Hakan AKSAY
Babam öldü.
Son görevi yapma zamanı.
Cenaze törenlerini sevmem.
Dinî kurumlar, gelenekler ve kalabalıklar içinde hiçbir veda sonuna kadar içten olamaz.
Tek başıma uğurlasam veya mezarı başına gelip onunla yalnız kalsam, daha candan bir konuşma yapabilirim. Ya da daha samimi susabilirim.
* * *
Babamı morgdan almaya gittik.
Bir görevli – nasıl görev yapıyorsa artık – bize başka bir ölü verdi.
Devasa çekmecelerden birinden çıkan soğuk ölünün üstü beyaz örtüyle örtülmüştü.
Ortamın aptallaştırıcı etkisiyle onu sessizce teslim aldık önce.
Sonra baktık, bu ölünün babam olmadığını anlamak için üzerindeki örtüyü kaldırmak gerekmiyordu, boyutları çok farklıydı.
Görevli kısa bir şaşkınlıktan sonra özür dilemeden – herhalde o ortamda nezakete yer yoktu – onu alıp aynı devasa çekmeceye koydu ve yerine bir başkasını getirdi.
Bu kez örtünün altındaki, babama benziyordu; ama ben riske girmek istemediğim için örtüyü kaldırıp baktım.
O...
Uyuyor...
Biraz morarmış...
Yorgun gibi...
* * *
Sonra "o an" geldi.
Müslüman geleneklerine göre ölünün yıkanmasına bir yakını girebilirdi.
Bize de teklif ettiler. Birkaç saniyelik sessizlikte sanırım hep alışık oldukları o ilave cümleyi seslendirdiler:
“İllaki birinizin girmesi şart değil. İmam zaten yıkayacak...”
“Ben giriyorum” dedim.
Çevredekiler bana baktı.
Cevap vermek gereksizdi.
“O an”ı yaşamak istiyordum.
Çünkü merak ediyordum.

* * *
Girdim.
Üç kişiyiz: Ben, imam ve babam.
Babam örtüsüz yatıyor.
Onu ilk kez tümüyle çıplak görüyorum.
Gözlerim ister istemez benim hayatımı tohumlayan en mahrem yerine kayıyor.
İmamın sesi bakışımı bölüyor. Yanına gidiyorum.
O andan itibaren durmadan bir şeyler söylüyor imam, komutlar veriyor, bazen de açıklamalar yapıyor.
Onunla beraber babamı yıkarken uzun süre komada kalmaktan dolayı morarıp çürümüş, kendinden çok daha önce ölmüş sırtını görüyorum.
Fazla etkilenmiyorum.
Hayatımda ilk kez gördüğüm ölü değil. Bu tür morarmalar da gördüm, kan da.
Beni etkileyen başka bir şey: Babamın gözleri açık.
Yani yarı açık.
Biraz yana bakıyor.
* * *
İmamın dikkatini çekmeden bir bahane yaratarak yana, babamın bakışlarının hizasına geçiyorum.
İşte şu anda onunla birbirimizin gözünün içine bakıyoruz!
“Merhaba baba. Ben oğlun Hakan.
Seninle iyi ve kötü bir sürü anımız oldu. İlk gençlik dönemimde çok tartışma yaptık. ‘Siyaseti bırak oğlum, memleketi kurtarmak sana mı kaldı!’ cümlen hâlâ kulaklarımda.
Bir dönem de küstük, hatırlıyor musun? Hani deprem olup da sen paniğe kapılınca koluna girip seni dışarı çıkarmıştım. Barışmıştık.
Hukuk Fakültesi’ni bırakmama da, yurtdışına çıkmama da karşıydın. Ama ben hiç dinlemedim seni.
Çok uzun yıllar sonra döndüm Sen eski gücünü kaybetmiştin. Bir süre sonra da insandan daha çok bitki gibi yaşamaya başladın. Pek konuşamaz olmuştuk yine seninle.”
* * *
Buraya yazmadığım başka duygular ve anılar da geçti içimden.
Ama daha fazla devam edemedim.
İmamın sesini duydum:
“Haa, gözleri açık kalmış değil mi? Bak şimdi!..”
Garip bir coşku vardı sesinde.
Sanki beni küçük bir öğrenci gibi gören bir ilkokul öğretmeni havasında yeni bir komut verdi:
“Kapat bakayım merhumun gözlerini!”
“Merhum”...
Bu kelime ne kadar ağır geldi bana birdenbire.
Babam gerçekten de öldü galiba.
Aldığım emri yerine getirmek için babamın göz kapaklarını usulca aşağı indirdim.
Ama olmadı. Gözler kapanmadı.
İmam iyice neşelendi:
“Kapanmadı, di mi?”
Sonra da bana yine “bak şimdi” diyerek babamın ayak parmaklarını bükerek uzattı ve benim o anda göz kapaklarını kapatmamı istedi.
Bu kez başarmıştık.
Bir de bunun açıklamasını öyle ballandırarak yaptı ki, sanırsın ben artık hep ölü gözlerini kapatma işini yapacağım...

* * *
1998’de kaybettiğim babamla o son görüşmemizi hiç unutmuyorum.
Kaç kez rüyama girdi.
Başka cenazelere de katıldım.
Rusya’da Ortodoks geleneklerine göre yüzü açık vedalaşılan birçok ölü gördüm.
En çok önem verdiğim insanların mezarına mutlaka tek başıma gittim; saatlerce konuştum, sustum, ağladım...
Mezarlıklarda tarifsiz bir huzur duygusu hissetmeye başladım.
Ölümü, ölüleri düşününce aklıma birkaç arkadaşımla beraber babam, devasa çekmeceli soğuk morglar ve tesadüfen tanık olduğum sıradan bir ölüm geliyor.
* * *
Moskova’da bir doğum günü partisine davetliydim.
Verilen adrese gittiğimde kapıda genç bir adamın ölüsüyle karşılaştım. Kafasından oluk oluk kan akıyordu.
“Üçüncü kattan düşmüş” dedi birisi, “ya da intihar etmiştir, belki de birisi atmıştır onu”.
Adamın cesedinin başında kalakalmıştım.
Doğum günü grubu gelip beni zorla yukarı çıkardı.
Şampanyalar, votkalar, şaraplar ve türlü türlü yiyecek...
Şoku atlatamadığımı gören biri, elini omzuma koyarak her zaman ve her dilde nefret ettiğim o cümleyi söyledi:
“Ne yapalım, hayat devam ediyor.”
Ben taş kesilmiştim.
Sonra ötekiler da konuya girdiler ve adamın ne kadar kötü bir insan olduğunu, karısını ve çocuğunu sık sık dövdüğünü, herkesi durmadan rahatsız ettiğini anlattılar.
Belli ki kutlamaya devam etmek gerekiyordu.
Henüz soğumamış bir insanın cesedi, bir ölüm olayı hiçbirini pek etkilememişti.
Aralarından ayrılırken içimden hep aynı şeyi tekrarlıyordum:
“Ölüye ve ölüme saygı duymayanlar, canlılara ve hayata da saygı duyamazlar.”
* * *
Sovyetler Birliği daha yıkılmadan, 80’li yılların ortalarında, toplumu derinden sarsan bir film gösterime girmişti.
Gürcü rejisör Tengiz Abuladze’ye ait Pişmanlık adlı filmde, Sovyet diktatör Stalin ve istihbarat şefi Beria (ikisi de Gürcü) acımasızca eleştiriliyordu.
Filmde sembolik olarak yerel bir yönetici rolündeki Varlam Aravidze ölüyor, gömülüyor, ama daha sonra defalarca mezarından çıkarılıyordu. Sonunda onu gizlice mezarından çıkaran kadın yakalanıyordu. Vaktiyle Aravidze'nin diktatörce uygulamalarından çok çekmiş olduğu anlatılan kadın (Ketevan Barateli) intihar ediyor, öğrendikleriyle sarsılan diktatörün oğluAvel Aravidze de babasının cesedini bu kez kendisi mezardan çıkararak kayalardan aşağı fırlatıyordu.
1987 Cannes Festivali’nden ödüllendirilen bu filmin “perestroyka”sürecinde önemli rol oynadığı söylenir.
Defalarca izledim. Sarsıcı bir film, evet. Ama geçmişle hesaplaşmanın “cezalandırılan cesetler” üzerinden aktarılması doğrusu beni ürkütmüştü.
* * *
Korkunç günler yaşıyoruz.
Ordu Belediye Başkanı Enver Yılmaz öldürülen darbeci askerin gömülmesi için yer verilmemesini emretti. Aile ölüyü mecburen bahçeye gömdü.
Diyanet “darbecilerin namazı kılınmayacak” dedi. Bu ölülerin yıkanmasını, kefenlenip tabuta konmasını, mezarlığa götürülüp gömülmesini yasakladı.
İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bu uygulamaları selamlayıp “darbeci ölü askerler” için Vatan Hainleri Mezarlığıkurulmasını önerebildi:
“Her gelen geçen lanet okusun! Kabirlerinde yatamasınlar! Zaten cehennemden kurtulamazlar. Ama dünyalarını da dar etmemiz lazım!”
Ölene dünyayı dar etmek ha!
Hiç mi ölü görmediniz siz?
Hiç mi onu hissetmeye çalışmadınız?
Hiç mi ölümün insana verebileceği sınırsız insani duyguların etkisi altına girmediniz?
Ölü işte, adı üstünde, artık cansız.
Cansız ve suçsuz.
Sadece bir ceset.
Ölüler suçsuzdur, beyler, onları cezalandıramazsınız!
Yalnızca yaşayan insanları cezalandırabilirsiniz.
Başkalarını ve kendinizi...
Ve ölüme, ölüye saygı duymayanların, hayata ve yaşayan insanlara saygı duyması mümkün değildir.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
17.07.2025
26.06.2025
22.06.2025
11.05.2025
10.05.2025
13.04.2025
29.03.2025
20.03.2025
6.03.2025