Halil BERKTAY

Bir soru: AKP kendi kitlesini sokağa ve Taksim'e dökerse ne olur?
17.06.2013
4381

Bir zamanlar AKP'nin "eksen kayması"ndan söz etmek çok yaygındı. 
Bense  şu 15 Haziran günkü ilk yazımda, Taksim direnişinde, ikinci hafta  
itibariyle bir "eksen kayması" olduğunu söylemiştim. Haklı olduğu  
ölçüde somut ve sınırlı taleplerin yerini, genel bir politik kriz  
yaratma, uzatma, kıyısızlaştırma ve çıkışsızlaştırmaya yönelik tavır  
ve politikalar aldı. Gezi Parkı'nın ötesinde, bütün Taksim meydanında  
bir "işgal" hali belirdi. Gerek "sol" ve gerekse ulusalcılar, Etyen  
Mahcupyan'
ın bizatihî bir haklılık zemini taşımadığına işaret ettiği  
bu hali normalleştirmeye çalıştı (ve çalışıyor). Paralel bir söylemsel  
gelişme yaratıldı; genel bir "demokrasi ve özgürlük" mücadelesinden,  
yaygın bir "halk hareketi"nden, "devrim günleri"nden söz edildi (ve  
ediliyor). Hükümetin ve özellikle başbakanın, direnişin ilk haftasında  
uğradığı, demokrasi açısından gerçekten çok olumlu sayılması gereken  
(küçük düşürücü, burun sürtücü) yenilgi, temel kitlelerin toptan yer  
değiştirdiği ve iktidarın çökmek üzere olduğu gibi abartılara dönüştü.

Burada, "sol"un kendini dev aynasında görme alışkanlığının bir diğer  
tezahürüyle yüz yüzeyiz
. Bir tane haklı eylem oluyor; bir demokratik  
mevzi kazanılıyor; hükümet bir konuda bir geri adım atıyor -- ve  
bakıyorsunuz, herkes gerçeklerden kopmuş; Türkiye'nin on küsur yıl  
boyunca giderek netleşen siyasî yelpazesini unutmuş; 1917 Petrograd ve  
Smolny Enstitüsü, olmadı 28-29 Nisan 1960, olmadı Tahrir Meydanı  
hayalleri kuruyor. 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde AKP'nin oy oranının  
sürekli artıp yüzde 50'lere geldiğini; ikinci büyük parti olarak  
CHP'nin ancak yüzde 20'lerde kaldığını; özel olarak İstanbul'da da  
AKP'nin 2007'de yüzde 45'ten 2011'de yüzde 49-50'ye çıkarak büyük fark  
yaptığını hatırlayan yok. Dahası, bu büyük kitlenin, meselâ 1950'lerin  
DP'sine kıyasla kendi dâvâsı ve partisine sahip çıkmak konusunda çok  
daha kararlı ve bilinçli olduğunu; ordu ve bürokrasi vesayetine karşı  
1990'ların ve 2000'lerin mücadeleleriyle bu hale geldiğini -- yani  
öyle kolay kolay susmayacağını, saf değiştirmeyeceğini,  
tarafsızlaştırılamayacağını veya pes etmeyeceğini de hesaba katmak  
gerek.

Taksim'i ve Gezi Parkı'nı kurtarılmış bir bölge, bir tür alternatif  
iktidar odağı veya mekânı, bir "çağdaş yaşam alanı" veya "sovyetler  
atmosferi" gibi tahayyül etmeden önce, bir durup düşünelim: AKP  
önderliği, 15 Haziran açıklamasındaki "zaman ve mekânla sınırlanmayan  
bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi" 
açıklamasındaki meydan okumaya  
rest çeker ve hükümet gibi değil de militan, partizan bir parti gibi  
davranmaya karar verirse, ne olur acaba? Diyelim ki yarın öbür gün,  
AKP Taksim'de büyük bir miting yapmaya ve bir milyon kişiyi Gezi Parkı  
dahil bütün Taksim'e yığmaya karar verdi; ne olacak? Hepimiz biliyoruz  
ki eylemcilerin ister Taksim meydanına, ister Gezi Parkı'na  
"yerleşmiş" ve "burası bizim" diyen halinin hiçbir (meşru demiyorum)  
kanuni temeli yok. Bu fiilî durum, sadece kamuoyu meşru saydığı (ve  
dolayısıyla hükümet, daha fazla polis müdahalesinin meşru  
sayılmamasından çekindiği) ölçüde devam edebilir.

Öte yandan, kimse de diyemez ki bu eylemciler gibi AKP'li kitleler de  
Taksim'e gelemez, Taksim'de karşı-miting ve karşı-eylem yapamaz.  
Vatandaşsa onlar da vatandaş; halksa onlar da halk; onların da kadın  
ve çocukları ve (biz beğenelim beğenmeyelim) onların da talepleri var.  
Diyelim ki "eh, yeter, biz de Gezi Parkı'na girip gezinmek,  
serinlemek, piknik yapmak istiyoruz" dediler -- bunun gibi bir  
gerekçeyle veya bir miting vesilesiyle, 100,000 insan yığıldı sırf  
Gezi Parkı'na. Sokmayacak mısınız -- hangi güçle, hangi yöntemle, en  
önemlisi hangi adalet ve hakkaniyet ruhuyla? Girdiler; çadırların  
arasında geziniyor, her 5-10 kişilik eylemci grubun etrafını  
50-100-200 kişiyle belli belirsiz sarıyorlar. Derken hafif itişme ve  
sürtüşme de başladı... Bu, polisin uzaktan biber gazı atmasına da  
benzemez. İçten içe 27 Mayıs 1960 (veya 9 Mart 1971) tekrarlansın  
istiyorsanız, öyle "kardeş kavgası" bahanesiyle müdahale edecek bir  
ordu da yok. Ne yapacaksınız, bu hipotetik gerilime ne kadar  
dayanacaksınız?

Allahtan ki AKP bu kafada değil. Ben bu satırları, sadece Türkiye'nin  
makro-realitelerini hatırlatmak ve fazla uzatılan tırmandırıcılıkların  
nasıl zıddına dönüşebileceğine işaret etmek için yazıyorum.

http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1316&yazarId=101#.Uby3JOOviNA.gmail

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar