Yıldıray OĞUR
Tunus’ta bir televizyon yayınına katılan Nahda Hareketi’nin lideri Raşid Gannuşi, yenilenen İstanbul seçimleri üzerine de konuştu.
Sözlerinin bir kısmı ülke içindeki muhaliflerine dönüktü. Anlaşılan Tunus’ta da benzer tartışmalar yaşanıyor:
“Tunus lehçesinde şamata diye bir laf vardır. Tunus'taki bazı insanlar da bu mantık ve böylesine bir abartı içinde yaşıyorlar. Eğer ki bir belediyeyi kaybetse tüm iktidarı kaybetmiş gibi davranıyorlar. İslami eğilimli bir parti Honolulu'da bir belediyeyi kaybetse, 'siyasal İslam'ın sonu' yorumu yapmaya başlıyorlar."
Konuşmanın devamında söyledikleri bizi daha çok ilgilendiriyor:
"İktidardaki parti muhalefetin karşısında seçimi kaybediyor. Bu Türkiye'deki demokrasinin en büyük ispatıdır. Bu durum, Erdoğan'ın bir diktatör değil, demokratik bir lider olduğunu gösteriyor."
Tabii ki bu sözler Gannuşi’nin Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan muhabbetinin bir göstergesi.
Ama bizim için üzerinde daha derin düşünmemiz gereken bir tarafı var.
Gannuşi, hem bir entelektüel hem de bir mücadele adamı olarak İslam dünyasının bilge liderlerinden biri.
Nahda Hareketi de 40 yıllık bir hareket. Türkiye’yle ve Türkiye’deki İslami hareketlerle de her zaman güçlü ilişkileri oldu. Ama özellikle AK Parti, Nahda Hareketi için örnek alınan bir tecrübeydi.
AK Parti tecrübesi, bütün İslam dünyasına ve Batı’ya demokrasi ile İslam’ın uyumunun, Müslüman dindar bir partinin demokrasi içinde bir ülkeyi zenginleştirip, güçlendirebileceğini de somut olarak göstermişti.
Tabii ki bu tecrübeden Gannuşi gibi entelektüel bir lideri olan Nahda, Müslüman Kardeşler’den daha çok yararlandı.
Arap Baharı sırasında Nahda ve Gannuşi ele geçirdiği iktidar fırsatını muhalefetle paylaşarak, hem ülkenin yeni bir Mısır olmasını engelleyerek Tunus’un Arap Baharı’nın tek başarı hikayesi olmasını sağladı hem de siyaseten gücünü artırdı.
Gannuşi’nin liderliğinde Nahda burada da durmadı bir adım daha ileri gitti ve parti programını değiştirip aynı zamanda bir İslami cemaat olarak yürüttüğü din işleriyle, parti işlerini birbirinden ayırdı. “Müslüman demokrasisine girmek için siyasal İslam’dan çıktık” gibi bütün dünyada yankı bulmuş açıklamalar yaptı.
Gannuşi’nin adım adım Tunus’u demokrasiye yaklaştırdığı yıllarda, AK Parti iktidarı ise Türkiye’de tam tersi bir yola girmişti.
Artık İslam dünyasında demokrasi tecrübesinin rol modeli denince de akla Türkiye değil, Tunus geliyor.
Gannuşi, bu başarı hikayesinin mimarı olarak dünyanın bütün gazetelerine konuştu, yazılar yazdı.
Onlardan biri 2018 yılında Le Monde’a yazdığı “Tunus’un demokrasiye geçişi” başlıklı yazıydı. Nahda ve Tunus tecrübesini, İslam ve demokrasi uyumunu anlatmıştı.
Ama yazıda bunu 2002’de başarmış ve Nahda’ya da rol modeli olmuş Türkiye’nin ve AK Parti’nin adı geçmiyordu.
Halbuki aynı yazıyı Arap Baharı sırasında yazılsaydı, böyle bir meseleyi anlatırken Türkiye tecrübesinden bahsetmemek tuhaf bulunurdu.
Demek ki 2018 yılında artık Türkiye tecrübesi, Gannuşi için Le Monde’da İslam ve demokrasiden bahsederken referans verilmesi pek de iyi olmayacak bir örnek haline gelmişti.
Gayet iyi niyetlerle yaptığı son değerlendirme ise bir yıl sonra oradan da daha kötü bir yerde olduğumuzu gösteriyor.
Evet, Gannuşi yanlış bir şey demiyor, seçimlerde muhalefetin kazanabilmesini Türkiye’nin demokrasi olduğuna delil gösteriyor.
Ama bunu 69 yıllık bir demokrasi için 10 yılı geçmemiş bir demokrasi tecrübesi olan Tunus’un, bir zamanlar kendisine AK Parti’yi rol model alan İslami hareketinin lideri söylüyor.
Tabii isteyenler buna sevinebilir ama üzerinde acı acı düşünmemiz herhalde daha doğru olur.
Türkiye, bundan sonra işbaşına hangi iktidar gelirse gelsin, dış politikada artık sadece Batı’sıyla ilgilenen bir ülke olmayacak. Tüp macundan çıktı. İslam dünyası, Osmanlı coğrafyası, Türk dünyasında biz istesek de istemesek de Türkiye bir aktör.
Peki, Türkiye İslam dünyasına ne vererek öncü ve aktif olabilecek?
Türkiye’nin Suudi Arabistan ya da Körfez ülkeleri gibi petrolü, gazı, yani herkese saçacak bol parası yok.
İran gibi legal illegal yollarla müttefiklerine askeri ve istihbari destek verecek, gerekirse silahlı örgütleri bile destekleyecek bir devlet geleneği de yok.
Ama Türkiye’nin her ikisinde de olmayan çok daha büyük bir gücü var; demokrasi tecrübesiyle kurulmuş güçlü ekonomisi ve bu sayede yetişmiş insan kaynağı.
Demokrasi deyince Türkiye’deki dindarların bir kısmının aklına bir süredir Batı dünyasının iki yüzlükleri dışında bir şey gelmiyor artık.
Halbuki, demokrasi sadece bir siyasi rejimin adı değil.
1999 yılında bir toplantıda konuşan Aliya İzzetbegoviç, otoriter bir rejimle yönetilen ülkelerin neden geri kaldığını basitçe anlatmıştı:
“Bu rejimler özgürlükleri baskı altında tutarak, sağlıklı uzlaşmaları engelleyerek, ideolojik ölçütler koyarak, bunlara karşı durabilecek yetenekli insanları toplumsal çalışmalardan alıkoyup ikinci plana iterler ve her şeyin vasat bir seviyeye indirgenmesini sağlarlar. Sonuç ise özgür ülkelere kaybetmek şeklinde ortaya çıkar.”
İslam dünyasındaki ülkelerin çoğunluğu hala bu tarife uyuyor.
Türkiye bu tarife uymayarak fark yaratmıştı.
Kendi insan kaynağını demokrasi ve hukuk standartlarını artırarak ülkenin geleceği için seferber etmeye başlamış, açılımlarla vatandaşlarıyla barışarak zaaf noktalarını kapatmaya çalışmıştı.
2000’lerin ortasından itibaren Türkiye’yi dünyada rol model yapan, bölgesinde aktör olmasını sağlayan farkı da buydu.
Yoksa İslam dünyasında insanların gözlerinin Türkiye’yi dönmesini sağlayan sadece liderlerin dindar Müslümanlar olması değildi.
İslam dünyasında liderleri namaz kılan, Kuran okuyan, eşleri başörtülü, Filistin meselesine sahip çıkan pek çok İslam ülkesi var, daha önce de oldu.
Ümmet, son 40 yılda hamasete, Filistin meselesi üzerine beylik laflara, Batı, İsrail karşıtı sloganlara 100 yıl yetecek kadar da doymuş durumda.
Ama Türkiye kimlikleriyle barışık liderlerin yönettiği, demokrasisi, güçlü ekonomisi, çok kültürlü sosyal hayatı ile bir başarı hikayesi olarak hem Batı’da ve hem de İslam dünyasında itibarlı bir ülke haline gelmişti.
Bu o kadar ümitle takip ediliyordu ki Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden adaylık statüsü aldığı zirveye Batılı gazetecilerden çok Arap gazeteci akredite olmuştu.
D-8’nin 22. Kuruluş yıldönümü için geçen hafta İstanbul’da yapılan toplantıda konuşan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Bir ülke itibarlı olmazsa, kendisine faydası olmadığı gibi İslam dünyasının meselelerine de bir katkısı olmuyor” derken o yüzden çok haklı.
Türkiye, tek parti rejiminin sandıkta barışçıl olarak yerini muhalefete bıraktığı bölgesindeki yegane örnek. 69 yıllık parlamenter demokrasi tecrübesi olan tek İslam ülkesi.
AK Parti ise demokrasi karnesinin daha parlak olduğu yıllarda , Nahda, Müslüman Kardeşler gibi İslami hareketlerin de referansı olmuş, onların önlerinin açılmasına yardım etmişti.
O iyi itibar Filistin’in, Lübnan’ın, Bosna’nın meselelerinin çözümünde, uluslararası arenada Türkiye’yi aktör haline getirmişti.
2003’de Irak işgaline Meclis’i hükümete ters düşünce ABD’ye hayır diyebilen bir ülke ancak 2009’da Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’na karşılığında “Siz de” ile başlayacak sözler duymayacağından emin olarak ders verebilmişti.
2012’de Kahire’de Müslüman Kardeşlere bir yıl sonra ne kadar kıymetli olduğu ortaya çıkacak laiklik tavsiyesinde bulunan, İran’ın nükleer meselesinde bile arabuluculuk yapabilen bir aktördü Türkiye.
Arap Baharı sona erince de İslam ülkelerindeki muhalif grupların liderlerinin başımıza bir iş gelir mi endişesine kapılmadan sığındığı ve siyasi faaliyetlerine devam edebildiği bir ülke Türkiye.
Bugün de Türkiye, ancak bu demokrasi farkını ortaya koyarak İslam dünyasına ve ümmete yardım edebilir.
Yoksa hamasetle, elinin uzanamadığı, gücünün yetmediği İslam dünyasının mağdurlarının arkasından gıyabi cenaze namazları kılarak değil.
Yani Türkiye’deki demokrasi ve adalet sorunları, ümmetin maslahatını düşünerek göz ardı edilemez.
Aksine ümmetin maslahatı Türkiye’nin güçlü bir demokrasisi, Batı ile eşit ve dengeli ilişkileri, herkesin kendini güvende hissettiği bir hukuk devleti ve barikat-ı hakikatin müsademe-i efkârdan çıkması için ifade hürriyetinin garanti altında olmasından geçiyor.
Bugün sadece Türkiye için değil, ümmet için de demokrasi gerekiyor...
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.08.2025
2.08.2025
28.07.2025
26.07.2025
23.07.2025
19.07.2025
16.07.2025
13.07.2025
11.07.2025
9.07.2025