Alper GÖRMÜŞ
Başlıktaki 2004’ü ve 2024’ü sembolik rakamlar olarak okumalısınız. 2004, kabaca 2002 ile 2012 arasındaki dönemi; 2024 ise yine kabaca 2012 ile 2024 arasındaki dönemi temsil ediyor. Böylece aynı partinin iktidarının ilk on yılıyla ikinci on yılı arasında birbirine tamamen zıt iki siyaset tarzına sahip olduğunu söylemiş oluyoruz ki, böyle bir şey hakikaten nadirattındır.
Bu nadir olay Türkiye’de vuku bulduğu için akla ilk anda malum ikilikler gelebilir. Mesela ‘iki farklı siyaset’ten sanki AK Parti’nin bir zamanlar devlette laikliği toplumda sekülerliği savunurken şimdi tersine savrulduğu, yahut bir zamanlar sol politikalar izlerken şimdi sağa savrulduğu gibi anlamlar çıkartılabilir. Yok, iki farklı siyaset tarzı derken bunlardan söz etmiyorum, toplumun benlik duygularına hitap eden ateşli, büyük ‘dava siyaseti’ ile toplumsal taleplere ve refaha odaklı ‘küçük’, sakin siyasete işaret ediyorum.
AK Parti toplumsal taleplere ve refaha odaklı bir siyasi parti olarak doğdu, kabaca 10 yıl boyunca bu hattı izledikten sonra kâh yönetme zorluklarının kâh kurduğu yeni ittifakların etkisiyle “dava” odaklı bir siyasete yöneldi ve bu da kaçınılmaz olarak otoriterleşmeye yol açtı.
Tarihçi Şükrü Hanioğlu, Türkiye’nin son 200 yıllık geçmişine kısa aralıklar hariç hep otoriterliğin damga vurması olgusunu izah ederken ‘dava siyaseti’ne önemli bir rol biçiyor. Ona göre böylesi sürekli bir otoriterlik iktidara gelenlerin kişisel özellikleriyle açıklanamaz. Hanioğlu bunun yapısal bir nedeninin olması gerektiği tespitini yapıyor, ona göre bu yapısal neden, ideolojileri taban tabana zıt olsa da birbirini izleyen iktidarların “küçük” toplumsal talepler yerine “büyük” davaları öncelemeye meyyal olmaları:
“(…) ‘Bâb-ı Âlî diktatörlüğü,’ ‘II. Abdülhamid,’ ‘İttihad ve Terakki,’ ‘Tek Parti dönemi CHP’si,’ ‘Demokrat Parti,’ ‘askerî vesayet’ benzeri ‘kötülüklerin anası’ olarak nitelendirilen kişilik ve yapılar, neden kesintisiz bir ‘otoriter/baskıcı siyaset’ geleneği yarattığımız ve sürdürdüğümüzü açıklayamadığı gibi bunlardan birisi ya da birkaçının ‘günah keçisi’ haline getirilmesi sorunun temeline inilmesini önlemektedir.
“Buna karşılık iki asrı aşkın süredir kısa teneffüs araları dışında sürekli biçimde otoriter siyaset üretilmesini, ‘özgürlük’ vaadiyle iktidara gelen değişik siyasal hareketlerin ‘tümü’nün süreç içinde ‘otoriter’liğe savrulmasını ancak yapısal nedenlerle açıklayabilmek mümkündür.
“Bu nedenlerden ilki, mega toplumsal dönüşüm projelerinin kolektif hafızanın hatırlayabildiği dönemlerden beri ‘siyaset’ olarak kavramsallaştırılmasıdır.
“’Siyaset’in kitlelere yukarıdan bakan bir dönüşüm ve toplumsal mühendislik projesi biçimini alması, onun güncellik ile ilişkisini azaltmakla kalmamış, taleplere cevap verme özelliğinin de göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bu ise mega projelerin sahiplerinin kitlelerle ‘hedefler büyük, karşılıksız destekleyin, mutlu sona ulaşalım’ temelli, ‘tek yönlü’ bir ilişki kurarak, otoriterliğe kayması neticesini doğurmuştur.”
Parantez: Bundan beş yıl kadar önce, yani AK Parti dava siyasetini dolu dizgin sürdürürken “talep odaklı, refah arayışına matuf” siyaset imkânı lehine bazı düşüncelere sahiptim. Bunların bugünün “Türkiye Türkiye’den büyüktür” Türkiye’sinde ne denli savunulamaz olduğu çok açık.
Bana bu cesareti veren asıl gelişme, DEVA Partisi henüz kurulmadan önce Ali Babacan imzasıyla yayımlanan ‘manifesto’ olmuştu. İlaveten de CHP’nin yine bir ‘mega’ siyaset olan “sadece laiklik” çizgisinden uzaklaşmaya başlayıp toplumun öteki taleplerine de dikkat kesilmeye (ekonomi gibi) başladığını gösteren işaretlerden etkilenmiştim.
O konuda yazdığım ilk yazının başlığı “Taban tabana zıt iki tarz-ı siyaset: Erdoğan ve Babacan” idi. Şöyle diyordum:
“İki tarz-ı siyaset derken, Erdoğan’ın son dört-beş yıldır sürdürdüğü ateşli ‘dava siyaseti’yle, Babacan’ın partisinden istifa mektubunda ortaya koyduğu ‘toplumsal taleplere odaklı’ sakin siyaseti karşılaştırıyorum. Ben, önümüzdeki ayların ve yılların merak edilen maçını özellikle bu açıdan takip edeceğim: Halk, hangi siyaset tarzına meyledecek? Bölge liderliği, ümmet birleştiriciliği, beka koruyuculuğu gibi ‘büyük’ (mega) siyasetlere mi, yoksa demokrasi, kalkınma, refah, hukuk gibi ‘heyecansız’ hedefler öneren siyasetlere mi?”
Ben cevabımı almış bulunuyorum ve galiba Türkiye halkı büyük çoğunluğuyla heyecanın (ve hatta maceranın) yolundan yürümeyi tercih edecek.
Hangi ‘parlayan Türkiye’yi tercih ederdiniz? 2004’ü mü, 2024’ü mü?
Geldik başlıktaki soruya…
Yazının girişinde “2004’ü ve 2024’ü sembolik rakamlar olarak okumalısınız. 2004, kabaca 2002 ile 2012 arasındaki dönemi; 2024 ise yine kabaca 2012 ile 2024 arasındaki dönemi temsil ediyor” demiştim… Peki neden ‘sembolik’ bu rakamlar? Çünkü 2004 Türkiye’nin Avrupa’ya, 2024 ise Ortadoğu’ya attığı dev adımları simgeliyor. Birinci adım (2004) iktidarın halkın taleplerini ve refahını önceleyen ‘mikro’ bir siyaset izleyeceğini; ikinci adım ise (2024) iktidarın zaten uzun yıllardır izleyegeldiği ‘mega’ siyaseti emperyal bir boyut ekleyerek sürdürme kararlılığında olduğunu gösteriyordu. İki dönem arasında çok büyük bir fark var: Birinci dönemde toplum iktidardan (devletten) talepte bulunurken ikinci dönemde iktidar (devlet) toplumdan talepte bulunuyor: “Şimdiye kadar pısırık, içe kapanmacı iktidarlar yüzünden dış dünyaya karşı başın eğik dolaştın, şimdi sana başını dik tutmanı sağlayacak bir benlik duygusu veriyorum, bunun karşılığında da öyle süflî birtakım taleplerde bulunmayacaksın -bir kurşun kaç para haberin var mı?”
Türkiye’nin imajı ‘2004 süreci’nde de parlaktı, şimdi ‘2024 süreci’nde yine parlak. Türkiye birincide övgülere boğulmuştu, şimdi ikincisinde de övgülere boğuluyor. Fakat ülkede yaşanan hayatlar kıyaslandığında iki övgü türü ve iki parlaklık arasında devasa bir fark ortaya çıkıyor.
Birinci parlaklık neden ve nasıl söndü? İki parlaklık arasında neler yaşandı ve ikinci parlaklık dönemine nasıl geçildi? Hangi tercihler, hangi zorunluluklar devredeydi?
Bu dizinin sonraki yazılarında bu sorulara cevap vermeye çalışacağım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025