Tayfun Atay
Bayram tatili vesilesiyle biraz nefes almak için yazı rutinimi bozduğum dönemde üzerine bir değerlendirme yapma fırsatı kaçırdığım iki vaka gerçekleşti. Aralarındaki benzer motifler dolayısıyla karşılaştırmalı ele alınması mümkün vakalardı bunlar. Elbette söz konusu benzerlikler temelinde, karşılaştırmada farkları tespit, teşhis ve tahlil etmeyi gerektiren bir durum da söz konusuydu burada.
Her iki vakanın benzerliği, bunların birer “siyasi dinbazlık temaşası” olmaları noktasında belirginleşmekte.
Zaman sırasıyla gidecek olursak ilki, AKP’li İstanbul belediye başkan adayı Binali Yıldırım’ın İstanbul’daki en etkin ve yaygın Nakşibendi çevresi olan İsmailağa Cemaati’ne teravih namazını vesile kılarak 29 Mayıs gecesi Fatih-Çarşamba’daki İsmailağa Camii’nde yaptığı ziyaret.
“İsmailağa Câmiası” (evet, artık Cemaat değil “Câmia”!) resmi internet sitesinde yer alan habere göre Binali Yıldırım, eski AKP’li bakan Mehdi Eker’le birlikte yatsı ve teravih namazlarını eda etmek üzere İsmailağa Camii’ne gelmiş ve namaz sonrasında cemaatle “musâfahalaşıp” (İslami adapla tokalaşıp/selâmlaşıp) cemaatin ileri gelen hoca efendileri ve vakıf heyeti ile de “hasbihâl” etmiş (konuşup dertleşmiş).
“29 Mayıs”, bilindiği üzere İstanbul’un Fethi’nin yıl dönümünün kutlandığı çok anlamlı bir gün. Böyle bir günü Binali Bey, İsmailağa Nakşîleri ile birlikte geçirmiş.
Tam bu noktada diğer vakaya geçelim: Birkaç gün sonra, 1 Haziran gecesi Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yine İstanbul’un Fethi’nin yıldönümü dolayısıyla düzenlenen ve “Enderun Teravihi” denilen programda da hâzırûnun başında Cumhurbaşkanı Erdoğan karşımızdaydı.
Cumhurbaşkanı’na eşlik eden kayda değer sayıda resmî ve dinî erkân vardı. Teravih öncesi İBB Mehter Takımı dinleti gerçekleştirdi. Programda Salât u Selâm’lar eşliğinde Kur’an okundu. Yatsı namazını Diyanet Reisi Ali Erbaş kıldırdı.
Ardından da AKP Reisi Erdoğan’dan bir Kur’an tilaveti geldi.
Her iki etkinlikte de dinin siyasete, siyasetin de dine alet edilmesine yönelik bariz örneklerle karşı karşıya kalan toplum, özellikle toplumun seküler segmenti, anlaşılır tepki, eleştiri ve endişeler dile getirdi.
Ben bunların ötesinde, her iki vaka arasındaki farklara özelleşerek dinbaz siyasetin iç dinamizmi doğrultusunda kendini gösterdiğini düşündüğüm farklılaşma, asimetri ve hiyerarşi tezahürlerine temas etmek istiyorum.
Söyleyeceklerim spekülatiftir, ama bu spekülatif yorumları elbette olgusal verilerle temellendirmeye çalışacağım.
“Cemaat”tiler, AKP ile “Camia/Cemiyet” oldular
Söze önceki haftalarda kaleme aldığım “Bir ‘dinî-ortodoksi’ deklarasyonu: Diyanet raporu”başlıklı yazımdan gireyim. Üzerine “Gizli” notu düşülmüş halde ortalıkta dolaşan ve Diyanet’in “çekirdeği” Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından kaleme alındığı kaydedilen “Dinî-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler” başlıklı bu rapor, esas itibarıyla ülkedeki İslami söylem ve pratik çoğulluğunu kendince hizaya sokma hedefli bir resmi deklarasyon mahiyetinde idi. “FETÖ fobisi” ile kaleme alındığı her halinden belli olan raporda ne denmekteydi, tekrar hatırlayalım:
“Türkiye'nin 15 Temmuz 2016’da dini istismar eden Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) eliyle maruz kaldığı ihanet ve darbe girişimi, ülkemizde dernek, cemaat, tarikat veya vakıf adıyla faaliyet yürüten dinî yapıların derinlemesine incelenmesini zaruri hale getirmiştir.”
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Türkiye’de dinbaz iktidarın gelecek vizyonunda tarikat-cemaat oluşumlarının yeri, 2000’lerin başından itibaren aynı iktidarın erken evrelerinde söz konusu olanla aynı olmaktan çıkmaktadır.
İsmailağa da içinde olmak üzere pek çok tarikat-cemaat çevresi AKP’nin iktidar döneminde, onun uzun müddet “kanka”sı sonrasında ise “kanlı”sı olmuş bir cemaatin baş köşeye oturtulduğu süreçte, o cemaati kıskana kıskana da olsa her halükârda manen ve maddeten fazlasıyla tatmin ve de “mutmain” oldular.
Daha önce yazdım, şimdi tekrar uzun uzadıya açıklamayıp kısa keseyim: Hepsi “holding” oldular (bkz. Parti, Cemaat, Tarikat kitabımda “Holdingleşen Tekkeler” bölümü, Can Yayınları, 2017).
Cemaattiler, “camia”, hatta yine daha önce yazdığım gibi “cemiyet” oldular (Yine T24’te yıllar önce kaleme aldığım “İsmailağa Cemiyeti” yazısına bkz.)
Bu şekilde tarikat-cemaatlerin önünü açan iktidar, onlara pek çok imkân sunarken elbette kendisi de kat be kat fazla imkânlarla “imkânlandı”!..
Ancak ona önce “nimet” olmuş o koalisyon ortağı mahiyetindeki cemaat oluşumunu “lânet” addetmeye başladığı noktadan itibaren işin rengi değişmeye başladı.
Cemaatler kuşku kaynağı sayılır oldular.
Üstelik artık, “dinî tedris”in içinden çıkmış, İstanbul’un en köklü imam-hatip lisesi mezunlarından bir siyasi lider vardı ortada ve (selefi Erbakan’a hiç benzemeyen şekilde) herhangi bir cemaatin “kanaat önderliği”ne hiç mi hiç ihtiyaç duymayacak ölçüde dine ameliyle, ilmiyle, kıraatiyle hâkim bir liderdi bu.
Buna söz konusu liderin, toplumun dindar-muhafazakâr segmenti nezdinde belirginleşen “karizmatik otorite”sinin itici gücü de eklenince giderek (yine daha önce yazdığımız üzere) şöyle bir “formül” çıktı ortaya:
Hem tarikat hem cemaat, tek tarikat tek cemaat, Erdoğan!..
“Meşihat Makamı” ve “Tekke”si
Gerçekten, Erdoğan Türkiye’sinde tarikata da cemaate de yer kalmadı dendiğini bizzat dindar-muhafazakâr kesimin, hatta söz konusu ettiğimiz tarikat çevrelerinin içinden duydum ben… “Artık o, kendisi ‘cemaat’ haline geldi” diyen de oldu; “Bir tek ‘şeyh’ dedirtmediği kaldı kendisine” diyen de…
“O, artık meşihat makamı” diyen de… (“Meşihat”, şeyhlik, şeyhülislamlık anlamına geliyor.)
Madalyonun bir yüzü bu ve bu yüzde karşımızda “Meşihat Makamı” olarak tecelli ettiği de düşünülüp söylene gelen bir “Saraylı Cumhurbaşkanı” var.
O “Meşihat Makamı”nın, “tekkesi, zaviyesi, dergâhı” olarak da Diyanet…
Getto’dan TOKİ’ye “yürüyen” İsmailağa
Ama bir de özellikle an itibarıyla iktidarın “İstanbul kaygısı” ile de bağlantılı şekilde önem arz eden öbür yüzü var madalyonun…
Orada da karşımızda, daha öncesinde İstanbul’un Fatih-Çarşamba’sında küçük ve kendi halinde bir oluşum iken son 15-20 yılda, yani AKP’nin devri saltanatında Kayabaşı’dan (İstanbul’un Başakşehir tarafında en uç noktası) Gebze’ye, Şile’den Yalova’ya kadar büyümüş bir yapı var.
İçe-dönük, dışa-kapalı bir “getto” olmaktan çıkıp “TOKİ”lere yürümüş, fikrini de zikrini de “vird”ini de oralara taşımış, “ekonomik” dinamizm kazanmış bir şebeke (“network”) var.
Artık “cemaat” denmenin çok ötesine geçmiş; İstanbul’da dindar-muhafazakâr kitleye “oynayan” hiçbir iktidarın, hele ki kritik, “bıçak-sırtı” seçimlerde göz ardı edemeyeceği bir “camia” var.
Şimdi böyle bir oluşum için yukarıda Diyanet marifetiyle zuhur ettiği söylenen gizli ve “resmîyet”le de titreşimli raporda yer alan şu satırlara bakalım:
“İsmailağa Cemaati klasik tasavvufî uygulamaların yanında hafızlık ve medrese eğitimiyle öne çıkmaktadır. Asıl merkezleri İstanbul olmakla birlikte Türkiye genelinde bu alanlarda ciddi bir hakimiyetleri söz konusudur. Bununla birlikte giyim-kuşam başta olmak üzere kendi bazı özel tercihlerini İslam’ın vazgeçilmez uygulamaları gibi sunmaktadırlar. Böyle bir yaklaşım Hz. Peygamber’in sünnetini şekilciliğe indirgemek gibi bir imaj ortaya koymaktadır. Bu tür indirgemeci tercihler Müslümanları ayrıştırma riski taşımakta; birlik beraberlik ve kardeşliğimizi de olumsuz etkileyebilmektedir. Mahmut Ustaosmanoğlu’nun [oluşumun öncü/kurucu şeyhi] yaşlı ve hasta olması nedeniyle yapı içerisinde bazı isimler etrafında birbiriyle çatışan/çekişen müstakil gruplaşmaların olduğu görülmektedir.”
“Reis”in erişilemezliği
Şimdi, kim bu yukarıda yazılı olanların İsmailağa’yı hoşnut ettiğini söyleyebilir?
Ve kim, diğer pek çok “merkezkaç” (Diyanet-dışı) İslami çevre gibi İsmailağa’nın da böyle bir raporun “Demokles’in Kılıcı” gibi tepesinde olmasından rahatsızlık duymadığını iddia edebilir?
Ve bunlarla bağlantılı olarak, İstanbul için seçim çanlarının özellikle de AKP açısından çangır çangır çaldığının aşikâr olduğu şu günlerde bu şehrin en etkin ve yaygın kitlesel ağına sahip tarikat çevresinin gönlünü soğutmamanın, aksine kazanmanın önemini kim reddedebilir?..
İşte bu “retorik” (cevabı içinde) sorular eşliğinde şimdi tekrar düşünün Binali Bey’in İsmailağa ziyaretinin sebebi hikmetini!..
Ama aynı şekilde AKP’li Cumhurbaşkanı’nın Diyanet’e ihale edilmiş Yenikapı’daki “Enderun Teravihi”ndeki teşrifleri ile belirginleşmiş aradaki “asimetri”yi de gözardı etmeden okuyun!..
Artık bu memlekette tarikat-cemaatlerin yeri, Parti’nin, daha doğrusu bir “Parti-Adam” sembolizminin karşılığı olarak göz dolduran “Reis”in yanı değil.
Bir zamanlar mutlu-mesut yaşanıp sonra kanlı-bıçaklı olunmuş o malum “Cemaat”le olmuş olana benzer bir “simetrik” (eşdeğer) ilişki hiçbir zaman hiçbir cemaatle olmayacaktır artık.
Elbette bu, bir taraftan da Binali Bey’in yerini, konumunu, mevkisini gayet güzel netleştiren bir tablo.
Tarikat-cemaat oluşumlarının muhatabı Yıldırım’dır.
“Reis”, onlar için erişilmezdir.
Bir dinî oluşum olarak Diyanet ise “Reis”indir.
Daha doğrusu Diyanet, “Reis”le muteberdir.
Dinin uhdesi de Diyanet vasıtasıyla ondadır.
Saraylar, saltanatlar, tekkeler, tarikatlar
Hep yazıyoruz, yukarıdaki mahiyette bir keyfiyetin erken İslam tarihindeki karşılığı bir dereceye kadar “Hazreti Muaviye”dir.
Emevi devletinin kurucusu Muaviye’yi, kendisini önceleyen “Hulefâ-i Râşidîn”den (ilk dört halife, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali) ayıran en karakteristik nokta, onun bir halife olarak “Emir ül-Müminin” lakâbından öte “Halifetullah” sıfatını kendine yakıştırabilmiş olmasıdır.
Oysa ilk halife Ebubekir, kendisi için “Halifetullah” diyenler olduğunda bunu yasaklamış ve kendisinin “Halife-i Resûlûllah” olduğunu söylemiş, onu takip eden Ömer de “Emir ül-Müminin”i kullanıma sokmuştur.
Ancak Muaviye demiştir ki “Yer Allah’ındır; ben de Allah’ın halifesiyim. Ben Allah’ın malından ne alırsam artık o mal benimdir. O maldan ne terk edersem o da bana caizdir” (Mes’udi’nin Murucu’z Zeheb adlı eserinden akt., İhsan Süreyya Sırma, Hilafetten Saltanata Emeviler Dönemi, Beyan Yayınları, 1995).
İsmailağa Cemaati’nin de “prehistorya”sını (tarih-öncesini) oluşturacak mahiyette, İslamiyet’te tasavvufun doğuşu, Emeviler’in bir yandan “Dünya”yı alabildiğine talep ederken diğer taraftan “Kutsal”ı kendilerine mal etme noktasında da azimli olmaları ve bunları tamamlayıcı mahiyette “Saray”larıyla bütünleşmiş bir “resmî ulema” tesis etmelerine yönelik tepkilerin sonucudur.
Tasavvufu, tekkeyi, tarikatı İslamiyet’in ufkunda “patlatan” da parlatan da budur.
Tabii sonrasında tekkenin-tarikatın saraylarla ve saltanat sahipleriyle ilişkisi de gerilimli gelgitler arz etmiştir. “Kisrâ”laşan yöneticilere direniş sergileyenleri de olmuştur, o yöneticilerin himayesi altında tamahkâr olup beslenenleri de…
Ya da bir bakmışsınız aynı saltanat sahiplerine bir dönem tamah eden; ama bir de bakmışsınız başka bir dönem aynı saltanat sahiplerinden kahırlanan…
Aynı ehl-i tarikat/ehl-i cemaat çevreler de olmuştur.
Dünden bugüne olmuştur, hiç kuşkusuz yarın da olacaktır.
İsmailağa Camii’ndeki teravihten Yenikapı Meydanı’ndaki “Enderun Teravihi”ne açılan tabloyu toptancı/yekpare bir yaklaşımla ve bir yeniklik duygusuyla “Gitti laiklik elden” diye okumanın ötesine geçerek, böylesi tarihsel bir izlekte dinbazlığın çekişmeci ve çatışmacı iç-iktidar dinamizmi bağlamında tartışmaya açmanın da yararı vardır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.02.2020
27.01.2020
23.01.2020
9.01.2020
7.01.2020
5.01.2020
31.12.2019
26.12.2019
22.12.2019
12.12.2019