Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
İnançlar ve değerler
12.01.2016
1920

 Cuma günü “namaz izni” konusunda yazdıktan sonra bir arkadaşımla konuştuk. Hafta tatilini Cuma’yı temel alarak düzenleyen Müslüman ülke olup olmadığını bilmediğimi söylemiştim. O biliyormuş. Cezayir’in, Libya’nın da aralarında olduğu üç dört ülke varmış.

Aynı yazıda (Pazar günü çıkan) genel olarak “din” konusunun seyrine bakıldığında, bir zihniyetten ötekine geçiş sürecinde bulunduğumuzu da söylemiştim. AKP’nin iktidarına kadar, “Müslüman olun. Dindar olun. Ama İslâm’ın ne olduğunu benden öğrenin” diyen bir zihniyetin egemen olduğunu yazdım. Bu, Cumhuriyet’i kuran iradenin çizdiği çerçeve. Yani, “Neye inanmanız gerektiğini ben size söylerim” demek istiyor. Böyle olunca, o kurucu iradenin ihdas ettiği Diyanet İşleri gibi kurumlar da gerekli oluyor. Çünkü “neye inanmamız gerektiğini” bize bu kurumlar bildirecek. Aynı mantık içinde 12 Eylül paşaları din dersini de zorunlu hale getirmişlerdi. Böylece hem “dindar” görünüyor ya da en azından dindar kesimin bir isteğini yerine getirmiş oluyorlardı; hem de kendi beğendikleri, uygun gördükleri şeyleri “dinî bilgi” olarak hizmete sunma yetkisini elde tutuyorlardı. Bunları öğrenmek herkes için zorunlu olacaktı.

Bütün “toplum mühendisliği” girişimleri gibi bu da işlemedi. Murad edilenin tersi oldu. Aynı yazıda söylediğim gibi, “Onların anlattığı şey İslâm değildir. İslâm işte budur” diyen zihniyet iktidarı ele geçirdi. Şimdi o, kendi mühendisliğini yapıyor. Böyle olunca, aynı Diyanet İşleri, aynı “zorunlu” din dersleri, onun da işine yarıyor. Bunları kullanma biçiminde de farklılaşan bir şey yok. Ama, tabii, içerikler önemli ölçüde değişiyor.

Tabii bugünlerde “babanın kızına şehvet duyması” falan diye saçma sapan bir Diyanet “fetva”sı tartışılmakta. Kurum, bu “fetva”nın kendisinden çıkmadığını bildirdi.

Bu konuya Tevrat’tan, evrenin altı günde yaratılmasından girmiştik. Oradan giderek bir örnek vereyim. “Yedinci gün”ün hiç fiziksel iş yapmadan geçmesi dindar Museviler için çok önemli. Onun için her şey otomatik biçimde ayarlanıyor falan. Sinagoga gidilecek ama sinagog yürüme mesafesinde olmalı. Bir taşıta binip gidiyorsanız, bu da birilerine göre günah. Peki, insanların bu inançlara göre tedbirler alıp bunlara göre yaşamalarının bir sakıncası var mı? Bence, bu çerçevede bir sakınca yok. Cumartesi günü ışık yakmak da iş yapma kategorisine girer diye düşünen biri ışığın diyelim akşam yedide kendiliğinden yanması için bir mekanizma kurmuşsa, buna kimse karışmaz. Benzer biçimde Türkiye’de mesai kuralları, “Ben Cuma namazında bulunmak istiyorum” diyenlerin bunu yapmasına imkân verecek şekilde düzenlenebiliyorsa, buna da bir itirazım yok. Bir kadının başını örtmek istiyorsa örtebilmesi gibi bir hak bu da.

Ama başka bir açıdan ya da başka bir genişlikte olaya bakınca bazı farklı etkenler işin içine giriyor. İsrail gitgide bir din devleti haline geliyor ve Filistinliler’in nasıl bir zulüm altında yaşadığını görmek isteyen görüyor. Peki, Cumartesi günü ışık yakmanın günah olduğuna inandığı için evine o mekanizmayı kuran adamın bu siyasetle ilişkisi ne?

Bana öyle geliyor ki, İsrail’in gitgide sertleşen politikalarının ardındaki kitle desteğinde bu ortodoks dindarların önemli bir payı var.

O dinin inançları şunlar, bu dinin inançları da bunlar. Herkesin inançlarını istediği gibi yaşama hakkı var. Olmalı. Ama bu inançlarla şu inançları bir arada yaşatmak imkânsız.

Birbirlerini öldürmeyi, dinlerinin kendilerine verdiği bir hak olarak görenleri bir arada nasıl yaşatacaksınız?

Yaşadığımız çağdaş dünyada, bunlar, bu gibi inançlar marjinal olmaktan çıktı. Günlük hayatımızı bu gibi inançlarla hareket eden gruplar ve bireyler belirlemeye başladı.

Onun için bu konular, bu tartışma, basit, cevabı belli bir tartışma olmaktan çıktı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar