Osman CAN
Özgürlükler için bir tehdit olan vesayet sistemini, tüm organlarını yapısal dönüşüme uğratmayı amaçlamayan hiçbir anayasa tartışması çok anlamlı değildir. Tüm kurumları yapısal dönüşüme uğratmak, bu yolla kurum içi denge sistemini kabul etmek şarttır.
Abant Platformu’nun bu yılki toplantısının konusu Yeni Anayasa’ya özgülenmişti. Türk Anayasal düzeninin temel sorununun ideolojinin varlığı değil, onunla perdelenen vesayet sistemi olduğu, vesayet sistemini tasfiye etmeksizin, Anayasa’da yer alacak olan temel hakların güvencede olamayacağı tezini savunurken, verimli bir tartışmanın da imkanı doğmuş oldu.
İdeoloji yalın haliyle, tüm siyasal hareketlere, çıkar gruplarına, partilere ve aynı zamanda dünya görüşlerine ilişkin hedefler bütününü ifade eder. Bu oldukça masum bir tanım.
Buna karşın Marx, ideolojiyi esas itibariyle fiili iktidar ilişkilerinin, perdelenmesine ve dolayısıyla meşrulaştırılmasına yarayan bir üst yapı kurumu olarak nitelendirir.
Marx’ın tanımladığı şekliyle ideoloji özellikle Türkiye siyasal tarihini anlamak bakımından önemli ipuçları sunmakta. Türkiye’de bireylerden başlayarak, her bir entelektüel, politik veya sermaye grubunun kendi pozisyonunu meşrulaştırmak için yoğun bir şekilde teorik kavramsallaştırmalara ihtiyaç duyar. Saatler veya günler süren teorik tartışmaların temelinde çok basit bir “kabullenmeme” veya “taviz vermeme” refleksinin yattığı gerçeği, ideolojinin bu topraklarda ne işe yaradığı sorusunu aydınlatabilecek durumda.
Türkiye’de 100 yıllık sistemin sahipleri bir yandan vesayeti inşa ederken, zamanla doğan meşrulaştırma ve perdeleme ihtiyacını gidermek için, önce devlet partisi program ve tüzüğünde, 1961 Anayasasıyla birlikte de anayasal düzeyde ideoloji vurgusuna yer verdi. İdeolojinin yer almadığı erken dönem vesayet rejimiyle, 1961 sonrası vesayet rejimi döneminde özgürlükler bakımından bir şey değişmediyse, bunun ideolojinin varlığı veya yokluğundan bağımsız bir gerçeğe işaret ettiğini görmek zorundayız.
Çareler ve çözümleri
Burada gözardı edilmemesi gereken nokta, vesayet sistemiyle bu sistemin kendini perdelemek için kullandığı ideolojiyi özdeş kılmamaktır. Yani Mete Tunçay’ın Abant Platformu toplantısında belirttiği gibi, kedi ile kedi resmini birbirine karıştırmaktır. Ki bu sorun en fazla hukukçularda gözlemleniyor. Zira bugüne kadar gerek doğrudan doğruya hukukçuların, gerekse onların uzmanlık desteğiyle hazırlanan özgürlükçü Anayasa taslaklarının temel tartışma noktası vesayet sisteminden çok, bu vesayet sisteminin semptomları olageldi.
Yani Askeri vesayeti sonlandırmak için bulunan çare, Genelkurmay Başkanı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak, TSK İç Hizmet Kanunu’nun malum ve meşhur 35. Maddesini değiştirmek veya kaldırmak, son olarak da askeri harcamalarını Sayıştay denetimine tabi tutmak. Tüm bu adımların vesayet organlarından yalnızca biri olan ordu üzerindeki baskıyı arttıracağı çok açık. Ama onu yapısal dönüşüme uğratmayacağı da aynı derecede açık. Anayasada yazılı yasaklayıcı kuralların darbeleri engelleyeceği anlayışı yalnızca bir naiflik ve başka da bir şey değil. 27 Mayıs darbesi bunu yeterince açıklar.
Aynı şey Anayasa Mahkemesi için de geçerli. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişikliklerini denetleyemeyeceği, kolayca parti kapatamayacağı, yerindelik denetimi yapamayacağı zaten Anayasa’da yazılı. Anayasa Mahkemesi vesayeti üzerinde bu tür dışsal yasaklayıcı düzenlemeler yalnızca onu baskı altına alabilir, ancak gerekli gördüğünde bu baskıyı atıp hukuksal yıkımlar yaratmasına engel olamaz. Olamadı da...
Yazılı ve süslü özgürlükler
Akademik naifliğin çokça yansıma bulduğu diğer bir nokta ise, Anayasa’da temel hak ve özgürlükleri kuvvetlendirmekle sorunun çözüleceğine yönelik inanç. 1924 Anayasası’nda Meclis dahi temel hakları sınırlama yetkisine sahip değildi. Ama 1924 dönemindeki, asimilasyon, sürgün, istiklal mahkemeleri pratiklerinin hiçbirinin kaynağı Anayasa’daki “eksik” özgürlükler değildi. 1961 Anayasası ise özgürlüklerini lafzi olarak en çok içeren, hatta bunu bir Anayasa Mahkemesi kurmakla garantilediğini iddia eden bir Anayasa. Ama bu Anayasa Mahkemesi, özgürlüklerin en büyük yıkıcısı oldu. Anayasada “yazılı ve süslü” özgürlüklerin içini boşalttı. 1982 Anayasası’nda sayıca eşit özgürlük maddesi var ve 20’ye yakın değişiklikle oldukça ileri bir noktaya ulaştı. Peki özgürlük sorunları, Anayasa’nın özgürlükler kısmındaki eksikler ve zafiyetler nedeniyle mi çıkıyor? Kadın-erkek eşitliği ile uluslararası temel hak sözleşmelerinin öncelikli olduğu kuralı 2004 yılında Anayasa’ya girdi. Anayasa Mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeleri bunu uyguladıklarına dair bir örnek verilebilir mi? Tabii ki hayır!
Kedi ile kedinin resmi arasındaki fark bu. Özgürlükler için bir tehdit olan ve kendine ahlaken çekilen sınırları lüzum gördüğü her durumda çiğneyen vesayet sistemini, tüm organlarını yapısal dönüşüme uğratmayı amaçlamayan hiçbir anayasa tartışması çok anlamlı değildir. Tüm kurumları yapısal dönüşüme uğratmak, onları toplumsal tüm farklılıklarının ayrımsız bir şekilde yansıma bulduğu bir kompozisyonla yeniden inşa etmek, bu yolla kurum içi denge sistemini kabul etmek şarttır.
Neyse ki Abant Platformu’nun geçen haftaki toplantısının sonuç bildirisi, dikkatlerin kedi resminden kediye kaydığı duygusunu veriyor.
YENİ ANAYASA'YA DOĞRU
Hayatın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyenleri varken...
Her bir Anayasa tartışmasında Anayasa’nın değiştirilemez ilkeleri ısrarla öne sürülürken, biraz da akıl ekonomisine dikkat etmek gerekir diye düşünüyor insan. Yeni bir Anayasa’nın değiştirilemezleri ne olmalı konusu yerine, yeninin kabulüyle birlikte tarih olacak eski Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini tartışmanın akıl ekonomisiyle ilgisi yoktur. Çok daha önemlisi, özgürlükçü düzenlerin değiştirilemezliği insan onuru iken ve ölüm de hayatın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen tek gerçeği iken, beş generalin tüm topluma dayattığı darbe Anayasası’nın değiştirilemezleri üzerinde tartışmak ne kadar anlamlı , onu akademi bilgisi veya politik denge hesapları değil, hayatın yalın gerçekleri daha iyi anlatır. Bu gerçek belki de toplumsal barış üzerinde yeniden düşünmeyi de mümkün kılar.
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları








































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2021
9.01.2021
20.07.2020
12.07.2020
23.06.2020
20.06.2020
20.06.2020
24.04.2019
18.01.2017
1.02.2015