Halil BERKTAY

Aşiret ve devlet
22.11.2012
3469

 Bitti; Türkiye’nin normalitesine ne kadar normal denebilirse, işte o normale dönüyorum. Geçtiğimiz haftalarda açlık grevleri vardı. İki taraf da bir tırmanma ve boy ölçüşme stratejisi izledi. Sonunda Öcalan konuştu ve bir çözüm bulundu. Ne ki siyaset ve kamuoyu, sırf pratik sonuçlardan ibaret değil. Kullanılan söylemler de başlı başına önemli. “Lâfa değil işe bakmak” günümüzde ancak yarı yarıya geçerli. Çünkü “lâf” da başlı başına iş. Toplumsal hafızayı şekillendiriyor; duruş ve davranışların bir sonraki aşaması için algı kalıpları oluşturuyor.

Örneğin AKP önderliği ve özellikle Başbakan Erdoğan’ın son aylardaki “icraatı”nı bir de bu açıdan değerlendirirsek, evet, diyebiliriz ki Taraf’ın sert muhalefeti, dar anlamda “yapılan”lardan çok söylenen, konuşulan şeyleri hedef alıyor. Sathın altında ise AKP, daha olumlu bir yönde yürümekte (veya, yürüme potansiyelini koruyor). Peki ama, o “iyi şeyler” yapılıncaya kadar kullanılan nefret ve şiddet söyleminin ortaya saçtığı onca zehire ne demeli? Kendi içinde bir olgu olarak bu fanatizm, hiç mi pranga vurmayacak çözüm arayışlarına? Hiç mi tahribatı olmayacak, mevcut ve gelecek kuşaklar üzerinde?

Şu idam meselesi. Erdoğan idam da idam diye tutturdu bir ara. Gerçi bunun olamayacağı, idamın geri getirilemeyeceği açık. Bu yüzden kendi partisi bile hayretle baktı; en hafifi, gündemde değil gibi sözlerle geçiştirildi. İyi de, günler boyu tekrarlanan bu idam sözcüğü, zaten nice vahşet ve şiddetlerin ortasında yaşarken, insan canı almanın büsbütün kanıksanmasına acaba hiç katkıda bulunmadı mı? Adam öldürmenin banalleşmesi ve alelâdeleşmesi eğilimlerini nasıl etkiledi?

Bana sorarsanız, sırf idamı savunması değil, nasıl (hangi gerekçeyle) savunduğu da önemliydi başbakanın. Bir cinayet işlendiğinde, kurbanın ailesinin affetmediği katili bizim devlet olarak affetme (= canını bağışlama) hakkımız yoktur gibi ilginç şeyler söyledi. Genellikle bu, laik hukuka karşı İslâm hukukuna yaslanma çabası olarak yorumlandı.

Bu biraz eksik kalıyor; Erdoğan’ın tam ne gibi bir ilkelliği savunduğunu açıklamıyor. Çünkü sorun İslâmiyetle de sınırlı değil; daha derinde ve eskide. Bir zamanlar devlet yoktu ve dolayısıyla devletin (üzerinde yükseldiği) toplumla dikey iktidar ilişkisi diye bir şey de yoktu. Gerçi bu deyimler çağdaş antropolojide çok değişir oldu ama, kabaca klan ve kabile gibi sözcüklerle anlatmaya çalıştığımız, ortak bir atanın soyundan geldiklerine inanan kandaşlık birimleri, hepsinin üstünde yer alan bir otoriteye (henüz) tabi değillerdi ve dolayısıyla aralarında sadece yatay ilişkiler söz konusuydu.

Bazen birlikte avlanmak ve sonra av ürünlerini takas etmekle başlayan “ticaret” gibi, savaş ve kan dâvâları da bu yatay ilişki biçimlerindendi. Bir klanın (veya “soy”un, “geniş aile”nin) mensubu, başka bir klan, “soy” veya “geniş aile”den birini öldürdüğünde, kurbanın “aile” veya “soy”unun onu affetmeme, yani kovalama, avlama, yakalarsa öldürme hakkı vardı. Bunun alternatifi, katilin tarafının maktulün tarafına bir bedel ödemesiydi. Buna, Roma’nın Britannia eyaletini istilâ edip zamanlaEngland’a çeviren Anglo-Saksonlar wergild veya wergeld, Anadolu’ya gelen Türkmen aşiretleri isekanlık diyordu.

Altını çiziyorum; wergild veya kanlık, çok uzun süre, yerini tutmaya çalıştığı kan dâvâsının kendisi gibi, klanlar arasında yatay olarak “dolaşan” bir ödeme biçimiydi. Ne ki, adına devlet dediğimiz organizma böyle bir kabile toplumu üzerinde adım adım yükselirken, o yatay ilişkilere de müdahele etti ve dikeye dönüştürdü; kendini bütün o akım ve dolaşımların odağına yerleştirdi. Kabile örf ve âdetlerinin yerini (tabii çok uzun bir süreçle) devlet hukuku aldı. Suçu ve cezayı devlet düzenlemeye başladı. Wergild klanların birbirlerine değil devlete (yeni Anglo-Sakson krallıklarına) ödediği bir vergi; aynı şekilde kanlık da Osmanlı devletine ödenen (ehl-i örf’ün topladığı) bir başka vergi oldu. Osmanlı kanunnâmelerinde kanlık ve cürüm ve cinayet akçesi deyimlerinin yan yana geçmesi, bu dönüşümü yansıtır.

Eğer “ilkel komünizm” gibi idealizasyonlara saplanmayacaksak, bütün kötülüklerden devleti sorumlu tutmak yerine, devletin insanlık için nasıl bir organizasyon ve düzenlilik “yükselişi”ni ifade ettiğini (de) görebilmemiz gerekir. Aşiret hukukuna (ve kan dâvâlarına) kıyasla, herkesi kapsayan bir devlet hukuku elbette bir ilerlemedir; toplumun yararınadır. İlk dönemlerindeki haliyle İslâmiyetin, devraldığı bir kısım aşiret hukuk öğelerini henüz ilga edemeyip özümsemiş olması, iptidaîliğe dönüşü savunmanın gerekçesi yapılamaz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar