Alper GÖRMÜŞ
Medyanın, üç kişinin ‘seri’ katili olarak aranan Atalay Filiz’in toplumdan ve polisten kaçışını hikâye ediş biçimi eleştiri konusu olmaya devam ediyor... Katil yakalandı, fakat medya bizzat kendisinin ördüğü Atalay Filiz imajının etinden, sütünden, yününden istifade etmeyi sürdürüyor. En son Sözcü gazetesi (15 Haziran) “Atalay Filiz’in doğum haritası”na el attı ve o ‘harita’ olmaksızın olan biteni neden tam olarak kavrayamayacağımızı anlattı: “Seri katil hakkında onlarca şey yazılmış, fakat astrolojik olarak incelenmemişti” (Olacak şey miydi bu!). Gazete işte bu büyük açığı kapatmak üzere devreye girmiş, “2 Haziran 1986 doğumlu Atalay Filiz'in Güneş'e oluşturulmuş doğum haritası üzerinde, bir seri katil analizi hazırlamış”tı.
Medyanın ‘seri katil’ haberciliğine tüy diken bu son hamle belki de işin zirvesini oluşturmuyordur, belki onu da aşan yeni bir hamle gelecektir. Çünkü son yıllarda toplumca bu kadar ‘eğlendiğimiz, oyalandığımız’ başka bir hikâyemiz olmamıştı; böyle bir hikâyenin bu kadar kısa bir zamanda sönümlenmesine yalnız medya değil toplum da izin vermezdi, vermiyor nitekim.
‘Acıyı paylaşmak’ palavrası
Görüntü şöyle: Ortada hunharca işlenmiş üç cinayet var. Toplum, katilin yakalanmasını ve bu suretle yaralanmış vicdanının onarılmasını istiyor. Medya, bu talebi sahipleniyor ve katilin yakalanması için gûya elinden geleni ardına koymuyor.
Fakat biliyoruz ki ‘acıyı paylaşmak’ bir palavra! Kimse kimsenin acısını paylaşamaz. Nitekim bu palavra, Atalay Filiz’le ‘selfie’ çektiren polis ve onu arkasına fon olarak alıp yüzüne bir gülümseme yerleştirdikten sonra fotoğraf çektiren güvenlikçi kız hadiselerinden sonra fosladı.
Bu iki ‘vicdansız’ harekete hepimiz çok kızdık da, şurada yüz yüze bakıyoruz, iki haftalık kaçış sırasında bizi motive eden esas duygu hangisiydi? Acıyı paylaşmak mı, heyecan mı? Hakim duygumuz Atalay Filiz’e duyduğumuz öfke miydi, yoksa onun daha ne kadar kaçabileceğine dair geliştirdiğimiz merak duygusu mu?
Medyadaki ‘soysuzlaşma’da toplumun rolü?
Medyadaki ‘soysuzlaşma’nın yegâne sorumlusunun medya olmadığı uzun bir süredir kabul ediliyor... The New Yorker’ın eski yayın yönetmeni David Remnick, yıllar önce Stanford Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, “Medyanın bayağılığa yönelimi, aşırı ticarileşmesi ve karar alırken reytinglere bağlılığı” üzerinde uzun uzun durduktan sonra lafı “okur ve izleyici sorumluluğuna” getirerek şöyle demişti:
“Ama buna paralel bir değerlendirme daha yapılması lazım ve bunu sindirmek o kadar kolay değil. Kamuoyu da, ne izlediği, ne okuduğu ve neyi ihmal ettiği konusunda bir sorumluluk taşır. Bazen sorun halkın bilgi alma hakkı veya bilgi kıtlığı değildir. Daha çok halkın bilme arzusundan, eğitilmekten çok eğlendirilmek arzusudur. Bu da medyadan çok kültürle (okul, aile) ilgili bir sorundur.”
Remnick ‘eğlendirilmek arzusu’ derken sadece magazin haberlerinden söz etmiyordu kuşkusuz. Muhtemelen, kitlelerin, kendilerini ‘oyalayacak’ her türlü medya arzına ‘eyvallah’ demeye razı oldukları bir medya ortamını kast ediyordu. Fakat Remnick acaba, kitlelerin, medyanın kendisini mesela şiddetin ayrıntılı sunumu üzerinden ‘oyalamasına’, yahut üç cinayet işlemekle suçlanan birinin ‘harikulade maceraları’ üzerinden ‘oyalamasına’ da ‘eyvallah’ diyeceği bir toplum-medya ilişkisini de kast ediyor muydu?
‘Öldüren eğlence’den, ‘ölüm eğlencesi’ne...
Kitle iletişim kuramcısı Neil Postman, televizyonu konu edindiği Öldüren Eğlence adlı kitabında, bazı distopyaların (kara ütopya), ‘insanın eğlence açlığını hesaba katamadıkları için’ zamanla hükümsüzleştiğini anlatır.
Postman, sözünü ettiğim kitabında, 1984’ün yazarı Orwell ile Cesur Yeni Dünya’nın yazarı Huxley’in distopyalarını karşılaştırır ve mealen şöyle der: Orwell, gelecekte kitleleri denetlemek için iktidarların ‘enformasyon yasağı’na (bilgiyi-kitapları yasaklama) ve baskıya başvuracağını söylüyordu. Oysa bu, ‘kitlelerin doymak bilmez eğlence açlığı’nı hesaba katmadığı için geçersiz bir gelecek tasarımıydı. Huxley bunu anlamıştı ve bu nedenle gelecekte iktidarların kitleleri ‘enformasyona ve hazza boğarak’ denetleyeceğini öne sürerken tamamen haklıydı.
Neil Postman, tam olarak şöyle yazmıştı:
“Neydi iki romancı arasındaki temel fark? Orwell, gelecekte toplumların ‘yasaklar ve enformasyonsuz bırakma’ marifetiyle denetim altında tutulacağına inanıyordu... Huxley ise ‘bizi pasifliğe sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlar’dan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu...”
‘Doymak bilmez bir eğlence açlığı’ içindeki kitlelerin, bir eğlence biçiminden hızla sıkılmaya başlayıp hep yeni, daha yeni eğlence arayışlarına girdiğini hesaba kattığımızda, mesele biraz daha karanlıklaşır: Artık, hakiki şiddetin, hakiki cinayetlerin de bir eğlenme-oyalanma aracına dönüştüğü, izahı zor bir tekinsizlik alanındayızdır...
Peki, muktedirler hakiki şiddetin, hakiki cinayetlerin de bir ‘eğlenme, oyalanma’ aracı haline gelmesi, getirilmesi sürecinin neresinde yer alıyor? (‘Muktedirler’ derken basitçe hükümetleri değil, insanların kendi şimdileri ve gelecekleri üzerinde düşünmelerini istemeyen, onları bundan alıkoymaktan çıkarı olan bütün güç odaklarını, bütün mekanizmaları kastediyorum.)
Hiç şüphesiz muktedirler son derece memnunlar bu arzdan. Toplumları ‘eğlendiren-oyalayan’ ve bireysel-kamusal sorumluluk duygusundan uzaklaştıran her araç onlar için iyidir! Kendi hayatları üzerine düşünmeyen, sadece çalışan ve tüketen; bu anlamda yurttaş olmaktan çıkmış, sadece tüketici kimlikleri canlı kalmış ‘yeni insan’ yönetilmesi en kolay insandır çünkü.
Atalay Filiz haberlerinde ne gördük?
Şahsen ben, medyadaki bitmez tükenmez Atalay Filiz haberlerinde, çağdaş insanın doymak bilmez ‘eğlence-oyalanma’ arzusunu tatmin etmeye çalışan medyanın, hakiki cinayetleri de bir araç olarak kullanmadaki cüretli kararlılığını ürpererek izledim.
Aynı ürpertiyi Münevver Karabulut cinayetinde de hissetmiş, buna benzer bir yazıyı o cinayetle ilgili olarak da kaleme almıştım.
Bu yazıda, yedi yıl önce kaleme aldığım o yazıdan epeyce faydalandım. Finalini de o yazının finaliyle yapayım:
Alan (okurlar, izleyiciler) razı, satan (medya) razı, yönetenler razı... Sindirmesi zor ama, durum maalesef böyle.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları













































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025