Halil BERKTAY
[8 Ağustos 2014] Yandaki resme iyi bakın. Bir arkadaşımdan “cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, trafolara girecek mücahit kedilerden 5. dönem eğitimi tamamlayanlar kep giydi” başlığıyla geldi. Kedicikler o kadar sevimli ki, dayanamayıp yayınlarken sizleri de gülümsetirler diye umuyorum. Belki hatırlarsınız, yerel seçimler öncesinde AKP’nin kendi anketinde yüzde 29.72 ile kaybediyor gözüktüğü, ama bunu gizli tuttukları masalı yayılmıştı. Sonra da elîm sonuç elektrik kesilmesine bağlanmış ve “trafoya giren kedi” üzerine sonsuz espriler türetilmişti. Bu sefer önceden başladılar mazeret ve bahane üretmeye. Öyle ya; AKP normal olarak kaybeder ama, kurtulursa gene kediler ve elektrik kesintileri sayesinde kurtulacak!
Yazmayacaktım ama, bari sırf bu yüzden ve iki gün kala ben de yazmış olayım (daha doğrusu, yazmamış olmayayım), bu ölgün, ne olacağı çoktan belli cumhurbaşkanlığı kampanyası hakkında. Yerel seçimler heyecanlıydı hiç olmazsa. Gezi gösterilerinin ve ardından 17 Aralık “yolsuzluk operasyonu”nun gölgesindeydi. AKP sarsılmışa benziyordu; acaba ciddî bir darbe alabilir miydi? Şimdi ise böyle bir belirsizlik ve gerilimin zerresi yok. Ve projektörler bir kere daha iktidar üzerinde değil, olağanüstü başarısızlığı, pörsümüşlüğü, neredeyse baştan pes etmişliğiyle temayüz eden muhalefetin, özellikle de CHP’nin eski deyimle keenlem yekûn (ha var ha yok, olsa da bir olmasa da bir, yoklukla malûl) hali üzerinde.
Bence bunun temelinde, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı var. Daha ilk açıklandığındaSerbestiyet’te de dikkat çekildiği gibi (şimdi aklıma ilk Vahap Coşkun geldi; bkz Elveda Kemalizm, 18 Haziran 2014), CHP açısından kendi geleneksel kimliği içinden değil İslâmî alanın içinden bir aday göstermek, “öte taraf”ın kimliği ve geleneğinin artık tarihsel olarak ağır bastığının, dolayısıyla bir muhafazakâr adaya karşı ancak başka bir muhafazakâr adayın şansı olabileceğinin kabulüydü. Özetle, bir çağ dönümünde ideolojik bir tükenmişliğin, zaman aşımına uğramışlığın (mahkeme diliyle) “samimî ikrar ve itirafı” demekti.
Bu, bizatihî CHP açısından anlamlı bir dönemeç ve taze başlangıç noktası olabilirdi — eğer anlık, taktiksel bir oportünizm olarak değil de üzerinde düşünülerek ve sindirilerek gelinseydi. Tersine, ya Kılıçdaroğlu’nun her zamanki darlığı ve “küçük”lüğü (pettinessdemek istiyorum ama iyi bir karşılığı yok), yol yordam ve liderlik bilmezliği yüzünden, ya da belki çaresizliği, zira örgütünün parçalanmışlığı koşullarında bu konuda bir tartışma açacak olsa elinde patlayacağını bilmesi yüzünden, tamamen tepeden inme bir sürpriz oldu ve en azından başta kıyamet de koptu bu yüzden. CHP’nin diyelim ki yarısı (geçmişte Alper Görmüş’ün taşlaşmışlığına ve ideolojik deli gömleği giymiş bağlayıcılığına sürekli dikkat çektiği kesimi) İhsanoğlu’nu ve bu virajı hiç benimsemedi; dahası, bir çatı adayı olarak İhsanoğlu’nun, CHP’den çok MHP’nin zihniyeti ve özlemlerine denk düştüğü algısı da oluştu (ki pek haksız sayılamaz). Bakmayın, bu ilk protestoların sonradan yatışmasına; İhsanoğlu’nun “beyefendi”liği vurgusu (örn. Binnaz Toprak) etrafında örgütün hizaya girmiş görünmesine; “herkes gider tıpış tıpış oyunu verir” lâflarına. Mesele sonuçta ciddî bir bölünme olmaması değil; seçimin hakkını verecek bir kampanya, bir seferberlik için en ufak, ama en ufak bir coşku ve sinerjinin yaratılamaması.
Ki bu, başka bir açıdan da Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığında mündemiçti aslında. Çünkü ironiktir; kişiliği, duruşu, kabiliyet ve kapasitesi bakımından İhsanoğlu, aslında sadece Meclis’te yapılacak bir cumhurbaşkanlığı seçiminin “saygın, muteber, birleştirici, karşı taraftan da oy alabilecek” adayı olabilirdi — yoksa halk oyuyla seçilecek bir cumhurbaşkanlığı kampanyasında popüler bir aday olmaya ve böyle bir kampanyanın başını çekmeye, merkezinde yer almaya asla yatkın değildi. Esasen Meclis’in seçeceği bir cumhurbaşkanı, meşrutî monarşilerdeki sembolik kral veya kraliçe makamının (bkz II. Elizabeth ve ayrıca Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka) bir anlamda devamı niteliğindeki kerli ferli bir denge unsuru gibi düşünülüyordu ve özellikle Türkiye’nin yarı-askerî vesayet rejiminin özel tarihçesi çerçevesinde bu niteliği çok belirgindi. Fahri Korutürk veya Ahmet Necdet Sezer’i hatırlatan özellikleriyle İhsanoğlu da pekâlâ böyle bir cumhurbaşkanı adayı olabilirdi; oysa bu sistem artık geride kalmıştı ve geride kaldığı (ya da ikisi arasındaki fark) sanki CHP ve özellikle (kendisi de bir “halk adamı” değil bir bürokrat olan) Kılıçdaroğlu tarafından hiç anlaşılmamış gibiydi.
Benim çok az tanıdığım, bundan 15-20yıl önceki haliyle bile İhsanoğlu, kamusal bir seçim kampanyasının gerektirdiği siyasî tecrübeye, reflekslere, hazırcevaplığa, her an uyanık olma ve kitlelerle ilişki kurabilme hasletlerine sahip değildi; maalesef hayli yaşlanmış ve yavaşlamış olduğunun adım adım ortaya çıktığı bugün, eski ölçülerinin de artık çok altındaymış meğer; dolayısıyla seçim kampanyası her bakımdan tam bir fiyaskoya dönüştü. Hayır, öyle kendine yakışan (ama Türkiye’nin alışık olmadığı türde) sâkin ve ölçülü bir kampanya yürütebilmiş değil; işin doğrusu, İhsanoğlu ve CHP-MHP (ve Cemaat) ittifakı hemen hiçbir kampanya yürütemediği. (Örneğin ne oldu, bir ara sözü edilen, ama “halkımızı yormamak için” Ramazan sonrasına bırakıldığı iddia edilen 32 mitinge?) Belki işin başından itibaren çatının bütün beklentisi, “zarif kaybeder”ken iyi izlenim bırakacak ve olumlu puan toplayacak bir aday çıkarmaktan; başka bir deyişle, daha baştan “onurlu yenilgi”yi sineye çekmek ve maskelemekten ibaretti; bilemiyorum. Ama yani, destekçi partiler açısından, ciddî ve inanmış bir efordan bu kadar yoksunluk; planlayıcılar açısından, bütün bir kampanyanın ağırlık noktasını, ana çizgisini, çekim merkezini belirlemede bu denli acz; bu kadar düşünce dağınıklığı ve odaksızlık; adayın kendisi açısından da, üzülerek söylüyorum, bu kadar hafiflik, sarsaklık ve beceriksizlik olacak şey değildi, değildir. Temel slogandan başlayalım; “Ekmek için Ekmeleddin” — ne büyük bir gaf ve salaklıktı bu! Bir kere, genel seçim mi, cumhurbaşkanlığı seçimi mi? Sonuçta hükümet mi belirlenecek, CHP’nin özel bir anlamda “sivil” (yani fazla insiyatif almayacak ve çok şeye karışmayacak) olmasını ısrarla istediği bir Çankaya mukimi mi? İkincisi, buradaki kitlesel-popülist iddianın hele İhsanoğlu’yla ilişkisi ne? “Üç dil bilen profesör” imajı mı esas, millete “ekmek” verebilmek mi? Üçüncüsü ve herhalde en önemlisi, bu toplum “ekmek” vaadiyle seçim kampanyası yürütülebilecek bir noktada mı gerçekten? Yirminci yüzyıl başlarının, faraza 1905 veya 1917 Rus devrimlerinin koşullarında mı örneğin? Ya da, sırf kendi ülkemizi düşüneceksek, Nâzım’ın İnsan Manzaraları’nın “Memetçik Memet” bölümünde yankılanan Birinci Dünya Savaşı yılları veya 1950’ler ile 60’ların “köy romanı”nda anlatılan, biz solcuların işçi-köylü ittifakı dediğimiz ve toprak reformu/devrimi peşinde koştuğumuz, Ecevit’in dahi “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganını attığı gibi bir Türkiye mi var bugün? Aç emekçiler “ekmek için Ekmeleddin”in peşinden 1848 barikatlarına mı yürüyecek?
Bu, işin bir yönü. Diğeri ise şu: karşınızda kampanyasını (sürekli eleştirdiğim sert ve kırıcı dili dahil) açıkça güç ve iktidar üzerine kuran; güçlü Türkiye uğruna güçlü bir başkanlık (sistemi) talep ve vaat eden bir lider var. Diyelim ki buna karşısınız — madem buna karşısınız — sizin kendi kampanyanızın (bırakalım bu ekonomistik ve anakronistik “ekmek” edebiyatını); asıl Meclis üstünlüğü, otoriter tek adamlığa hayır ve özgürlük gibi temalar üzerine kurulması gerekmez mi? Fakat hani özgürlük — ve özellikle, hükümettendaha fazla özgürlük? Anayasa değişikliği söz konusu oluyor; çatı adayı Erdoğan’dan daha tutucu; mevcut anayasayı, 12 Eylül darbe anayasasını korumaktan yana. Kürt meselesi soruluyor; ağzını açıp ilâve tek somut ve anlamlı lâf edemiyor. Ermeni meselesi soruluyor; keza, AKP’nın gelmiş olduğu noktaya dahi gelemiyor. Erdoğan bu gibi konularda çok daha özgüvenli; İhsanoğlu ise daha korkak, daha pasif bir milliyetçi-muhafazakârlığın göstermelik klişelerinden başka bir şey ortaya koyamıyor. Üstüne, İstiklâl Marşı rezaleti bindi. Hayır, mesele ilk hatâsı değil; çünkü böyle hatâları herkes yapabilir; özellikle Çanakkale Şehitleri ile İstiklâl Marşı’nın bazı yerlerini pekâlâ çoğu insan karıştırabilir (çünkü arada çok imge ve sözcük tekrarı vardır; esasen ikincisi, yani İstiklâl Marşı, ilkinin, yani Çanakkale Şehitleri’nin daha az konjonktürel ve çok daha anıtsal bir özeti gibidir). Sorun burada değil; sorun İhsanoğlu’nun bu hatâyı yaptıktan sonra kör kör parmağım gözüne inkâr etmesinde; gazetecilerin elinde olabilecek kayıtları da hiç hesaba katmaksızın hatâ yapmadığını, esasen İstiklâl Marşı’nın kastetmiş olduğunu iddia etmesinde. Bence bu noktada artık pek de zoraki değildi tartışma ve eh, tabii “Çarkçı Ekmel” diye tepesine binerler; cumhurbaşkanlığına aday olan kişi herkesin göz önünde, hem de bu kadar basit, sığ ve hesapsız bir şekilde yalan söyleyerek kendini küçültmemeliydi.
Sonuçta, gerek Erdoğan ve gerekse Selahattin Demirtaş’ın yanında, hiç sahicilik hissi vermeyen bir aday olarak kaldı ve kampanyası da bir ilkokul müsameresinden öteye geçemedi. Bu arada, Demirtaş’ın (HDP’deki “Türk solcuları”nın söylemsel ihtiyaçlarına fazla itibar etme hatâsı bir yana) sadece bir Kürt değil, doğrudan doğruya bir Kürt partisinin lideri kimliğiyle cumhurbaşkanı adayı olmasının da ne büyük bir değişimi ifade ettiğini bilmem ayrıca vurgulamaya ihtiyaç var mı? 2 Mart 1994’te DEP milletvekilleri “Kürt/çü” oldukları gerekçesiyle TBMM’den yaka paça götürüldü. 2 Mayıs 1999’da Müslüman bir kadın, Merve Kavakçı, and içmeye başörtülü geldiği için bizzat Bülent Ecevit tarafından TBMM’den kovuldu, kovdurtuldu. Şimdi bir yandan, kimlerin utancıdır bu rezaletler? Diğer yandan, nereden nereye geldik ve hangisi daha demokratik: Türkiye’nin boğulup yerinde saydığı 1989-2002 arası mı, bugün mü?
Şu 10 Ağustos Pazar günü, galiba bir referandum daha yaşayacağız bu noktada. Sonuç ne olur? Radikal’den naklen şimdi Serbestiyet’te gördüm; Oral Çalışlar “bizim mahalle”nin bitmeyen öfkesini yazmış. Buna, bitmeyen hayallerini de eklemeli. Birileri hâlâ AKP’yi “son demleri”nde gösteriyor (fos çıkan bu tür kaçıncı köşe yazısı, ben de unuttum). “Yüzde 57 Erdoğan’a karşı” fikrinden hareketle yerel seçimlerin aslında AKP için yenilgi olduğuna kendini fazla inandırmış başka birileri, her şeye yukarıdan bakan süper zekâsıyla “yüzde 43 nasıl yüzde 50 olabilir” diye dudak büküyor. Başka bazıları, “asla ilk turda seçilemez”in üzerine, “tutarlı demokratlar ikinci turda ne yapmalı” tartışmalarını da bindiriyor ve “ikinci turda Ekmeleddin Bey çekilirse oylama bir plebisite dönüşeceğinden Erdoğan yüzde 50’yi aşamazsa seçilmemiş sayılabilir” gibi, Vural Savaş ve Sabih Kanadoğlu’na rahmet okutacak hukuk spekülasyonlarına girişiyor. En son da gelsin kediler, trafolara sokulmaya hazırlanan.
Geçen sefer yerel seçimlerden sonra yazmıştım (4-5 Nisan 2014: Hayal ve gerçek hakkında 11 paragraf); bu sefer baştan söyleyeyim dedim — bu gidişle Erdoğan herhaldeen az yüzde 54-55 alır, İhsanoğlu en fazla yüzde 37-38, Demirtaş da Kürt oyunun üst sınırını zorlayarak en fazla yüzde 7-8. Özetle, muhalefet şimdiye kadarki en ağır yenilgisine gidiyor. Bu muhtemel zaferden sonra AKP nereye gider? Bu tramplenden sıçrayarak, sonbahar genel seçimlerini de farklı kazanır ve (muhalefetin tıkadığı) anayasa değişikliğini tek başına gerçekleştirebilecek bir çoğunluğa erişirse, bu büyük gücü çarçur etmemesini; yanlış yönlerde değil, gerçekten demokratik bir anayasa değişikliği ve Kürt sorununa böyle yeni bir anayasayla perçinlenmiş kalıcı bir çözüm için kullanmasını dileyelim.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024