Halil BERKTAY
[21 Şubat 2015] Herkesin yaşamı özel ve kişisel düzlemler ile açık, alenî ve kamusal düzlemler arasında sürekli gelip gider. Ama şair, romancı, besteci veya ressam değilsek, çoğu zaman bunlardan birini, özel ve kişisel olanı fazla dışarı vurmaz, duygularımızı saklı tutar, yazıp çizdiklerimize, ürettiklerimize pek yansıtmayız. Ortaçağ’da l’amour courtoise’ın, yani “saraylı” veya “divanî” aşkın belirli kuralları, formel ritüelleri vardı. Şövalyeler evli olsun olmasın soylu kadınlara (güya) âşık olur, perestişkârı kesilir, kibarca elini (parmaklarının ucunu) öper ve dizinin dibine oturur, elinden geliyorsa birkaç mısra döktürüp lâvta tıngırdatır – ve gerçek cenk koşullarının simülasyonu niteliğindeki turnuvalara, kolunda leydisinin arma renklerindeki (ve belki bizzat O’nun bağladığı) kurdelâlarla girerdi. Herhalde buradan türeyen ve İngilizcede wearing your heart on your sleeve denen, “kalbini yenine iliştirme” (= herkese teşhir etme) hali, günümüzde aşırı santimantalizm için kullanılır. Asla sulugözlü olmamak, olanı da görmemek, profesyonelliğin icaplarına girer. Böyle böyle, farklı çehreler peydahlarız ve hele Türkiye gibi önü ilikli; alt-üst kademeler arasındaki “iktidar mesafesi” (power distance) aşırı yüksek; “günah”ların için kendi vicdanınla hesaplaşmaktansa başkalarınca “ayıp”lanmamanın (ve dolayısıyla ne olursa olsun zevahir kurtarmanın) ağır bastığı; erkeklerin “ağır ol molla desinler” tavsiyelerince yetiştiği toplumlarda, “maskeli balonun sahte yüzleri” arasındaki mesafe tam bir uçuruma dönüşür.
Tâ ki çok basit bir nedenden sessizlik bozulup içimizde bir şeyler paramparça oluncaya — ansızın kaldırıma düşen bir metelik, susturduğu bir mutsuzluğun bilinçsiz yankısı, ya da rastgele sarfedilmiş, uyumsuz bir söz gibi çınlayıp, Aragon’u yerlere baka baka geçtiği yollardan geri dönmeye zorlayıncaya ve artık ondan sonra kuşlara, güllere, rüzgâra ve mevsimlerin geçişine dair ne derse desin, musikisi çatlayıp hıçkırıklara boğuluncaya kadar. Soudain c’est comme un sou tombant sur le bitume / Qui fait nous retourner au milieu de nos pas / Inconscient écho d’un malheur que nous tûmes / Un mot chu par hasard un mot qui ne vas pas… / Que je dise d’oiseaux et des métamorphoses / (…) / Que je dise du vent que je dise des roses / Ma musique se brise et se mue en sanglots.
“9 Mart’lar”ın ardından, bambaşka şeyler yazacaktım geçen hafta. Bir, Murat Belge ile yapılan uzunca bir röportajın (Taraf, 15-16 Şubat) ne kadar büyük bölümüne katıldığımı (katılmadığım önemli bir noktayı da, benim farklı formülasyonumun ne olabileceği ve aradaki mesafeyi ne kadar azaltabileceğiyle birlikte) anlatmaya çalışacaktım. İki, gerek (kuşağının ve bütün bir geleneğin temsilcisi olarak) babamla, gerekse 1970’lerdeki kendi halimle (hallerimizle) arama giren tarihsel mesafeden hareketle, geçmişte Marksizmin konumu ve problemleri ile bugün İslâmiyetin/İslâmcılığın konumu ve problemlerini karşılaştıracaktım.
Bunlar uzunca “boş” zaman süreleri bulup her bir cümle, her bir kelime üzerinde huzur ve sükûnet içinde düşünmeyi gerektiren serüvenlerdi. Yalnızlığa muhtaçtım.
Tam tersi oldu. Üzerimize büyük bir acı çöktü ve her yeri kapladı. Günler yasla, kederle geçti. Modern tıp hayatı habire ve çok aşırı uzatıyor. Ağır ve terminal hastalıklar olmasa bile, sırf kaçınılmaz olarak artan narinlik ve bedensel tükenişleri nedeniyle de yaşlı insanlar bir yerden sonra kendileri olmaktan çıkıp aygıtların, tüplerin, iğnelerin, oksijen maskelerinin esiri haline geliyor. Hiçbir umut kalmadığı halde acı çeker, daha doğrusu çektirilirlerken, çoğu ülke ölüm hakkı diye bir şey tanımıyor. Her bir aşamada, doktorlar ya hiç sormadan kendi bildiklerini yapıyorlar, ya da sorsalar bile aksini söyleyemiyor; hayır, durdurun, daha fazla örselemeyin ve son birkaç gün olsun rahat bırakın — diyemiyorsun zaten.
Derken bitiyor ve bu sefer bitmesine isyan ederken, yerini ölüm âyinlerinin, üzerine tektanrıcılık cilâsı vurulmuş da olsa yüz binlerce yıl derinlerden, avcılık ve toplayıcılıktan, totemizm ve şamanizmden gelen barbarlığı alıyor.
Ne çare, biz de böyle böyle geçtik bu yoldan; katlandık hepsine; çok soğuk, buz gibi soğuk bir havada, çok iyi, çok masum, çok sevilen, çünkü pamuk kadar yumuşak bir insanın çok küçülmüş, çok yaşlanmış bedenini, tabutundan durduğumuz çukura usulca indirip hafif döndürerek kendi ellerimizle verdik, lâhdinin ayak ucunda açılmış bir delikten karanlık toprağa. Kaç gecedir hep o resmi görüyorum, kafama saniyesinde çok keskin, çıkmayacağını bildiğim bir şekilde kazınan. Böyle durumlarda çok tuhaf şeyler geçebiliyor insanın aklından. Biliyorum, benim de karmakarışık akan ilk düşüncelerimden biri, belli belirsiz, yirmi yıl, herhalde en çok yirmi yıl sonra beni de birilerinin elden ele geçirip aynı soğuk ve ıslak zemine koyacağı, ama hiçbir şey hissetmeyeceğim oldu. Biraz ürperdimse de çok kısa sürdü, koyu hiçliğe bu cepheden, dümdüz bakış. Bugüne ve bambaşka şeylere döndüm.
Bir zamanlar teorisist ve dolayısıyla kollektivist biriydim; sırf genel ve büyük fikirlerle ilgilenir, tek tek insan hayatlarını görmezdim. Asla bir küçümseme değildi, ama merak da etmezdim işte; ânı yaşardım; ister yakın uzak akrabalarımız ve aile dostlarımız, ister lise ve üniversite ya da sonradan dâvâ arkadaşlarım, ister sevgililerim, her nasılsa bir yerlerden çıkagelmişlerdi ve duruyorlardı karşımda. Şimdi buradaydılar ve beraberdik ya; galiba sırf buydu benim algıladığım. Şu yıl, şu gün, şu saat, şu (x) noktası, sanki başsız ve sonsuz, hiç bitmeyecek bir geniş zamandı; farklı insanlar girip çıkacak ama sahne bir anlamda hep aynı kalacaktı. Zaten bu yüzden annemi babamı bile çok sormadım, veri kabul ettim, ezelî ve ebedî varlıklar gibi baktım. Daha yeni ilgileniyor ve birçok şeyi de kız kardeşimin arayıp çıkardıklarından, ya da nüfus kâğıtları ve evlilik cüzdanlarına baktığımda yer yer hayretle öğreniyorum — örneğin, bizlerde bıraktıkları izlenim hilâfına, aslında annemin babamdan küçük değil az da olsa büyük olduğunu, ya da benim, evlenmelerinin üzerinden dokuz ay geçmeden doğduğumu, yani hiç habersiz İstanbul’da evlenme kararını belki de bu yüzden aldıklarını. Yıl 1947. Bunu fark ettiğimde âdetâ şapkam uçtu; içimden ikisine de vay, bravo, aşk olsun, helâl olsun dedim.
Geçtiğimiz hafta boyunca benzer şeyleri eşimin annesi, kökleri, geçmişi, memleketi ve aşireti için düşündüm. Morg, hastane, cami, mezarlık, tekrar cami, tekrar mezarlık derken, sanki hiç görmeden baktım, defalarca içinden geçtiğimiz Ankara’nın yıllarca yaşayıp da unutmaya yüz tuttuğum çirkin, neşesiz, vasıfsız, vasat altı tekdüzeliğine. Onun yerine aklım hep, köyünden çıkıp enstitüye giden genç Muazzez’e, Kadirli’deki sülâlesine, evlendiği, 1940’ların tipik kahverengi, çapraz kayışlı üniforması içindeki genç jandarma subayı Mustafa’ya, “Şark hizmeti”nde bulundukları yerlerin 1950’lere özgü yoksulluk ve yoksunluğuna, Yenimahalle’de oturdukları evlere ve oğullarının gittiği mekteplere, mahalle arkadaşlıklarına, taşradan ve varoşlardan gelip orta sınıfa katılmalarına, sıra kendilerine geldiğinde yaptıkları evliliklere ve kurdukları ailelere, dahil oldukları ve sonraki bütün hayatlarını çerçeveleyen toplumsal-kültürel dokulara kaydı. Bir yandan da Elena Ferrante’nin Napoli romanlarına ilişkin bir kitap eleştirisini okumaktaydım. İki kız çocuğunun, sonra iki genç kızın, sonra iki kadının “Napoli’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki sefil kenar mahallelerinde başlayıp, 1960’ların ekonomik kalkınma ve refah patlaması ile 1970’lerin siyasal kargaşasından geçerek bugünlere gelen” serüveni, bana (tabii bazı farklarla da olsa) Türkiye’nin 1940’lardaki geriliği ve sefaletini, sonra 50’ler ve 60’lardaki kalkınma ve büyümesini, sonra 70’lerdeki keşmekeşini çağrıştırdı. Çok gerilerde kalmış bir yaz gecesini anımsadım. Tatildi; Ankara yarı yarıya boşalmış, sanki bir biz kalmıştık. Biraz hava alalım diye çıkmış yürüyorduk ve ben büyük kısmı karanlık apartımanlardaki tek tük ışıklara bakarak buralarda kimler yaşıyor diye düşünüyor, göz göz hayatları tahayyül etmeye çalışıyordum. Marksizmi, devrimciliği, Maoculuğu içten içe sorgulamaya başladığım, ama kendime dahi itiraf edemediğim bir dönemdi. — Dünya ve toplum ne kadar büyük, ne kadar karmaşık. Homo sapiens’den bu yana (2011 yılı itibariyle) belki toplam 108 milyar insan doğmuş ve bunun 7 küsur milyarı, yani yüzde 6,5 kadarı halen hayatta (bkz Carl Haub, “How many people have ever lived on Earth?” [1995, 2002, 2011]). Karacaahmet, Zincirlikuyu, Cebeci, Karşıyaka — mezarlıklar almıyor artık. Nâzım’ın Doğu Berlin otobiyografisinde azıcık kabul eder olduğu gibi, özetleme ve genellemelerden uzak, ele avuca sığmayan, dolayısıyla rasyonalist açıdan baktığında garip de gelebilen bir “büyük insanlık.” Bu karmaşıklığı okumak için “sınıf” ne kadar yetersiz bir kategori! “İşçi ve emekçi sınıfları”na nasıl sömürüldüklerini anlatıp, onları sosyo-ekonomik çıkarları üzerinden kazanıp devrim yapmak, ne kadar küt, güdük, sınırlı, ya tutarsa diye göle yoğurt çalmayı andıran bir proje! Tam bir pozitivist-Aydınlanmacı “rasyonel tercih” projesi aslında, bütün diğer sosyo-kültürel kimlikleri, aidiyetleri, mensubiyetleri, okul-çevre-akrabalık örüntülerini yok sayan. Fakat sonuçta, kaç tarihsel kesitte ve kaç ülkede gerçekten devrim var ki? Bunu görmezden gelip, toplumsal kırılma noktalarının sırrının bulunabileceğini, tarifinin yapılabileceğini, reçetesinin yazılabileceğini; dolayısıyla devrimlerin planlanabileceği ve tekrarlanabileceğini sanmak, ne büyük hubris! Olmayınca da, devrimlerin zorladıkça darbeleşmesi, devrim ile darbe arasındaki sınırın silinmesi (bir bakıma, 1917 Ekim dahil) ne acı bir kader! (Bu, Solun 1960’lar ve 70’lerdeki darbecilik damarına ilişkin hemen bütün tartışmalarda, kimse devrime toz kondurmak istemediği için göz ardı edilen bir nokta.)
80’lerin o sıcak yaz gecesinde ve 2015 Şubat’ının ayazında, yirmi beş yıl arayla düşüncelerim işte böyle örtüşe karışa, gene öyle dalgın, rastgele, dikkatsizce bakıyorum Ankara’ya. Bütün büyüklerimiz gitti; terk edilmiş kentte tatil misali, alabildiğine küçülmüş bir aile olarak gene bir biz kaldık bu dünyada. Sanki etrafıma yeni uyanıyorum. Nedir, benim kuşağımın gerçek çehresi? Ferrante’nin romanlarını tanıtan Rachel Donadio, buna karşılık “aileden kalma o güzelim apartımanlarında oturan İtalyan solintelligentsia’sının kendini ancak yarım yamalak sorgulaması”ndan da söz etmiş. Ya bizim şu ruhen sığ ve kavruk toplumumuz ve “sol”umuza ne demeli? Hangi Ferrante’nin sathın altındakileri anlatmaya cesaret eden “berrak ve korkunç sesi,” bizi emel ve hayallerimizin iyiliği, haklılığı, doğruluğu ve emekten yanalığı üzerine kurulmuş, “ey halkım, biz senin için öldük, unutma bizi” tarzı masal ve destanlardan sıyırarak gerçek halimiz ve mevcudiyetimizi yazacak?
Es tan corto el amor, y es tan largo el olvido. Neruda. “Aşk öyle kısa, öyle uzun sürüyor ki unutmak.”
Yazarlar
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları






































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024