Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Zihniyet (1)
2.09.2012
3731

 İdeolojilerin ve bu arada dinlerden neşet eden siyasi akımların da en büyük iddialarından biri aslında en kof yönlerinden birini yansıtır.

 

Söz konusu iddia savunulan ideolojinin zamana ve mekana bağımlı olmayan birtakım 'doğruları' önermekte olduğudur. Oysa böyle bir önermeyi yapabilecek zihni temele ve ufka sahip değiliz, çünkü sadece kendi zaman ve mekanımızı biliyor ve yaşıyoruz. Geçmişten devraldığımız besleyici ve destekleyici kaynakları da yine bugünkü dilimizin, kavram ve anlam dünyamızın içinden okuyoruz. Kritik nokta şu ki, hiçbir zaman içinde bulunduğumuz zaman ve mekanın dışına çıkıp, kendi yorumumuzla geçmişten gelen yorumları nesnel bir biçimde mukayese etmek ve değerlendirmek yeteneğine sahip değiliz. Dolayısıyla bir ideolojinin veya İslamcılık gibi bir akımın dünü ile bugününü de 'bugün' karşılaştırdığımızı ve şimdiki bakışımızın içinden yorumladığımızı göz ardı edemeyiz. Bu tespitin anlamı insan zihninin kendi zaman ve mekanına 'demirlemiş' bir araç olması ve dışımızdaki gerçeklik karşısında relativist bir varoluş halini daha baştan kabullenmek durumunda olduğumuzdur.

Bu bağlamda 'zaman' ve 'mekan' kavramları da gündelik hayattaki kullanım anlamlarından farklı bir nitelik arz ederler. Zaman, sürekliliği ima eden şekilde dışımızda akıp giden biyolojik bir olay değil, kendi anlamını üreten ve bu anlam içinde yaşamayı mümkün kılan sürelerdir. Dolayısıyla 'bizim zamanımızda' veya 'Kanuni zamanında' gibi bir nitelemeyi seslendirebiliyoruz. Burada kastedilen başı sonu belli iki tarih arasındaki zaman aralığı değil, bir süreye anlamını veren niteliğin zamansal boyutu olduğunun vurgulanmasıdır. 'Bizim zamanımızda' dediğimizde başka 'zamanlarda' olmayan bir özelliği önemsediğimiz ve gerçekliği anlama çabamız açısından o özelliğin kritik önemde olduğunu ifade ederiz. Kısacası zamanı insandan bağımsız bir doğa unsuru olarak değil, insanın yarattığı bir varoluş halinin 'zarfı' gibi düşünürüz.

Mekan kavramı da buna paralel bir algının içinden üretilir. 'Mekan'dan kasıt, koordinatları ve boyutları belli bir uzam parçası, sınırları belirlenmiş bir coğrafya değildir. Kendi katkımızla değişmiş, değerlenmiş ve kendi algımız nedeniyle anlam kazanmış olan, sınırları belirsiz ama belirleyici niteliği kendiliğinden 'bilinen' bir çevredir. Dolayısıyla 'Sultanahmet'te dolaşmak' dediğimizde somut olarak bir meydanın ve caminin etrafında yürümeyi değil, insan eliyle yaratılmış, anlamlandırılmış ve bize de belirli bir duygu ve izlenim katan bir çevrenin içinde bulunma halini kastederiz.

Zaman ve mekanın kendi dışımızda 'nesnel' varlıkları aslında bizim dünyamızın kurucu öğeleri değildir... Buna karşılık süre anlamında zaman ile çevre anlamında mekan, öznel dünyamızın çerçevesini oluşturur ve birlikte uyumlu bir 'bütünlük' yaratırlar. Öyle ki bizler belirli bir zaman ile belirli bir mekan arasında kendiliğinden ilişki kurar, bu birliktelikten sinerjik bir zihni sentez üretiriz. Bu uyum bize kendiliğinden oluşmuş gibi, yani 'doğal' gözükür. Hatta başka türlü olamayacağı duygusunu verir. Sanki zaman ve mekanı, buradaki anlamıyla süre ve çevreyi kucaklayan ve kuşatan bir 'örtü' vardır. Bu örtünün geçirgenliği azdır... Neyin onun içinde, neyin onun dışında olduğunu kolaylıkla takdir edebiliriz. Bu örtünün altında zamana ve mekana ait her şey birbiriyle uyumlu, birbirini besleyen işlevler ve anlamlar kazanır. Bu 'örtü' kültür dediğimiz şeydir...

'Kültür' insanlığın farklı varoluş hallerine fiziksel dünyanın koşullarıyla bağlantılı, ama onlar tarafından belirlenmeyen bir tanım getirir. Aynı 'nesnel' zaman ve mekan çerçevesinde, belirli fiziksel koşulların birbirine hiç benzemeyen insani varoluş halleri yaratabildiğini gözlemliyoruz. Demek ki asıl belirleyici olan nesnel değil, öznel zaman ve mekan; başka bir ifadeyle, fiziksel koşullar değil, onların nasıl algılanıp anlamlandırıldığıdır. 'Kültür'ü en geniş şekliyle söz konusu öznelliğin hayata yansıması olarak tanımlamak mümkün gözüküyor.

Bu durumda kültürün insan topluluklarının hayat deneyimleri açısından bir 'kurucu' unsur olduğunu ve her şeyin anlamının, işlevinin ve değerinin belirli bir kültür içinde şekillendiğini söylemek gerek. Ancak şimdi önümüze bir soru çıkıyor: Acaba farklı kültürlerin temeli veya nedeni ne? Nasıl oluyor da neredeyse aynı dış gerçeklik karşısında çok değişik kültürler üreyebiliyor. Kültür bir öznelliğin sistemleşmesi olduğuna göre, demek ki farklı öznelliklerin ortaya çıkmasına neden olan bir başka 'zemin' var... Birçok kişi bu zemine 'zihniyet' diyor. Yani kendine has öznelliğiyle herhangi bir kültürün oluşmasını sağlayan zihinsel altyapı. Söz konusu öznelliği anlamlı kılan temel varsayımlar ve kabuller....

Zihniyet, kendimizi de içine alan dışımızdaki gerçekliğe ilişkin, sınanması mümkün olmayan ve kendiliğinden oluşan kabullerimizi ifade ediyor. Bu kabuller kültürle pekişiyor, çünkü zaten o kültür de aynı kabullerin üzerine oturmakta. Böylece kendini yeniden üreten, bazen bir 'medeniyet' haline dönüşen bir insanlık serüveni ortaya çıkıyor. [email protected]

 

[email protected]  
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar