyet üzerine idare, bireysel mağduriyetleri önleyecek kararlar üretmek amacı ile 7 kişilik bir OHAL komisyonu oluşturdu. Aradan aylar geçmesine karşın Komisyon henüz çalışma moduna girememiştir. Oysa komisyona 57.340 başvuru yapılmıştır. Bugüne kadar karara bağlanan tek bir dosya yoktur. Komisyonun kararından geçmeyen hiçbir dosya için yargıya başvurmak mümkün değildir. 60 bine yaklaşan dosyanın incelenip karara bağlamasının yıllar gerektirdiği açıktır. Bu nedenle OHAL komisyonunun, hak ihlallerini düzeltmek için değil, hak sahiplerini bezdirmek ve toplumu KHK rejimine alıştırmak için kurulduğu düşüncesi haklılık kazanıyor.
SONUÇ: OHAL’in hedefine ulaşmış olmasına karşın devam ettirilmesinde ve ülkenin KHK’lerle yönetilmesinde ısrar edilmesinin amacı, anayasa değişikliğiyle kurulan yeni düzende hukuka yer olmadığını, siyasetin belirleyici tek güç olduğunu yaygınlaştırmak ve toplumu tek adam rejimine hazırlamak olduğu açıktır. 22. 11. 2017
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
12.01.2021
2.09.2020
8.07.2020
18.06.2020
1.05.2020
3.01.2020
2.02.2019
25.09.2019
2.05.2019
3.02.2019