Mehmet TIRAŞ
Başta insanlar olmak üzere bütün canlıların son durağı ölümdür.
Ölüm korkusunu yenen ise ‘doğumdur’..
Eğer doğum olmayaydı ne insan nesli var olurdu ne de bitki ve hayvan türleri varlığını yaşatabilirdi.
Bütün canlılar birbirlerinin nesliyle kucak kucağa yaşayıp, kendinden sonra gelecek olanlara teslim ederek bu dünyadan göçerler.Yaşam aynı zamanda bir nöbet değişimidir.
Her ölüm erken ölümdür ama ölümlerin en acısı genç olanı ve bir annenin dünyadan kendisinden önce çocuğunun ölmesi kadar daha acı bir şey de olmasa gerek.Deriz ya “evlat acısı gibi koydu” diye.
Ölümle burun buruna geldim ve hiçbir şey gözümde canlanmadı ve hala da o anın yaşar gibiyim unutacağımı da hiç sanmıyorum,sözleri çok yabancı olmadığımız sözlerdir.
Ben bu sözü 17 Ağustos depreminde kendisi depremde kıl payı ölümden dönmüş ama evinin molozların altında çocuklarının kurtarılmasını hastane bahçesinde etrafındaki kalabalığa sesini duyurmak isteyen bir kadını feryadını hiç unutmam.
Bu kadının hikayesinden kısa bahsetmek istiyorum ormanın içinden bakan depremi yaşamış birisi olarak.
Deprem olmuş sokaklara dökülmüşüz, şafağın sökmesiyle bir grup arkadaş oturduğumuz semte yakın olan Derince devlet hastanesinin yolunu tuttuk ,yolda polis anons yapıyor ‘sığara içilmemesi gaz kaçağının olduğunu söylüyor’ hastaneye yakın bir müstakil evin yerle bir olmuş beton molozların üstünde bir genç erkek bağırıyor meral korkma seni kurtaracağım canım kardeşim,diyor ama deyim yerindeyse duvardan ses geliyor da Meral dan ses gelmiyor..Kimse, kimsenin sesini ve halini anlayacak bir psikolojik ortam yok gibi..Havanın aydınlanmasıyla hastane bahçesi tam bir savaş alanı gibi yaralılarla dolu,görevliler ve sağlıklı olanlar hangisine yardım edeceğine karar veremiyor,sedyede yaralı bir kadını beni duvara yanaştırmayın “ben duvarın altından çıkmışım anlamıyor musunuz”demesi ise deprem psikolojisinin derinliğini ifade ediyordu.
Fakat bana doğru hastane bahçesinin bankında yatan otuz beş yaşlarında kumral başı kapalı, uzun etekli,ayağınd ayakkabısı olmayan bir kadın bağırıyor; kardeşim beni bir dinler misin,diye sese yöneliyorum!.
“Buyur “ diyorum genç kadına!..
“Benim bir şeyim yok, yalnız belim ağrıyor doğrulamıyorum, bir de çok üşüyorum ama önemli değil,çocuklarım depremin altında kaldı, altmış evlerde(deprem yaşadığı semtin adı) misafirlikteydik kardeşim Almanya da gelmişti” deprem oldu, diyerek kısaca olayın gelişimini anlatıyor ve kocasına haber vermemizi ve çocuklarını kurtarmasını istiyor,adres veriyor;Yeni doğan da birahane var yol üstünde onu çalıştırıyor ve birahanenin de üstündeki dairede oturuyoruz eşimin adı Kenan, deyip bir taraftan da gerçi Kenan sağ mı, onu da bilemiyorum bir haberdar edin Allah rızası için; bir de ben bir anneyim anlayın,diye de yalvarıyor,ben üzerimde ki montu çıkartıp kadının üzerine örtüyorum,arkadaş da üzerindeki montu kadının bankta başına yastık yapıp verdiği adrese gitmek için yola düşüyoruz ama gitmek mümkün mü,yolların kapalı olduğunu,çok yerlerde üst geçitlerin çöktüğünü,sadece helikopterlerle ulaşım sağlandığını telefonların da çalışmadığı bir ortam yaşanıyor tam bir belirsizlik var ama; birde çocuklarının ve kocasının yaşayıp yaşamadığından haber bekleyen bir kadın var, gel de bunu anla, anlat ve anlatabilirsen.
Ben bütün cesaretimi toplayıp kadının yanına dönüyorum yarım saat sonra; kadın hala bankta güneşte depesine dikilmek üzere, hava da gittikçe ısısını yükseltiyor,genç kadın beni görünce toparlanmaya kalkıyor ama bir yandan da benim vereceğim haber her şeyini belirleyecek, Kenan’ı buldun mu,sağ mı,çocuklarını kurtarmaya gitti mi,diye peş peşe sorular soruyor ama bir anneye,çocuklarını ve eşini kaybetmiş insana bu soruların verilecek bir cevabı var mı? Kendisi de deprem yaşamış birisi olarak nasıl anlatırsın,sorusunu bitirmeden ona inandırıcı gelen bir şeyler söylemeliyim,hemen düşünsel bir reflekse sizin oturduğunuz semtte oturan birisiyle tanıştım eşiniz sağ imiş ve sizin deprem yaşadığınız eve gitmiş diyorum, öyle de bir anlatıyorum ki sanki gerçekmiş gibi.Genç kadın, Allah razı olsun çok şükür haber aldım Kenan yaşıyormuş, inşallah çocuklarımdan da sağ salim haber alırım,diye kadının teselli olmasına bir katkı sunmanın huzuruyla ben kadını bir görevli bulup açık havada hastane oluşturulan yere bir sedyeyle görevliye teslim ederken,genç kadın bana montunu al kardeşim çok sağ ol,deyip teşekkür ediyor ama söylediklerimin hiç birisinin doğru olmadığını biliyorum ama siz olsaydınız aynısını yapmaz mıydınız?Ne dersiniz?
Bir iki ay sonra aklımdan çıkmadığı için genç kadının verdiği adresi buldum ve Kenan’ın ve çocuklarının öldüğünü öğrendiğimde; genç yaşta iki çocuğunu kocasını hatta kardeşini de kaybetmiş genç kadının, benim yalan haberim aklına gelmiş midir,diye de düşünmeden edemedim..
Böyle çok dramatik deprem hikayeleri bir makaleye sığmayacak romanlara konu olan konulardır biliyorum ama hayat size bazen, bir ölüme cevap verilmeyecek yalana baş vurduruyor karşındakini teselli ettirmek için.
Ölümün adresi tektir ama ölenlerin ölüm şekli çok yönlüdür.
Kimisi iş kazasında,kimisi trafik kazasında,kimisi ise yukarıda da anlattığım gibi doğa felaketlerinde yaşamını sonlandırmış hayatının baharında hiç ölümün aklına gelmedi bir yerde,yaşamını sonlandırmış binlerce ölüm hikayeleri vardır.
Ölümler bazen ilginç tanışmalara da vesile olur, her ölüm bir canlının ömrünü uzatılmasını ve can güvenliğinin alınmasını gündeme taşır ..Organ bağışlarından yaşanan duygu yüklü ilginç görüntüler,sözler ve öyküleri hatırlayın bir yakınınızın verdiği organla yaşayan bir insanla, karşılaşmanın nasıl bir duygu olduğunu hep merak etmişimdir.
Afetlerde,cinayetlerde,savaşlarda, iş ve trafik kazalarındaki ölümlerin çeşitli acı ve anlatılamayacak hikayeleri vardır.
Genç yaşata oğlunu trafik kazasında kaybetmiş bir annenin dramını paylaşayım:
Çetin geçen bir kış mevsiminde fabrika arkadaşımın yeğeninin cenazesine katılmıştım, Sapaca dağının eteklerinde bir küçük köyde tanık oldum.Oğlunun tabutuna kapanmış ortalığı yıkan bir feryatla ağlayan anne,yerde belki yarım metre kar var ayağı çıplak kadının, kendinden geçmiş bir şekilde ağlıyor bir şeylerde söylüyor ama ayağında ne ayakkabı var ne de çorap,birilerinin dikkatini çekmiş kadına ayakkabı verin donacak görmüyor musunuz,diye etraftaki insanları uyarıyor bir adam..
Hayatının baharında oğlunu kaybetmiş anne getirilen ne ayakkabıyı ne de çorabı giymiyor yanıyorum:” komşularım dostlarım Allah düşmanımın başına vermesin, ayağımın altındaki kar benim ateşimi ve acıma dindiremez hissetmiyorum karı- soğu” diyordu.Giymedi ayağına ayakkabı oğlunu toprağa verene kadar bu acılı anne.
Ölüm teselliyle yaşama katığımız duygudur.
Ölüm gelmiş cihane baş ağrısı bahane,misali.
Ölüm canlılar içindir Allah geçinden versin ama gencinden vermesin,elden ayaktan düşürmesin,diye de bir temennimiz vardır.
Yazı bir Pazar yazısının ötesinde iç karartan oldu ama hayatın gerçeğinden de kaçılmıyor,ne kadar kabullenmesek de.
Ölümden başkası yalan değil mi?
Ne güzel demiş hümanist şairimiz Yunus Emre:
Mal sahibi mülk sahibi/hani bunun ilk sahibi/
Malda yalan mülkte yalan/gel biraz da sen oyalan.
Yazarlar
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.07.2025
21.07.2025
14.07.2025
7.07.2025
30.06.2025
23.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
2.06.2025