Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
On Mehmetçik neden şehit oldu
31.08.2012
3140

 Korucunun kullandığı Mehmetçik dolu sivil minibüs, Uludere yolunda devrilip on şehit verilince, aklım hemen eski günlere gitti benim de.

Herhangi biri nasıl ki elini kolunu sallayarak çıkamazsa kışla nizamiyesinden, aynı şekilde önüne gelen araç da çıkamazdı dışarıya, öyle langur-lungur.

Hani eskiden güvenlik nedeniyle olmalı, çünkü artık rastlamıyorum şehir içi trafiğinde seyreden sarı tamponlu askerî cipler, kamyonetler, reolar, hâttâ servis otobüsleri olurdu, hatırlar mısınız? Zaten sadece onları, tamponları sarıya boyalı idiyseler görebilirdiniz. Eğer değillerse, biliniz ki ihlâl ediliyordur, Genelkurmay’ın devamlı emirleri.

Çünkü rütbesi ne olursa olsun, canı çeken dilediği gibi araba çıkaramazdı garajlardan.

Memleketin bütün kışlaları, dışarıda yapılacak bir iş varsa, göreve ilişkin olarak bir yere gidilecekse diye her boydan yeteri kadar aracı, belli olmaları için tamponlarını da sarıya boyayarak, bu tip ortak hizmetlere tahsis etmek suretiyle araç kullanımlarına çekidüzen vermişler, disiplin altına almışlardı, o sıralar.

Bununla da kalınmaz, o araçları kullanacak şoförlerin sadece ulaştırma kursundan değil, sivilden de ehliyetli olmalarına dikkat edilir; kazasız belâsız ve vukuatsız gidip gelinmesi için o günkü nöbetçi heyetinden bir astsubayı ya da asteğmeni aracın başına komutan tayin ederlerdi.

Her bakımdan sıkı tutulan iş, kışla komutanının imzalayacağı “araç görev kâğıdı”yla, yol öncesi, yolda ve yoldan dönünce olmak üzere bütün hâlleri kapsayan bir araç bakım ve kontrol formunun çek edilmesini de öngörürdü.

Bunların hepsi, ilkin bütün orduyu sokağa döken 12 Eylül darbesiyle, ardından da tüm yurdu saran PKK terörü belâsıyla önce tavsamış, sonra da birer birer yok olup gitmiştir.

Ne sarı tampon, ne araç görev kağıdı... hemen herkes garajlardaki ciplere atladıkları gibi kentin içinde, orası senin burası benim, çarşı-pazar dolanmaya başladılar.

Benzinliklerdeki “kıta yükü akaryakıt”ın da yarı yarıya su olduğu, 55 galonluk bidonları yan yatırıp devirerek çanta bidonlara aktarır ve oradan da araç depolarına doldururken, bir o kadarının da yerlere dökülüp ziyan edildiği ilkel bir ikmâl şeklinden öteye gidilmediği de böylece iyice ortaya çıkmış oldu.

Tevekkeli İngilizler, “Türk Ordu’sunu takip mi etmek istiyorsun, o hâlde kokunun peşinden git!” diye vaktiyle boşuna dememişlerdi.

Son tahlilde bütün bunların tek müsebbibi darbeci generallerdir. Aşırı merkeziyetçi olan sadece bizim sivil idari yapımız değildir. Askerî yönetim geleneğimiz bundan da beterdir.

Kitaba göre hava desteği, ihtiyacı olan birliğin cephedeki Ateş İdare Merkezi ya da topçu ileri gözetleyicisi tarafından istenebilecekken, bizde bu Genelkurmay karargâhında plânlanır. O zaman da karşımıza, çözülmemiş bir “Uludere katliamı” olarak çıkar.

Kışlalar bir bardak su içecek olsalar, bunu dahi generaller belirler. Sınıf subaylarına zerrece inisiyatif tanımazlar. O nedenle bütün fatura sadece general sınıfına olmak gerekir.

Çalışmaya pek meraklı olduklarından değil, ipin ucunu aktif astlara kaptırarak kendi terfilerini ummadık bir vukuatla riske sokmaktansa, rutin bir kışla hayatıyla durağanlığı hâkim kılıp her şeyi dondurmaktır amaç.

Şimdi Silivri’deki davalar vesilesiyle darbeci generallerin istikballeriyle oynandığını ileri sürerek dövünen kimi ahlâksız gazetecilerin yazdıklarını ve söylediklerini okudukça ve dinledikçe, askerî yapıyı bilmedikleri için nasıl da aymaz olduklarını; örneğin şehit olan şu gencecik çocukların bile netice olarak onlardan miras bir ordu tasarımı yüzünden öldüklerini kavrayamamalarını gördükçe, kahroluyorum burada ben.

Siz bakmayın onların karargâhlardaki o görkemli brifing ve seminer salonlarına. Hem sadece gösterişli ve kof, hem de erat koğuşlarından kısarak yaptırdıkları içindir o kadar süslü.

Demezler mi adama; otuz sene geçtiği hâlde hâlâ eften-püften karakollar edebiyatının aşılamadığını görüp, ele avuca gelmesi zor PKK’nın kontrolünü bu bölgede tutmak ve oyalamak üzere, sakın onlar için yenir yutulur gibi görünen cazip evsafta birer yem olarak görüyor olmasınlar bunlar bizi? Düşünmezler mi, bunca zamandır ne hikmetse bir türlü önlem alınamadığını gören, oranın çileli subay astsubayları ve köylü çocuğu gariban Mehmetçikler?

Ey gerçeği algılayamayanlar, ne sandıydınız onları, birer makine mi? Siz hiç havan ya da roketatar mermisi aldınız mı kucağınıza? Sevimli bir kedi yavrusuna değil, iri bir tarla sıçanına benzerler daha çok.

Yahut da bir el bombası? Ondaki izlerin çikolata dilimleriymiş gibi görünmesine bakıp da kanmayasınız sakın. Hele bir de elinizle kavramaya görün, avucunuzu yakar demirinin soğukluğu.

Ya da kanıksar, duyarsız biri olup çıkarsınız belki de otuz senede.

Çünkü otuz senedir savaşan bir ordu, sinir sistemi bozuk bir ordudur. Hem de generallerin genetiğiyle oynadığı anatomisinden gelen hantal tabiatı nedeniyle, sırtına konan sineklerle baş edemeyen devasa bir boğa gibiyken üstelik.

Otuz saniye süren bir deprem kâğıt üstündeki göstermelik plânları nasıl altüst ederse, otuz senedir süren bu savaş da generallerin o uyduruk plânlarını haydi haydi darmaduman etmiştir.

İşte o yüzden, Türkiye’yi ancak demokratikleştirerek sağlanacak bir barış, sırf ordunun kendisini toparlaması için bile yapılsa, yeridir.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar