Halil BERKTAY
[13 Mart 2015] Dün (12 Mart’ta, yani tesadüf, Türkiye’nin savaş sonrasındaki ikinci askerî darbesinin kırk dördüncü yıldönümünde), küçük otelimizin önünde bekleşiyoruz; birileri henüz hazır olamadı demek; onlar da aşağı inecek, Francesco (Berti) de önümüze düşecek, bir kere daha üniversiteye doğru yola çıkacağız. Öyle dururken fark ettim, karşı duvardaki solmuş, kenarları yırtılmış afişi. Ortada, elinde kalaşnikoflu bir Kürt kızı. Solda üstte, üç satır halinde “Köktendinciliğe karşı – Faşizme karşı – IŞİD’e karşı.” Çapraz büyük yazı “Her yerde direnelim.” Altında, daha küçük “Her yer Kobane, her yer Rojava.” Sağ altta gene üç satır: “Özgürlük için – İnsanlık için – Eşitlik için.”
Dünya ne kadar küçük, artık her şey ne kadar evrensel. Türkiye, Ortadoğu, Kürt sorunu nereye gitsen karşına çıkıyor.
Aynen, beni buraya getiren sempozyumun konusu gibi. Padova Üniversitesi uluslar arası bir konferans düzenlemiş, “Ermeni Soykırımı 1915-2015. ‘Metz Yeghern’in Yüz Yılı” başlığı altında. Ben de kendi payıma, olayın Türkiye’deki tarihi, historiyografisi ve siyasasını anlatmaya çalıştım (bunu ayrıca yazacağım). Diğer bazı oturumlarda, hukuk dozajı biraz fazla geldi bana — 1948 Birleşmiş Milletler sözleşmesinin kapsamına girer mi girmez mi; AB’ye giriş şartı olmalı mı olmamalı mı; soykırımı inkâr suç sayılmalı mı sayılmamalı mı; Doğu Perinçek’e düşünce ve ifade özgürlüğü tanınmalı mı tanınmamalı mı (belki bunu da ayrıca yazarım). Çok söyledim; gerçeği arayan bir tarihçi ve çözümü Türkiye halkının vicdanında arayan bir vatandaş olarak, sıkılıyorum bu dâvâcı avukatı – dâvâlı avukatı halleri ve argümanlarından. Gene de toplantıdan, insanların beklentilerinin nasıl kartopu gibi büyüdüğüne ve sabırsızlıklarının da aynı oranda çoğaldığına; Türkiye’nin 1915 mağdurları ve haleflerinin yüreğine hitap edebilmek için çok daha fazla şey yapması gerektiğine dair, önemli olabilecek gözlem ve düşüncelerle ayrıldım.
Her neyse; sonunda bitti ve ben de sokaklara vurdum kendimi. Bir İstanbullu için Padova zaten ufacık. En fazla 300.000, belki daha az. Çocukluğumun İzmiri kadar. Dolayısıyla şehir merkezinde her yere yürünebiliyor rahat rahat. Trafik çok az; elinizde fotoğraf makineniz, nereyi çekeyim diye gözünüz yukarılarda avare avare dolaşırken, bir tek arkanızdan sessizce gelen bisikletlere dikkat etmeniz lâzım. Hem geziyor, hem çalışıyorum. Bir zamanlar Patavium adıyla İtalya’nın Roma’dan sonra ikinci büyük kentiymiş ama Kavimler Göçü sırasında, sırasıyla Attila’nın Hunlarından, sonra Odoakr ve Teodorik’in Gotlarından çok çekmiş. Büyük Jüstinyen’in karşı-taarruzuyla Ostrogot krallığı yıkıldığında, tekrar kuzey İtalya’daki Ravenna merkezli Doğu Roma (Bizans) egemenlik alanına girmiş. Fakat bu sefer de Lombardlar çıkagelmiş. Kralları Agilulf 602’de Padova’yı kuşatmış, hücumla düşürüp zaptetmiş ve ateşe vermiş. Hemen bütün Roma mirası yokolmuş bu yüzden. Geriye sadece, Avusturyalı mühendislerin çok geç bir tarihte buradaki bataklığı kurutarak inşa ettiği (ve Moskova’daki Kızıl Meydan hariç, belki Avrupa’nın en büyük meydanı denilen) Prato della Valle’nin altındaki amfitiyatro kalıntıları ile bazı köprü temelleri kalmış. Ortaçağ D’Este ve Da Romano gibi büyük ailelerin tipik rekabetiyle geçmiş (Floransa’nın Medici, Strozzi ve Pitti’lerini, Romeo ve Jülyet’in düşman Kapulet ve Montegü’lerini hatırlayın). Bugün de ara sokaklarda, çok büyük mimarların elinden çıkmamış da olsa karakteristik palazzo’lar (saray dememek lâzım; daha çok kent konakları) ile üzerlerinde yükselen gözcü-nöbetçi kulelerine rastlıyorsunuz. 1405’ten 1797’ye Venedik Cumhuriyeti’nin olmuş. O tarihteSerenissima’dan Avusturya İmparatorluğu’na geçmiş ve bu, gerek 1848 Devrimlerini, gerekse Risorgimento’yu ve 1866 sonrasında İtalya’nın birleşmesinin son 1866-1871 aşamasını çok canlı yaşamasına yol açmış. Pedrocchi caffé’si, bir çeşit düşünce ve toplantı kulübü, giderek 1848 devrimcilerinin ve 8 Şubat 1848 ayaklanmasının karargâhı haline gelmiş (8 Şubat, sokak ve cadde isimlerinde de anılıyor). Birinci Dünya Savaşında, Alp cephesindeki İtalyan ordusunun başkomutanlığı Padova’ya yerleşmiş. Isonzo (Slovenler için Soça) nehri vadisindeki Caporetto bozgunu (bkz Hemingway, Silâhlara Veda), ilerleyen Alman-Avusturya ordusunu Piave kıyılarına kadar getirmiş ve Padova topçu menziline girmiş. 1918’de Almanya bütün cephelerde çökerken, Vittorio Veneto zaferiyle kurtulmuş. Derken ardından Faşizm ve Mussolini; Mussolini’nin devrilmesiyle de 1943’te Nazi kuklası “İtalyan Sosyal Cumhuriyeti” gelmiş. Sonra kurtuluş (28 Nisan 1945) ve o günden bugüne modern İtalya.
Piazza del Santo’da ilkbahar güneşinin tadını çıkarır ve 1231-1310 arasında yapılan Sant’ Antonio di Padova kilisesinin, haydi şunu da koyalım haydi bunu da koyalım misali, portallerini çerçeveleyen dört büyük kemeri, tâ yukarılardaki revakları ve tepesinde upuzun balkonuyla tıkış tıkış, karmakarışık ve orantısız cephesini seyrederken, bunları geçiriyordum aklımdan. Kendi kendime güldüğümü fark ettim bir noktada, nasıl, iyi ezberlemiş miyim dercesine. Tarihçilik eğitiminde, periyodizasyon (dönemlendirme) bilgisi, müthiş bir avantaj, belirleyici bir formatlama kuşkusuz. Geç İlkçağ, Göçler Çağı, Karanlık Çağlar, İlk Barbar (Germen) Krallıkları, Ortaçağ, Rönesans, Erken Modernite, Sanayi ve İmparatorluk, Birinci Dünya Savaşı, İki Savaş Arası Yıllar, Faşizm ve Nazizm, İkinci Dünya Savaşı… Bu sistematiğe hâkimseniz, yeni ve özel bir iplikle, meselâ bilmediğiniz bir şehrin bilmediğiniz bir tarihiyle ilk karşılaştığınızda dahi, hemen o kategorilerin içine yerleştirip mevcut diğer bilgilerinize eklemleyiveriyorsunuz. Kimyacıların elementler tablosu; biyologların familya-sınıf-cins-tür hiyerarşileri; sözlük ve ansiklopedilerin maddeleri; kütüphanelerin endeks sistemleri; yıllar yılı biriktirdiğim kartlar, fişler, şimdi bilgisayar dosyaları, kutucuklar, çekmeceler. Metod ve organizasyon; kapsayıcılıktan ve her şeyi yerli yerine oturtabilmekten kaynaklanan bir entellektüel tertiplilik hissi. Ama beni sıradan insan hayatlarının günlük gerçekliğine ne kadar yaklaştırıyor, orası ayrı mesele.
Öyle veya böyle, Geç Ortaçağ gibi Erken Rönesans da zayıf Padova’da; Floransa’nın çekim ve etkileme alanının en dış çeperinde, sonra da kanal ve lagünleri üzerindeki Venedik’in denize dönük ihtişamının o kadar yansımadığı hinterlandının, terra firma’sının vasatlığında kalmış gibi. Ama iki büyük istisnası var bunun. İlki ve herhalde daha muhteşemi, daha benzersizi, daha vazgeçilmezi Scrovegni Şapeli. Ortaçağ Hıristiyanlığında, tefecilik, yani faiz karşılığı para verip almak, teorik olarak yasak ve günah; ama tabii hem yapıyor ve bu sayede zengin oluyor, hem de acısını çekiyor ve hele yaşlandıkça cehennem korkusunu iyiden iyiye yaşamaya başlıyorlar.
Anlaşılan, ünlü banker Enrico Scrovegni de bu yüzden — hem babasının, hem kendisinin ruhlarını kurtarmak amacıyla – girişmiş, 13. yüzyıl sonlarında aile şapelinin inşasına. Yıllar, aşağı yukarı Dante’nin Inferno’sunu kaleme almasıyla aynı. Dışarıdan, dar, dik ve uzun, hemen hiç süssüz, sıvasız kırmızı tuğla bir yapı. İçi başka bir olay. Çünkü Scrovegni paraya kıymış, o sırada yeni ünlenen Giotto di Bondone’yi getirtmiş tâ Floransa’dan. Giotto da 1303-1305 arasındaki iki yıl boyunca, olağanüstü sıkı ve hızlı çalışarak, tepeden tırnağa resimlemiş şapelin iç duvarlarını. Beşik tonoz, yarım silindir tavanı masmavi yapmış, gök kubbe ve hattâ bütün kâinat gibi; merkezî bir İsa ve tek tük yıldızlar dışında fazla süslememiş (bakarken Nâzım’ın büyük lâciverdî bahçe’sini mırıldanmaya başladım). Yan, ön ve arka duvarlara ise, üç büyük kuşak ve kırk küsur panel halinde, birbiriyle bağlantılı, Yoakim ve Anna’nın uzun süre çocuklarının olmayışı yüzünden çektikleriyle başlayan ve Anna’nın sonunda Meryem’i, onun da İsa’yı doğurmasından geçerek İsa’nın çarmıha gerilmesi ve sonra göğe yükselmesiyle noktalanan eşsiz freskler — daha doğrusu, aynen Dante’nin başyapıtı gibi son derece bütünlüklü bir freskler manzumesi kondurmuş.
Bugün Scrovegni Şapeli, Padova Şehir Müzeleri’nin bir parçası. Via Zabarella’dan kuzeye doğru yürüyor, yürüyor; Eremitani meydanı, kilisesi ve müzesini de geçip, belki tam umudunuzu yitirir gibi olduğunuz anda, dikkat etmezseniz gözden kaçırabileceğiniz başka bir parmaklıklı kapıya geliyor; orada geçip müze giriş biletinizi aldıktan sonra da avluya çık – düz git – sola dön – sonra tekrar sola dön talimatlarıyla kendinizi tekrar dışarıda, açık alanda bulmuşken, sağ ileride şapeli fark ediyorsunuz. Ancak çeyrek saat aralarla, grup halinde alıyorlar içeri. O zaman da önce ön salonda bir mültimedya filmini izliyor, sonra şapelin kendisine geçebiliyorsunuz. Ondan sonra da ancak on dakikanız var zaten, karşılaştığınız görkemi idrak edebilmeniz ve içinize sindirebilmeniz için. Yetmiyor — ama değiyor gene de. Utanarak itiraf ediyorum; yıllarca Ortaçağ, Rönesans ve Hıristiyan sanatı/ikonografisi derslerimde anlatıp gösterdiğim, ama asıllarının nerede olduğunu anımsamadığım bütün o Yoakim’in (çocuğu olmadığı için) Mâbetten kovuluşu, dağda ve çölde çobanlarla yaşaması, rüyası ve Kudüs’e dönmesi, Altın Kapı’da kendini bekleyen karısı Anna ile buluşup öpüşmesi, (aradaki fasılları biraz atlarsak) İsa’nın Kudüs’e girişi, tefecileri Mâbetten sürüp atması, hain Yehuda’nın öpücüğüyle ele verilmesi… tablolarının tamamı buradaymış meğer. Giotto’nun sırf renk kullanımı sayesinde hacim kazandırabildiği heykelimsi volümler ile gerçekten kızan, öfkelenen, boyun eğen, ağlayan, acı çeken erkek ve kadın yüzleri, âdetâ dikey zeminlerden taşıyor ve bizi binlerce yıllık bir insanlık dramının içine çekiyor. Anlaşılan Dante de bakmış, bakmış ve anlamış ki, İlâhi Komedya’sının ikinci cildi olan Purgatorio’da (Âraf), “Bir zamanlar resim sanatına [Giotto’nun çıraklığını yaptığı] Cimabue egemendi, ama şimdi gün Giotto’nun günü” diye özetleyebileceğim bir kayıt düşmüş.
İki istisnadan söz etmiştim; ikincisi Donatello’nun Gattamelata heykeli. İtalya’nın Geç Ortaçağ ve Rönesans dönemi savaşlarında paralı askerler çokça kullanılır; hükümdarlarcondottiere (çoğ. condottieri) denen tecrübeli komutanları hizmetlerine alır ve savaşlarını onlara ihale ederdi. Bu profesyonel askerlerin en ünlülerinden biri, “Gattamelata” lâkabıyla maruf Erasmo da Narni; öldüğünde ailesi Donatello’ya başvurmuş heykelini yaptırmak için; o da tunçtan Rönesansın ilk atlı heykelini dökmüş. Sağ elinde uzun komutanlık âsâsı, solunda kemerinden sarkan keza uzun kılıcı, kudretli savaş atının sırtında aynı kudret ve kararlılıkla oturuşu, uzaklara bakan yüzündeki sâkin kararlılık ve özgüven ifadesiyle Gattamelata, kendinden sonra yüzyıllar boyunca uzanacak bütün bir atlı heykeller (at sırtında komutanlar, generaller, krallar, hükümdarlar, imparatorlar) janrının başlangıcını ve klasik modelini oluşturacak — Atatürk’ün at sırtındaki heykellerine varıncaya dek.
Son bir not. Batı ve Doğu. Venedik ve Osmanlılar; Venedik ve İstanbul. Donatello’nunGattamelata’sının Sant’ Antonio Kilisesinin önündeki Piazza del Santo’ya dikilmesinin tarihi 1453. Yani İstanbul’un fethiyle aynı — ve II. Mehmed de bir bakıma en büyük Rönesans hükümdarıydı aslında. Ama var mı, bakabileceğimiz bir heykeli? Hemen eklemeliyim; bakıp da gülmeyeceğimiz veya ağlamayacağımız bir heykeli olabilecek mi?Bugün Osmanlı’yla yeniden barışmanın kitsch’e kaçmayan, insanda Disneyland hissi uyandırmayan kültürü ve estetiği nasıl yaratılabilir? Donatello’ların olmazsa, ya da Donatello’nun heroik sanatının çağdaş karşılığının ne(ler) olabileceğini bulamazsan, “Duşakabinoğulları” veya “özel bir sarayda Göktürk askeri olarak çalışıyorum” esprilerini maalesef fazlasıyla hak eden zevksizliklerin önüne nasıl geçebilirsin?
.
Yazarlar
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları






































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024