Halil BERKTAY
[9 Şubat 2019] Bir zamanlar buna solcular, Marksistler inanırdı. Emperyalizm diye monolitik bir heyûla vardı. Her şeyi o yönetiyordu. Gerçi çehre değiştirdiği oluyordu zaman zaman. Bir zamanlar İngiliz emperyalizmi ve Britanya İmparatorluğu’ydu. “Entelicans Servis”ti. Nâzım Hikmet’in “Adalı Haydut”uydu. 1945’ten sonra Amerika kılığına büründü. Her taşın altından CIA çıkar oldu. İstediğini deviriyor; suikastler tezgâhlıyor, oraya buraya para akıtıyor, satılmış muhalefetler yaratıyor, bu ve sair yöntemlerle göz diktiği her ülkeyi karışıklığa sürüklüyor ve sonu darbe oluyordu.
Abartılı da olsa, İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda bu tür korkular belirli bir gerçeklik payı taşıyordu. (1) Sömürgesizleşme hareketinin henüz başlarıydı. (2) ABD ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş patlak vermişti. Bağımsızlıklarına kavuşan eski koloniler çok yoksul, çok geri ve çok tecrübesizdi. İğdiş edilmiş; ekonomik ve politik yönetim kapasitesinden yoksun bırakılmışlardı. Hukuk devletinin kurumları da, ilkesel üstünlüğü ve tartışılmazlığı da yerleşmemişti. Keza eğitim düzeyi çok zayıftı. Aşiretleri merkeze kuvvetle bağlayacak ulusal birleştiricilik ve sadakat ideolojileri mevcut değildi. Seçkinlerin basiret ve dirayet, halkın deneyim noksanı çok bârizdi. Kolay parçalanıp aldatılabiliyor, bir uçtan diğer uca sürüklenebiliyorlardı. Çok önemli bir husus: azgelişmiş veya yarı-sömürge denen ülkeler, tek tek de, bir bütün olarak da, dünya çapında hayli “küçük” (ve küçüklüğü nisbetinde daha kolay kontrol edilebilir) bir hacim oluşturuyordu.
Uluslararası planda ise çok sert bir kutuplaşma hâkimdi. Hegemonya gücü 19. yüzyıldan bu yana darala darala gelmiş ve iki süper devlette yoğunlaşmıştı. Bir yanda (Odd Arne Westad’ın terimleriyle) “hürriyet imparatorluğu”nu (empire of liberty) temsilen ABD ve karşısında, “adalet imparatorluğu”nu (empire of justice) temsilen Sovyetler Birliği yer alıyordu. Ara bölgeler için amansız bir rekabet içindeydiler. Yeni bağımsızlığına kavuşan ülkelere, rejim, yardım, himaye, eğitim, ideoloji, teknoloji, askerî ve lojistik destek... konularında katı 1-0, ak-kara tercihleri sunuyor; ülkeleri ya doğrudan kendi saflarına çekmek, ya da öbür tarafa kaymalarını önlemek için her çareye başvuruyorlardı.
1950’li ve 60’lı yıllara damgasını vuran bu koşullarda, evet, bağımsızlığına yeni kavuşan pek çok ülke, iki süper devletin müdahale ve manipülasyonlarına nisbeten açık ve savunmasızdı. Hemen altını tekrar ve kuvvetle çizeyim: tek-yanlı değildi bu emperyal davranış biçimleri. Washington, diyelim, eğitip yetiştirdiği subaylar aracılığıyla Latin Amerika’da darbe peşinde koşuyor, zalim ve işkenceci diktatörlüklerin arkasında duruyordu (Arjantin, Şili, Brezilya). Öte yandan Moskova da kendi eğitip yetiştirdiği subaylar aracılığıyla Ortadoğu’da, Arap ülkelerinde aynı şeyi yapıyordu (Mısır, Irak, Suriye). Şu farkla ki, Sovyetler Birliği bunu dünya çapında emperyalizme karşı mücadele uğruna yaptığı iddiasındaydı. Marksizm-Leninizme göre emperyalizm tekti ve sırf Batı’ydı, çünkü kapitalist ekonominin sımsıkı belirlediği, son derece deterministik bir olaydı. Sosyalizm ise ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelelerinde biricik güvenilir destek üssünü temsil ediyordu... Gerçi Sovyetlerin kendi yaptıkları, askerî ve siyasî bir olgu olarak emperyalizmin illâ ekonomiden (tekelci kapitalizmden) kaynaklanmayabileceğinin dolaysız kanıtıydı. Ama Leninist emperyalizm teorisi -- ya da resmî Sovyet ideolojisinde büründürüldüğü biçim, bir şal örtüyordu bu realitenin üzerine. 20. yüzyıl başlarında evrensel bir kurtuluş ideolojisi olarak doğan bir teorinin rantını yiyor; henüz yeryüzünde kapitalizmden başka bir şeyin olmadığı koşullarda oluşan “şundan oluyor” açıklamasını, yarım yüzyıl sonra “ve başka türlüsü olamaz”a büküp kendi devlet söylemine dönüştürüyor ve arkasına saklanıyordu.
Kabul etmek gerekir ki, hele Vietnam Savaşı’nın sürdüğü ve dünya çapında en ahlâkî ayırım çizgisini ifade ettiği (öyle görüldüğü) bir dönemde, Türkiye gibi Amerika’nın nüfuz alanında yer alan ülkelerde çok etkiliydi bu tek-yanlı anti-emperyalizm söylemi. Mevcut milliyetçiliğin üzerine oturuyor ve onu onurlandırıyor, soylulaştırıyordu. Klasik Türk devletçi-milliyetçiliği, Kemalizmin teorik kifayetsizliğini Leninizmden eklektik ödünç almalarla telâfi etmekteydi. Solun gençlik içinde yayılmasında da en önemli etken, emek-değer ve artı-değer teorisi değil, emperyalizm teorisi ve uzantılarıydı. Gençler caddelerde “Kahrolsun Amerika” diye bağırır ve TUSLOG’u bir kere daha taşlamaya yürürken, laik orta sınıf ailelerince alkışlanıyordu kaldırımlardan. 27 Mayıs’ın Millî Birlik Komitesi üyesi Tabii Senatörler, 1960’ların sonlarında ortalıkta Leninist terminolojiyle konuşarak dolaşıyordu.
Gel zaman git zaman, Komünizm çöktü. Ama düşünsel mirasının iyi eleştirilmemiş tortusu kaldı. Bir “gaz devi” olarak Satürn’ün manyetik alanı, gezegenin buz parçacıkları, toz ve topraktan oluşan “halka”larını yerinde tutuyor ve etrafında döndürüyor. Onun gibi. Ya da bugün Marksist sosyalizm, astronomi paradigması içinde belki ölmüş bir yıldız. Eskiden bir Güneşti; şimdi nükleer yakıtını tüketmiş bir “beyaz cüce” veya “dejenere cüce.” Dış katmanlarını, eski kütlesinin büyük kısmını uzaya salıvermiş. Küçülmüş halinde, artık füzyon yoluyla değil, daha önce biriktirdiği termal enerjinin (ısı enerjisinin) yayılması yoluyla, hâlâ etrafına çok hafif bir ışık yayıyor. Budur yaşadığımız.
Ama îster Satürn’ün halkaları, ister beyaz cücenin solukluğu diyelim, insanları etkilemeyi sürdürmekte. Ezilenlerin ideolojik tutamağı olarak Marksizmden boşalan yeri, kısmen İslâm ve İslâmcılık doldurmayı deniyor. Bir din ve kültür olarak güçlü. Dünyayı açıklama çabası ve bunu teorileştirme kapasitesi olarak zayıf. Kapitalist moderniteye ahlâkî alternatifler getirmeye çalışıyor. Ama benim görebildiğim, teorik açıklama alternatifleri getirmeyi (en azından henüz) başaramıyor (bun daha önce de yazdım galiba; bkz Batı Sol Türkiye). Dolayısıyla Kemalizmin Marksizm ve Leninizmle ilişkisine benzer olaylar türüyor. Kemalizm gibi İslâmcılığın hiç olmazsa bazı varyantları da teorik kifayetsizliklerini, artık çok eskimiş ve yıpranmış bir Leninizmin dağınık, parçalanmış ideolojik mirasından hâlâ bazı eklektik ödünç almalarla telâfi etmeye kalkıyor.
İktidar medyasının gerek Venezuela’ya, gerekse Türkiye’nin Batı’yla ilişkisine bakışında, böyle bir “gelir gider” zihniyet ve ruh hali sezilebiliyor. Hiçbir düşünülmüşlüğü, içsel tutarlılığı yok. Tamamen rastgele ve oportünist (yakın geçmişte Yıldıray Oğur iyi hicvetti bu zigzagları). Kâh Kautsky’nin “ultra-emperyalizm”ini hatırlatan şeytanî bir “üst akıl” safsatası gezdiriliyor ortalıkta. Derken işler daha somuta, ABD’ye indirgeniyor. Kâh dostumuz ve stratejik müttefikimiz oluyor. Öyle ki, birilerinin aramızı bozmak istediğinden şikâyet ediliyor. Derken emperyalistliği hatırlanıyor, hatırlatılıyor. Ama bu da emperyalizm sözcüğünün korkutucu popülerliğine yaslanmak ve etrafında efsaneler örmekten ibaret kalıyor.
Bütün bu temelsiz kulaktan dolmalıklara karşı, eski-yeni solcusu için de, İslâmcısı için de, ihtiraslı ama tembel gazeteciler için de, belki şu basit noktaları vurgulamak gerekli: Hayır, artık Lenin’in tarif ettiği “kapitalizmin son aşaması: emperyalizm” çağında yaşamıyoruz. Topyekûn taarruz ve kolonileştirme hamlesi içinde olan bir emperyalist ülkeler bloku mevcut değil. Daha 1914-18’de sona ermişti bu dalga. Sonrası, giderek hızlanan bir geri çekiliştir. Bu süreçte, bir kere kuvvet dengeleri büyük ölçüde değişti. Bir zamanların “Üçüncü Dünya”sı giderek büyüdü, hacim ve kütle kazandı. Halk siyasî bakımdan olgunlaştı. Eğitim seviyesi çok yükseldi. Devlet, ordu, bürokrasi çok daha iyi örgütlendi. Yer yer bağımsız savunma sanayileri yükseldi. Bu ve benzeri yığınla faktör, sömürgelik ve yarı-sömürgelikten gelen yeni ulus-devletleri dış müdahale ve manipülasyonlara karşı çok daha dirençli kılmakta.
Madalyonun diğer yüzünde, birçok Batı ülkesi aynı nedenlerle küme düştü emperyalistlikten. İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, İtalya’nın yüzölçümü, nüfusu, ekonomisi, ordusu ve donanması... 19. yüzyıl ölçülerinde sömürgecilik peşinde koşmalarına elverişliydi (bkz yukarıda solda, 1920’lerdeki haliyle Britanya İmparatorluğu; sağda, 1914’teki haliyle Fransız İmparatorluğu). Bir yandan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda yaşadıkları kayıp ve felâketler, diğer yandan “Üçüncü Dünya”nın yukarıda özetlediğim yükselişi, bu kabiliyetlerini yitirmelerine yol açtı. Hegemonya kapasitesi bir ara ABD ve Sovyetler Birliği’nde düğümlendi. 1989-90’da Sovyetler çöktü. Gerçi şimdi Rusya tekrar, Doğu Asya’da ise asıl Çin yükseliyor. Ama ABD dahil hiçbirinin, 1900 dolaylarının Büyük Devletleri gibi bir “dediğim dedik”lik kapasitesi yok. Hepsi son tahlilde fırsat kollamak, zaaflar aramak, gedik ve boşluklardan sızmak suretiyle mutlak değil kısmî avantajlar aramak zorunda.
Özetle, yeryüzü ölçeğinde bütün bir emperyalizm cephesi yok. (a) Dünya çapında sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve kuvvet dengesizlikleri var mı? Evet, var. Ama emperyalizm kavramı bunları değil, çok daha başka ve fazla şeyleri ifade ediyor. (b) Doğru anlamıyla emperyalist davranışlar gösteren ülkeler de var mı? Evet, var (başta Amerika). Ama onlar da değişen realiteye ayak uydurmak durumunda. İşte bakın, ABD’nin Ortadoğu politikası iflâsın eşiğinde. Bu mu, kadir-i mutlak Amerikkan emperyalizmi? Hayır, dünya emperyalizmden ve komplolarından ibaret değil. Her bir ülkede patlak veren her bir çatışma ve kriz, illâ dış komplolardan kaynaklanmıyor. Bir kere Suriye durumuna düşersen, o başka. Ama normal zamanlarda, toplumların kendi iç dinamikleri esas. Demokrasilerini idare edip edemiyeceklerini; kâh sağ kâh sol popülizm, devletçi otoritarizm ve dikta heveslerinin önünü açıp açmıyacaklarını, bu yüüzden bir kriz girdabına sürüklenip sürüklenmeyeceklerini, son tahlilde kendileri belirliyor.
Venezuela, Chavez ve Maduro’yla tam bu “reform” ve “sosyalizm” makyajlı sol popülizm ve devletçi otoritarizm macerasına girdiği için, bu noktaya geldi. Bu krizi ABD veya Trump yaratmadı. Venezuela’nın krizi Trump’ın kucağına düştü. O da elinden geldiğince bir ucundan tutup nemalanmaya çalışıyor. Gerisi lâf ü güzâf.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları







































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024