Alper GÖRMÜŞ
Cumhurbaşkanı Erdoğan beklenen ‘tarihi’ konuşmasını dün (12 Temmuz) AK Parti’nin Kızılcahamam’daki istişare toplantısında yaptı. Konuşmasında Erdoğan’dan, bir gün önceki gerçekten de tarihi silah yakma eylemine karşılık Kürtlerin gönlünü hoş edecek birkaç somut adım bekleyenler umduklarını bulamadı. Fakat bundan konuşmanın önemsiz olduğu sonucu çıkarılmamalı. Bunlardan bence en önemlisi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.
Konuşmada, “Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Boşnağıyla, Çerkeziyle vb” diye giden klişenin ‘Arap’tan sonrasının atılmasıyla elde edilen ve konuşma boyunca en az 10 kez tekrar edilen “Türk-Kürt-Arap” vurgusu (ve bu vurgunun bir defasında “Biz yani Türkler, Kürtler ve Araplar” diye iyice altının çizilmesi) Türkiye’nin bölgesel emperyal vizyonu hakkında çok şey söylüyordu. Bu vurgunun, Erdoğan’ın 2016’dan itibaren zaman zaman dile getirdiği “Türkiye’nin Misak-ı Milli meselesi”nin yeni bir sürümü olduğu kanaatindeyim.
Parantez
Bu konuda kaleme aldığım önceki yazılarımı okumamış olabilecekler için “Türkiye’nin Misak-ı Milli meselesi” derken neyi kast ettiğimi kısaca hatırlatayım (meseleyi bilen okurlar, defalarca tekrar ettiğim bu özeti atlayıp okumaya bundan sonraki ara başlıktan itibaren devam edebilirler.)
Mesele şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminin (2016) hemen ardından “Türkiye’nin bir Misak-ı Milli meselesinin olduğu”nu dile getirmeye başladı ve sonrasında bunu sık sık tekrar etti. Oysa Erdoğan 11 yıllık başbakanlığı (2003-2014) ve iki yıllık cumhurbaşkanlığı (2014-2016) dönemi boyunca bir kez bile “Türkiye’nin Misak-ı Milli meselesi”nden söz etmemişti. Google’a “Erdoğan” ve “Misak-ı Milli” sözcüklerini birlikte yazıp tarih aralığı olarak da 2003-2016’yı seçtiğinizde karşınıza sadece Erdoğan’ın şu ya da bu vesileyle Anıtkabir’deki Misak-ı Milli Kulesi’nde bulunan defteri imzaladığı haberleri çıkıyor. Yani bu dönem boyunca Erdoğan için Misak-ı Milli sadece bir kulenin adıydı. Oysa aynı taramayı 15 Temmuz 2016 sonrası için yaptığınızda “Erdoğan: Misak-ı Milli Hedeflerimizi Koruyamadık…”, “Erdoğan: Misak-ı Milli’mize yeniden sahip çıkmak zorundayız…”, “Erdoğan, ‘Misak-ı Milli’yi anlarsak Musul’u da anlarız’ dedi” gibi başlıklarla karşılaşıyorsunuz.
Bir defasında bu özeti hatırlattıktan sonra “Bazen de bu meseleyi hatırlatan benim yazılarımla…” diye ilave etmiş, şöyle devam etmiştim: “Başka bir söyleyişle, Erdoğan’ın çok anlamlı bir tarihte başlattığı, sonra da peşini bırakmadığı bir hikâyeyi bu yıllar boyunca benden başka kimse anlamlı bulmamış; halen de öyle.”
Parantezi kapattım.
“Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Boşnağıyla, Lazıyla, Çerkeziyle” klişesi neden sadeleştirildi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türküyle…” diye başladığında tıpkı “tek tek tek” klişesi gibi hepimizin ezberden devamını getirdiği ünlü klişesini ‘tarihi’ konuşmasında sadeleştirdi ve adeta kimsenin gözünden kaçmasın diye bunu defalarca tekrar etti. Belli ki burada bir anlam olduğunu ve bunu ıskalamamız gerektiğini söylüyordu bize.
Bence klişenin bu sadeleştirilmiş biçimini yorumlarken öncelikle şuna dikkat etmeliyiz: Klişenin uzun versiyonundaki ‘Araplar’dan kasıt Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı bakiyesi vatandaşlarıydı, oysa kısa versiyondaki ‘Araplar’la kısmen Arap ülkelerindeki halklar ama daha çok da Arap devletleri kast ediliyor.
“Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla vb” diye giden uzun versiyon Türkiye’nin iç barışıyla bağlantılı olarak üretilmişti, oysa şimdi “Türk, Kürt ve Arap”la sınırlandırılmış kısa versiyon, bu üç güç birleştiğinde ortaya çıkacak emperyal vizyonla bağlantılı olarak tedavüle sürülüyor; tarihte başta Malazgirt olmak üzere defalarca sınandığı gibi…
Dışarıda Rojava’yı içeride CHP’yi kendi kaderine terk etmeye razı olmuş bir Kürt hareketi mümkün mü?
Taner Akçam geçtiğimiz günlerde Medyascope’ta çok tartışılan bir yazı kaleme aldı. “Acaba Kürt sorununun önündeki engel ‘Atatürk miti’ mi?” başlıklı yazıda Akçam, ana muhalefet partisi CHP’nin Cumhur İttifakı tarafından ezilmek istenmesinin nedenlerini irdeliyordu:
“İçine girdiğimiz süreç ‘yeni bir kuruluş’ sürecidir. Bahçeli birçok sefer bunu dile getirdi. Hatta Öcalan’ı da bu nedenle ‘kurucu önder’ olarak tanımladı. Şunu rahatlıkla ileri sürebiliriz: Kürt açılımı bu rejim içinde Kürt meselesini çözmek değil aslında yeni bir devlet kurma projesidir. Yani, 1923’te denenen ve tutmayan bir devlete son verme projesidir. Asıl hedef 1923’tür.
(…)
“Probleme bu çerçeveden bakınca, CHP’nin baskı altında tutulmasından beklenen sonucun ne olduğu daha iyi anlaşılmış olur. Kürtlerle birlikte kurulacak yeni devlete Kemalist direnişi ortadan kaldırılamayacak olsa bile minimuma indirmek… Yani, eğer CHP soruna, Erdoğan ve Bahçeli gibi yeni bir kurucu misyon ile yaklaşmayı başaramaz ve 1923 ile hesaplaşan bir bakışı geliştiremez ise, sürecin kaybedeni olabilir de diyebiliriz.”
Benim buradaki tespite, yani Erdoğan ve Bahçeli’nin kafalarındaki kurgunun böyle olduğu tespitine herhangi bir itirazım yok. Sadece şunu ilave etmek isterim: Yeni rejimin kurgucularının CHP’yi ezmek istemelerinin bir nedeni de CHP’nin, yeni rejimin emperyal vizyonuna “Yurtta sulh cihanda sulh”çü bir itiraz geliştirecek olmasından duyulan endişedir…
Peki Kürt hareketi CHP’nin ezilmesine rıza gösterir mi? Yalnız o da değil. Erdoğan’ın konuşmasının sonlarında ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın SDG’nin önündeki yegâne istikametinin Şam olduğu, Rojava için siyasal herhangi bir düzenlemenin mümkün olmadığı yolundaki sözlerini övgüyle karşılamasından bir kez daha anladık ki Erdoğan ‘iç’ Kürtlerin halâsının, onların ‘dış’ Kürtlerin halâsıyla fazla ilgilenmemelerinden geçtiğini söylemeye devam ediyor.
Yani şu soruyla karşı karşıyayız: Kendi halâsı için dışarıda Rojava’yı içeride CHP’yi kendi kaderine terk etmeye razı olmuş bir Kürt hareketi mümkün mü?
Sorunun Rojava bölümü için ‘mümkün’ demek herhalde imkânsız. Dolayısıyla orada daha çok şey olacağı, çok tartışmaların yapılacağı açık.
Sorunun CHP bölümüne gelince… Erdoğan’ın konuşmasının sonlarında sarf ettiği “AK Parti, MHP ve DEM; biz, en azından üçlü olarak bu yolda beraber yürümeye karar verdik” cümlesini duyar duymaz sosyal medya hesaplarına koşan on binlerce kişi bu “şer ittifakı”na lanet yağdırdı. DEM Parti İmralı Heyeti üyesi, TBMM Başkanvekili Pervin Buldan’ın sıcağı sıcağına verdiği “Yanlış bir yere çekilmesin. Bu ittifak süreç ittifakıdır. Başka bir ittifak olarak algılanmamalıdır kesinlikle” demeci tabii ki bu kesimler arasında ilgi görmedi.
Bu kesimler bir şeyi unutuyor: Kürtler hak namına ne elde ettilerse kan ve ateşin içinden yürüyerek elde ettiler. Onlar 100 yıl boyunca ezilirken bahşedilmiş, zahmetsizce ulaşılmış demokratik haklarının keyfini çıkartanlar bu gerçeği ıskaladıkları için ikide bir Kürtlerin demokrasiyi satacağından söz ediyor. Böyle bir şeyin neden olmayacağını galiba hiçbir zaman anlayamayacaklar, bu haksız ve ahlaksız ithamlarından hiçbir zaman vazgeçmeyecekler.
Mesela sosyal medyada şöyle şeyler okuduklarında bile önyargıları milim sarsılmayacak:
“PKK’nın Irak’ta düzenlediği silah bırakma törenini izleyen heyette yer alan ve sekiz yıllık yurt dışı yasağı törene katılmadan dört gün önce kaldırılan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk, göreve iade iddialarına ilişkin konuştu.
“Kısa Dalga’dan Kemal Göktaş’a konuşan Türk, İmralı Süreci kapsamında yeniden göreve iade edileceği yönündeki iddialar hakkında açıklamalarda bulundu.
“Ahmet Türk, bu yönde bir iadenin yalnızca kendisine özel olması hâlinde kabul etmeyeceğini belirtti: ‘Ben bu aşamada CHP’li belediyelere kayyum atanırken böyle bir şey olmasını istemem. Bunu kabul etmek istemem. Olacaksa bütün kayyum uygulamaları kaldırılmalı.’”
Kürt hareketinden gelen sesler yalnız Rojava’nın değil CHP’nin de kendi kaderine terk edilmesine razı olunmayacağını gösteriyor. Bu durumda Çözüm sürecinin devamının Erdoğan’ın bu iki konuda mevcut pozisyonunu değiştirmesinden geçtiğini söylemek yanlış olmaz.
Yazarlar
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolArap rejimleri 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEMuhafazakârlığın önlenemeyen düşüşü 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayGüney Kore ‘mucizesi’nin karanlık yüzü: Otoriter kalkınma 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025