Hasan CEMAL
Bugün köşemi Ertuğrul Mavioğlu’na bırakıyorum. Sevgili meslektaşım, Çayan Demirel’le birlikte çektikleri Bakur (Kuzey) belgeselinin ve devlet sansürünün hikâyesini anlatıyor aşağıdaki mektubunda.
* * *
Sevgili Hasan abi,
Seninle bir zamanlar çalıştığımız gazetelerin asansör ya da yemekhanelerinde karşılaşmak pek enteresan değildi belki ama dağdaki karşılaşmamız için aynı şeyi söyleyemiyorum.
2013 Newroz’undan sonraydı.
PKK, Türkiye topraklarından geri çekileceğini duyurmuştu.
Hatta ilk gerilla grubunun Hakkari’den sınırı geçerek Metina’ya gelişine birlikte tanıklık etmiştik.
Birlikte tanıklık?
Yok, yok; hayır…
Yanlış anımsadım, öyle olmamıştı.
Gerilla grubunun başında sen vardın, biz ise küçük bir gazeteci grubu olarak sizin sınırdan geçişinizi izliyor, ‘Hasan abi hepimizi atlattı yine’ diye aramızda konuşuyorduk.
Anımsıyorum, elinde bir gopal taşıyordun.
Ucunda sivri, mızrak gibi bir demir parçası da olan o meşhurŞırnak bastonundan…
Sonra birkaç gün Heval Umut’un noktasında kalmıştık, hani şu benden de uzun, iri yarı gerilla komutanı Umut…
Telefon şebekesini yakalamak için, ihtiyaç hasıl olduğunda tepeye doğru uzun bir yürüyüş yapmak zorunda kalıyorduk.
Zira bizim ceplerimizdeki akıllı telefonlar, dağ ortamında her ne hikmetse alıklaşıyordu.
Buram buram mazot kokan
minibüste yaşadığım heyecan
İşte Hasan abi, Metina’da kaldığımız o günlerde sadece geri çekilme hikâyesinin ya da Bahoz Erdal ile röportaj yapmanın peşinde değildim açıkçası.
Çok daha uzun vadede tamamlanacak başka bir çalışma için hazırlık yapıyordum, durmaksızın.
Gerillalar genellikle Kandil, Metina, Zap, Gare gibi, PKK’nin Medya Savunma Alanları dediği Güney Kürdistan’daki bölgelerde görüntülenmişti.
Oysa benim amacım gerillayı mücadelelerinin tam merkezinde yani Türkiye topraklarında kurdukları kamplarda izlemek, görüntülerini kayda almak ve bunu bir belgesele dönüştürmekti.
Belki bu biraz gazetecilik mesleğinin getirdiği bir merak etme hastalığı…
En kapsamlısı olsun, herkesin yaptığından daha iyisi olsun, herkesten önce duyurulsun istiyorsun ve bunun için sürekli çabalıyorsun.
Nihayet, talebimi Bahoz Erdal ile yaptığımız söyleşi sırasında dile getirdim ve kesin bir yanıt vermemekle birlikte aldığım ilk işaretler olumlu yönde oldu.
Seninle birlikte Türkiye’ye dönüş yolunda bindiğimiz Güney Kürtlerinin Merziye adını taktıkları çift kabin arazi aracının içinde ve Zaho’da buram buram mazot kokan minibüste, saatler boyu sınırda beklerken yaşadığım sabırsızlığın ve heyecanın nedeni de bundandı.
'Çayan, hemen buluşmalıyız'
Sonra memlekete hoş geldik, evlerimize dağıldık.
Aradan bir hafta ya da on gün geçti, bir telefon aldım.
Haberler iyiydi.
“En kısa zamanda sizi bekliyoruz,” diyordu karşıdaki ses.
Telefonu kapattığım gibi hemen Çayan Demirel’i aradım.
Gezi Parkı’ndaydı.
Direniş devam ediyordu ve gaz kokusu derilerimizin gözeneklerine kadar işlemişti hepimizin.
“Hemen buluşmalıyız” dedim ve sürdürdüm:
“On dakika sonra Çapulcu Kafe’nin hemen girişinde, uyar mı?”
Çayan lafı uzatmadı:
“Tamamdır, geliyorum,” diyerek telefonu kapattı.
On dakika sonra Çapulcu Kafe’nin girişinde buluşmuş, yanımızda getirdiğimiz bir paket çayı vermiş, karşılığında taze demlenmiş iki bardak çayımızı alıp yan yana yürümeye başlamıştık bile.
“Müthiş bir şey oldu” diye söze başladım:
“PKK’nin Türkiye topraklarındaki kamplarına giriş izni verdiler. Bir ekip oluşturup en kısa sürede yola çıkmamız lazım.”
Çayan her zamanki soğukkanlılığıyla “Önceden konuşmayacak mıyız?” diye sordu.
“Elbette” dedim:
“Metina’ya birlikte gitmeli, konuyu ayrıntılı bir biçimde konuşmalıyız. Zaten en kısa zamanda bizi bekliyorlar.”

Yol mu asıl olan, yoldaş mı?
Ne diyorduk?
Yol mu asıl olan, yoksa yoldaş mı?
Çayan’la yoldaşlığımız, sadece birlikte yola çıktığımız için değildi. Tanışıklığımız ve sonrasında dostluğumuz yıllar öncesine dayanıyordu.
Birbirimize hiçbir çıkar ya da karşılık beklemeden destek olmuşluğumuz çoktu.
Dolayısıyla, böyle meşakkatli ve sağlam akıl gerektiren bir projede yola çıkılabilecek en doğru isimlerin en üst sırasında Çayan’ın adı yazılıydı benim açımdan.
Dersim 38’i çekmiş, sansürlenmiş, yasaklanmış, dik duruşundan bir nebze olsun taviz vermemişti.
Sonra Diyarbakır 5 No’lu belgeselini çekmiş, devletin değil ama devletten gördüğü zulüm sonucunda en az devlet kadar zulümkâr olmayı başarmış bir başka sansür ve tehdit mekanizmasıyla baş etmesini de bilmişti.
Nasıl ki pek çok insan 1938 yılında Dersim’de ne yaşandığını en doğru cümlelerle Çayan’ın belgeseli sayesinde öğrenmişse;Diyarbakır Cezaevi’ndeki ‘vahşet yılları’na dair gerçeküstü gibi duran hikâyeler de yine onun çektiği belgesel sayesinde ayakları üzerine bastı, ete kemiğe, söze büründü.
Dersim 38 belgeselinden, içinden çığlık gibi yükselen çırılçıplak katliam gerçeği nedeniyle korktular.
Yalanları iskambil kâğıdından şatolar gibi darmadağın olmasın diye de acilen yasakladılar.
“Yasak” diyerek yasaklamadılar.
Laflarını eğip bükerek, sanki kendileri çok anlarmış gibi, “Bu belgesel değil” diyerek yasakladılar.
Dersim 38’in DVD’sini çıkarmak istiyordu Çayan.
Şimdilerde İstanbul Film Festivali’ndeki sansür nedeniyle artık herkesin duyduğu ‘eser işletme belgesi’ ya da ‘kayıt, tescil’ için başvurmak zorundaydı, başvurdu.
Kültür Bakanlığı’ndaki kurula girdi, belgeyi alamadı. Mecburen üst kurula gitti, orada da emniyetçisinden MİT'çisine kadar ne ararsan vardı.
Üst Kurul da ‘hayır’ dedi.
Çayan bunun üzerine Danıştay’a dava açtı. O dava ki tamı tamına yedi yıldır sürüyor, bir türlü elleri karar yazmaya gitmeyen hâkimler, biraz daha gayret etseler hukuksuzluğun destanını yazacaklar.
Çayan'ın kalbi dağlara dayandı da,
bu dert yığınına dayanamadı
Sonra Dr. Şivan’ı çekti Çayan.
Türkiye KDP’sinin liderlerinden Sait Kırmızıtoprak’ın hikâyesini:
İki Sait’in yani Sait Kırmızıtoprak ile Sait Elçi’nin, muhtemelenTürk MİT’i ile dirsek temasını hiç koparmayan KDP’nin entrikalarına kurban gidişini…
Bunların hepsi çok cesaretliydi lakin sahibini zengin edecek türden işler değildi. Bu işlerin altına ancak bu memleketin mevzularıyla bir derdi olan elini sokardı.
Evet, Çayan’ın da derdi vardı bu memlekette; yalanlarıyla derdi vardı, sansürüyle, zorbalığıyla, hoyratlığıyla…
Dersim katliamında ailesinden kayıplar vermişti.
Hormekli olmakla övünürdü. Kökleriyle bağlarını sağlam kılmak için Zazacayı sonradan öğrenmişti.
Evet. Çayan’ın bir değil çok fazla derdi vardı ve muhtemelen kalbi, birlikte gezindiğimiz ve Munzurlar'dan Kato’ya uzanan dağlara dayandı da bu dert yığınına dayanamadı.
Tekledi Çayan’ın o güzel yüreği bir süreliğine de olsa durup dinlenmek istedi belki.
Filmi bitirdikten sonra oldu tüm bunlar.
Tam da rahatlama mevsiminde….
Ahh içim acıyor Hasan abi.
Henüz 38 yaşında, ne büyük talihsizlik...
Neyse ki hastanenin yoğun bakım servisinden her gün bir öncekinden daha iyi haberler alıyoruz.
Öğrenmiştim Çayan’dan:
“Belgeselcilik ile televizyon programcılığı, güzel bir restoranda dost meclisi kurup, muhabbet eşliğinde yenen bir yemekle, öğle arası ayaküstü ağza tıkıştırılan hamburgerler arasındaki farka benziyordu bir bakıma…”
Çayan’ın iyileşmesi de belgeselcilerin ağır kanlılığından mı uzun sürecek?
Yine de umudumuz güçlü, zira 18 Mart’tan bu yana, her gün bir öncekinden daha iyi.
Tıpkı montaj masasındaki filmler gibi…
Her gün bir öncekinden daha iyi, daha olgun, daha gelişkin…
Yürümeyi yeniden öğrendik ,
ama içimize sızan tırtıllara alışamadık
Sözü uzatmayayım.
Yoldaş, yoldaşını buldu ve yola çıktık nihayetinde.
İlk giriş Dersim’den oldu.
Bize, “Dersim’den başlarsınız. Kürdistan’ın kapısı orasıdır” demişlerdi.
O yüzden Türkiye topraklarındaki gerilla kamplarında ilk karşılaştığımız komutan Atakan Mahir olmuştu.
Sorularımızın ardı arkası gelmiyordu. 40 yıldır birikmiş meraklar, bir çırpıda giderilemiyordu.
Bu nedenle anladık ki, çok yol kat etmemiz gerek.
Sonra yürüyüşler başladı.
Dersim’in patikaları eğimliydi. Aşağıda Munzur vardı ve ayağı kayanın parçası kalmazdı. Yürümeyi öğrendik orada yeniden.
Dağda börtü böcekle baş etmenin zaman işi olduğunu da. Gece ateş yakmak yoktu, ışık yoktu. Hava akşam olunca hızla çöküyor, ormanlık alanda tam bir zifirin içinde hissediyordu insan kendini.
Hiç durmayan cırcır böceklerinin sesine hemen alıştık da, içimize gizlice sızan tırtılların yarattığı alerjiye alışamadık.
Akşam karanlık çökünce sohbetler bir süre daha devam ediyordu. Sabah gün doğumunda ‘rojbaş’ ile kaldıracaktı hevallerden biri.
Ertesi günü uykusuz geçirmek de vardı bazen kaderde.
Sonra hayatımız oturdu biraz daha.
Akşam 21.00 şevbaş!
Sabah 04.30 rojbaş!
Bu böyle böyle sürdü.
Matın üzerinde uyuyarak, haftaları devirdik.
Dersim’de uzun yürüyüşler yapıyorduk birlikte, Munzur’u geçtik, kimimiz yüzerek, kimimiz botla.
Bütün ekibin bacaklarına ağrılar girdi, ama kimse vazgeçmeyi aklına bile getirmedi. Farklı bir dünyaydı burası, iyice sindirmek gerekti.
Dersim’in biraz oyun bahçesine benzediği, Çayan, ben, Koray Kesik ve Ahmet Bawer Aydemir’den oluşan ekibimizin ortak görüşüydü. Misket oynuyorlar, suyun içinde güreşip şakalaşıyorlar, gizli gizli yazılmış şiir defterlerini açıp, okuyup her mısrasına ayrı bir espri patlatıyorlardı.
Ağaçları bodur, toprağı çatlak Amed
Sonra Amed’e geçtik.
Dersim’den çok farklıydı ve her yer açıklık ve uçsuz bucaksız dümdüz bir araziydi.
‘Zozanlık buralar’ diyorlardı.
Ağaçlar bodur, toprak susuz ve çatlaktı.
Gerilla sahasıyla askerin denetlediği bölge arasında epeyce bir mesafe vardı. Her iki taraf da birbirlerinin alanını biliyor ve orası her neresiyse girmiyordu.
Eğer girerse?
Amed’teki komutan yanıtladı:
“Eğer girerse, önce uyarılır, ısrarlı olursa da enterne edecek yöntemler artık meşru sayılır. Ama tabii bu istenen bir durum değil. Ateşkese onlar da uyuyorlar.”
Amed için başkent diyenler de var ama gerilla açısından siyasetin merkezi.
Botan ise askeri merkez olarak kabul ediliyor.
Şırnak, Hakkari, Beytüşşebap, Şemdinli, Uludere… Tüm bu kent ve kasabalar Botan’a dahil, tabii ki çıktığımız Kato Jirki de….
Kato Jirki, Jirki aşiretinden almış ismini. Koçerlerin yazın sürülerini otlatarak geçirdikleri Jirki yaylasından doğru çıkılıyor.
Sırtımızda çantalar vardı ve tırmandıkça nefesimiz kesiliyordu.
Belki bir gün sen de çıkmayı denersin abi, kendine mukayyet olasın diye anlatıyorum.
Yükseklerde oksijen azalıyor, alışmayan bir vücudun dayanması hayli zor. Zaten yarı yolda pek çok mola vermek zorunda kalmamız bu sebeptendi.
Kato’nun kayaları da pek yaman; bıçak gibi keskindi.
Ahmet, üç pantolon yırttı o kayaların üzerine oturmaya çalışırken. Benim de ayakkabılarım parçalandı. Oysa süper dağ ayakkabılarıydı, yazık oldu.
Kato’da bir süre kalıp, kaldığımız süre içinde de dağın tepesinde erimemiş karların sularından içerek, çekimlerimizi yaptık.
Ondan sonra istikamet Besta’ya döndü.
Orada PKK’nin kadın ordusu YJA Star’ın misafiri olduk.
Artık neredeyse sonlara yaklaşmış durumdaydık ve kadın gerillaların bölgesi, bize yeni sorular sorup yanıtlarını alabilmemiz için önümüze çıkan bir fırsat demekti.
Bizim için tuvalet kazmışlardı.
Hayli özenliydiler.
Akşam olunca yeni bir sürpriz daha vardı:
Kurulan çadırın içine cibinlik de gerilmişti. Dersim’in, Amed’in kana zehir bulaştıran sivrisineklerinden sonra, kadınların bu müthiş jestinden ötürü mutlu olmamak elde değildi.
Sonra veda vakti geldi.
Ayrılırken, “Yapacağınız belgeseli çok merak ediyoruz” dediler. Çayan’la birbirimize baktık önce.
Sonra da filmi vizyona soktuktan sonra uygun bir zamanda gösterim yapabilmeyi dileyerek gittik.
Gösterime bir gün kala
yalanlar eşliğinde yasakladılar
İşte böyle Hasan abi.
Biz Bakur için vizyon hayalleri kurarken, meğer birileri kapalı kapıların ardında bu filmi nasıl sansürleyeceklerinin planlarını yaparlarmış.
Festivalde gösterime bir gün kala yasakladılar; hem de bir dizi yalan eşliğinde yaptılar bunu.
Hatta Kültür Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, İstanbul Film Festivali yöneticilerine yaptıkları baskıyı inkâr ettikleri gibi henüz izlemedikleri film için ‘terör propagandası’ deme cüretinde de bulundular.
Bu nasıl bir haddini bilmezliktir, merak ediyorum ama karşımızda bir muhatap yok.
Evet, sansür ve yasaklar cumhuriyetinde hepimiz alıştık bunlara ama yine de yüreğim kabul edemiyor bu yaşananları.
Yeni olan tepkiyle karşılanır.
Farkındayım elbette.
Ama yine de sansürü kabullenmek istemediğimiz, kanıksamayı reddettiğimiz için bunca öfkemiz.
Bitmiş filme sansür işlemez
Bakur’un sansürlenmesinden sonra sinemacıların topluca protesto ederek festivalden çekilmesi biraz olsun içimize su serpti.
Şimdi yeni bir hayal kuruyorum.
Film her nerede gösterilecekse Çayan Demirel de olacak aramızda. O yüzden hemen iyileşsin çünkü bitmiş film beklemez.
Ve tabii bitmiş filme sansür de işlemez.
Zira her su kendi çatlağını bulur ve illaki akar, durmadan akar…
Sevgi ve selamlarımla….
Ertuğrul Mavioğlu
.
Yazarlar
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya değişiyor, Suriye’nin Türkiye politikası da mı değişiyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHüseyin için matem, Gazze için ağıt 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayReel sosyalizm neden çöktü? 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Boraİhtiyatlı İyimserlik 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanPKK silahları yaktı acaba şehre de demokrasi gelir mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANMuhalefetsiz muhalefet; medyasız medya!... 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.03.2025
28.02.2025
20.02.2025
13.02.2025
28.11.2024
12.11.2024
24.10.2024
27.08.2024
20.04.2024
9.04.2024