Yasemin ÇONGAR

* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
Onun cinayetlerindeki esrar maktûlle değil, mekânla başlar. Bir evren kurar önce. Bir mahalle, bir manastır, bir okul, bir kulüp, bir yurt, bir malikâne. Sınırlarını en baştan çizip, beşeriyet denizinin ortasına özenle yerleştirdiği, görünür ilişkilerini ince ince anlatıp gizli kurallarını ise sadece sezdirerek ruhunu verdiği bu adacıktan –bazen de kelimenin gerçek anlamıyla bir adadan– ne mene bir katil çıkabileceğini düşünürken yakalarız kendimizi. Henüz ortada ceset bile yoktur ama cinayetin sosyolojisinin gündelik düzenin en sıradan ayrıntılarında kodlandığını kavrarız okurken. Her cinayet en az iki kişiliktir zira. Öldüren şiddet nihayetinde tek bir insanın aklından bile doğsa, her aklı bir ilişki döller.
Mucit gibi değil, kâşif gibi yazmak
Phyllis Dorothy James, nâm-ı diğer “Holland Park Baronesi” ya da dünyanın tanıdığı imzasıyla P. D. James, yetmiş yedi yaşına bastığı gün –demek ki bundan on dört yıl önce— başlayıp yetmiş sekizine bastığı güne dek tuttuğu günlüğe dayandırdığı ve 2001’de “bir otobiyografi fragmanı” alt başlığıyla yayımlanan Time to Be in Earnest (Samimi Olma Zamanı) adlı hâtıratına benim çok sevdiğim bir girizgâh yapmıştı: “Yayımlanma amacıyla tutulan bir günlük –bir romancının tutup da yayımlamak istemediği kaç günlük vardır ki zaten– yazma biçimlerinin en bencilidir.”
James kitabın girişinde bir yazarın her gün ne düşündüğünün, ne yaptığının, ne yiyip ne içtiğinin kendisi gibi başkaları için de ilginç olabileceği kabulündeki bencilliği böyle peşinen sahiplendikten sonra, teşhirdeki samimiyetin sınırlarını da itiraf eder: “Hafızamın, nefsi müdafaa amaçlı sansürünü uyguladığı konular da var. Ne yapacağı belli olmayan tehlikeli hayvanlar gibi bilinçaltımın çukurunda kıvrılmış yatıyorlar. Bu bana merhametli bir mesafe gibi görünüyor; bir psikiyatristin divanına uzanıp bu hayvanların homurtularla uyandığını işitmeye hiç niyetim yok. Ama nihayetinde ben bir yazarım. Biz şanslı insanların bu tür çarelere nadiren ihtiyacı olur. Bir psikiyatrist –Anthony Storr muydu – ‘Yaratıcılık, iç çelişkilerin başarıyla çözümlenmesidir’ diye yazabiliyorsa eğer, o zaman popüler tür edebiyatının bir tedarikçisi olarak ben ve o büyük dâhi Jane Austen, uyuyan kaplanlarımızı ehlîleştirmek için aynı çareyi bulmuşuz demektir.”
Bu “bencil” ve “ancak bir yere kadar samimi olabilen” sesin sahiciliğini seviyorum ben. James’in çılgın bir mucitten çok, sabırlı bir kâşifin zekâsıyla, olağanüstü durumlar icat etmekten ziyade olağan durumları yeniden keşfederek yazdığı cinayet romanlarını piyasaya çıkar çıkmaz okuma isteğimin yıllardır değişmemesinin nedeni de aynı sahici ses sanırım.
Esrarın yazarı, ilişkilerin yazarı…
Her cinayet “bir ilişki” olduğuna göre, bir cinayet yazarının mahareti de, ilişkileri nasıl anlattığıyla ölçülecektir ister istemez. Öncelikle katille maktûl arasındaki ilişkiyi, daha genel olarak ise katili katil yaparken, maktûlü de kurban eden ilişkiler bütününü iyi anlatan bir yazar, “polisiye” deyip geçilemeyecek ya da P. D. James’in kendini Austen’la kıyaslarken “popüler tür edebiyatı” diye tevazuyla kabullendiği genre yazarlığının dar sınırlarında kategorize edilip unutulamayacak kadar kalıcı bir iş yapmaktadır aslında; hakikaten edebiyat yapmaktadır.
1920 Oxford doğumlu James’in, doksan birinci yaşını taçlandıran romanını okuyorum şimdi. Romanın özel bir sürprizi var; James, edebî açıdan çok riskli olabilecek bir oyun oynuyor. Bu oyun üzerine düşünürken, yıllar önce Georgetown Üniversitesi’nde “Polisiye Edebiyat” adlı harikulâde bir dersini aldığım Abby Arthur Johnson’la aramızda geçen bir diyalogu hatırladım. James’in romanlarını anlatırken, sanırım onun bir cümlesinden yola çıkarak “Cinayet, maktûlün mahremiyetini bitirir” demişti Abby ve bunun üzerine, “güçlü bir cinayet romanında, okuru sarsan şeyin ne kadar vahşi olursa olsun ölümün ve şiddetin, yani cinayetin kendisi değil, bu cinayet sayesinde mahremiyet zırhının da kırılıvermesi, önce maktûlün, sonra yavaş yavaş muhtelif şüphelilerin, genellikle en sonda da katilin çırılçıplak kalması olduğunu”konuşmuştuk.
James’in yeni romanı Death Comes to Pemberley (Ölüm Pemberley’ye Geliyor) bu çıplaklığı, Jane Austen’ın nispeten “giyinik” dünyasına reva görüyor. Austen’ın bundan iki asır önce yaratırken aslında ruhlarını da epeyce soyduğu karakterleri devralan James, onların, dönemin İngilteresinin“evcil” ortamlarında Austen gibi bir karakter sarrafının elinde bile ancak bir dereceye kadar gevşeyen zırhlarını, bir cinayetin ateşinde pervasızca eritmeye girişmiş. Bu edebî oyun, Austen’ın muhafazakâr tutkunlarını ürkütme riski taşısa da, sonuçta, James’in kendini sadece esrarın değil, ilişkilerin de yazarı olarak bir kez daha kabul ettirmesine yarıyor.
Pemberley, mâlum, edebiyatın en meşhur kurmaca mekânlarından biri; Bay Darcy’yle evlenince Elizabeth Bennet’ın da yerleştiği dillere destan kır malikânesi. Evet, tabii, o Elizabeth’den ve o Darcy’den söz ediyorum. Romanı okuyanlarınız kadar, hikâyeyi —artık yaşınıza göre—Clare Higgins’li ya da Colin Firth’li BBC dizilerinden ya da 2005’teki Keira Knightley’li filmden hatırlayanlarınız, Sense and Sensibility’nin (TürkçeyeAkıl ve Tutku, Kül ve Ateş, Sağduyu ve Duyarlılık adlarıyla çevrildi; benim tercihim sonuncusu) Bennetları, Darcyleri, Bingleyleri, De Bourgh’ları, Wickhamları, Albay Fitzwilliam’la Bay Collins’i az biraz tanıdığınızı hissediyorsunuzdur sanırım. Tabii, eğer sıkı bir Austen okuruysanız, bu tanışıklık çok daha ilerlemiştir muhtemelen; Elizabeth Bennet ile Bay Darcy’nin aşkı üzerine teori üzerine teori kurup, sonra her birini tek tek çürütmüşlüğünüz bile olabilir.
İşte James, bütün bu “tanıdık” karakterleri, Austen’ın onlara veda etmesinden pek de uzun olmayan bir süre sonra Bennet-Darcy evliliğinin altıncı yılında yeniden biraraya getiriyor. Tarih 1803 ve Elizabeth artık iki çocuk annesi. Pride and Prejudice’in sonunda Bay Bingley’yle evlenen kardeşi Jane de çocuklarıyla birlikte yakın bir evde yaşıyor. Onlar ve Austen’dan yadigâr diğer bütün ahbaplarımız, yıllık balo için Pemberley’de buluşmaya hazırlandıkları bir sırada hiçbir Austen okurunun asla ummayacağı, her James okurunun ise en baştaki mekân ve çevre tasvirlerinin içinden geçerken sabırla beklemeyi öğrendiği şey gerçekleşiyor: Bir cinayet! O andan itibaren Austen, kendi aklının ürünü olan Pemberley’de sadece bir hayalet artık, arada birkaç vecizeyle kendini hatırlatsa da, çocuklarının kaderini çaresiz James’e emanet edip, sessizce izliyor olan biteni.
“Katil kim” sadece ana izlek
Death Comes to Pemberley’nin başında “yazarın notu” başlıklı bir bölüm var. James, “Onun sevgili Elizabeth’ini bir cinayet soruşturmasının travmasına maruz bıraktığım için Jane Austen’ın gölgesine özür borçluyum. Özellikle de, Bayan Austen’ın Mansfield Park’ın son bölümünde bu konudaki görüşlerini açıkça ortaya koyduğu düşünülürse…” deyip Austen’ın kendi edebiyatının “steril” hallerini gayet iyi tarif ettiği şu meşhur cümlelerine yer vermiş:
“Suçla ve esrarla başka kalemler ilgilensin. Ben büyük bir hata yapmamış olan herkesi asgarî bir huzura kavuşturmak ve diğerlerini de bir kenara bırakmak için duyduğum sabırsızlıkla böyle iğrenç konuları elimden geldiğince hızla terkediyorum.”
James, Austen’ın bu tercihini hatırlattıktan sonra, her şeyden ziyade evliliğin iktisadına adadığı o“steril” romanlarıyla, kadın-erkek ilişkilerinin bitmek bilmez medceziri kadar, on sekizinci asrın sonuyla on dokuzuncun asrın başında İngiltere’deki toplum-birey çatışması hakkında da çok şey anlatan yazarın önünde reverans yapmayı da ihmal etmemiş: “Hiç kuşku yok ki benim bu özrüme, şayet böyle iğrenç konularla ilgilenmeyi arzulasaydı, bu hikâyeyi kendisinin yazacak ve bu işi daha iyi yapacak olduğunu söyleyerek cevap verirdi.”
Hayatının büyük bölümünü Napolyon Savaşları sırasında yaşayan Austen mâlum, iki kardeşinin de Kraliyet Donanması mensubu olarak savaşmasına rağmen, romanlarında bundan hiç söz etmez; onu okuyanlar 1789’da Bastille’in basıldığını, 1793’te Fransa’nın İngiltere’ye savaş açtığını, 1799’da Napolyon’un kendini imparator ilan ettiğini, 1805’te Amiral Nelson’ın Trafalgar Muharebesi’nde İspanyollarla Fransızları yendiğini, 1815’te Wellington’ın Napolyon’u Waterloo’da bozguna uğrattığını bilmezler. James, Death Comes to Pemberley’de, Austen’ın yalıtılmış âlemine cinayeti sokmakla kalmıyor, yabanî dünyadaki bütün bu ölümleri de sabit bir dekor gibi yerleştiriyor metne. Bay Darcy mesela, “Fransa’yla nicedir beklenen savaşın çoktan ilan edildiği ve ülkenin güneyinde, Bonaparte’ın işgalinin an meselesi olduğunun düşünüldüğü bir sırada” balo düzenlemenin akılcı olup olmadığını sorguluyor ve romanın sonlarına doğru Albay Fitzwilliam, cinayetin gölgelediği ev ortamından kendini çekip çıkaracağını haber verirken, hiç de Austenvâri olmayan bir şekilde,“Yakında çok daha önemli işlerim olacak. Bonaparte hem karada hem denizde tam bir yenilgi almadıkça Avrupa özgürlüğüne kavuşamayacaktır ve ben de o büyük muharebede savaşma ayrıcalığına sahip olacağım” deyiveriyor.
Ama James’in Pemberley’de oynadığı oyunu benim çok sevmemin nedeni, Austen’ın dünyasını “Katil kim” sorusuyla belki bir nebze daha esrarlı, “Savaş var” cümlesinde temsilini bulan gözlem ve diyaloglarla da çok daha dışa dönük kılması değildi. Ben Death Comes to Pemberley’yi okurken çok eğlendim. Austen’ın ilk ve “en hafif” romanı olarak bilinen Pride and Prejudice’ın tanıdık karakterleri ile genelde pek “temiz” olan ilişkileri James’in ellerinde gölgelenip, gerginleştikçe daha eğlenceli bir hal aldılar sanki. Lydia Bennet’ın hiç değişmeyen histerik ve aklı havada hallerinden, zeki ve başına buyruk ablası Elizabeth’in Darcy’yle evliliğinin aşk kadar parayla da ilgili olduğuna dönük geç kalmış itiraflarına kadar her vesileyle Austen’ın kadınlarının nasıl büyüdüklerini izlemek hoşuma gitti. Ve belki de en çok, Pride and Prejudice’da yaşları kaç olursa olsun hepsi her zaman biraz tıfıl kalan erkeklerin, James’in kaleminde olgunlaştıklarını, olgunlaştıkça kendi içlerindeki kudret ve zaaflarla başa çıkmanın türlü yollarını denediklerini, onlar bunu kâh becerip kâh beceremezken, kadınlarla aralarındaki ilişkinin de usulca kabuk değiştirdiğini görmeyi sevdim. Austen’ın Darcy’sine âşık —ya da fazla alışık— olanlar, James’in yaşlanmış, örselenmiş ve doğrusu biraz da küçülmüş Darcy’sini yadırgayabilirler belki, ama bu Darcy’nin eski Darcy’den çok daha çıplak, dolayısıyla çok daha canlı göründüğü ve Elizabeth’in bu Darcy’yle eskisiyle olduğundan çok daha ilginç bir ilişki kurduğu da muhakkak. Hâsılı James, Pemberley’de— genre’a saygı gereği, katil gibi maktûlünün adını da sizden saklı tutacağım—cinayeti büyük bir ustalıkla tasarlarken, o cinayeti mümkün kılan ilişkileri de aynı ustalıkla yeniden kurmuş.
“Katil kim” sorusu, bütün iyi cinayet romanlarında olduğu gibi burada da, yazarın ve okurun takip ettiği ana izlek ama asla ana mevzu değil. Mevzu, her şeyden ziyade bilinçaltımızın çukurunda kıvrılmış yatan, o ne yapacağı bilinmez tehlikeli hayvanları ilgilendiriyor. Death Comes to Pemberley’yi okurken, doksan bir yaşında hâlâ kaplanlarını yazarak ehlîleştirebilen P. D. James’in yaratıcı kudreti önünde eğilmemek imkânsız.
Yazarlar
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012