Ayşe HÜR
'Emeviye Camii'nde namaz kılma' hayalleri görenlere, 20. Yüzyılın başından iki savaşı hatırlatmak istiyorum
Başlık, Müslümanların bir zamanlar Şam’dan çıktığı ve bir gün Şam’da toplanacağı inancını ifade eden çok eski bir halk deyimi. Bu deyimi icat edenlerin aklına gelen bir şey midir bilmem ama ne yazık ki Suriye ile savaşın eşiğine geldik. TBMM, 320 oyla Suriye’ye müdahaleyi olanaklı kılan tezkereyi kabul ettikten sonra, internette başlıktaki deyimin “Fitnenin evveli Şam, ahiri Şam” haline döndüğünü gördüm. Birileri Başbakan Erdoğan’ın ‘Şam Fatihi’ olmasından, “Şam’daki Emeviye Camii’nde cuma namazı kılmanın yakın olduğundan” söz ediyor. “Hazır ol cenge, sulh-u salât istiyorsan!” diyen Başbakan, tezkereye karşı çıkanların tarih karşısında vebal altında olduğunu söyledi. Ben bu kişilerden biriyim çünkü dünya yüzündeki bütün anlaşmazlıkların iyi niyetli ve ısrarlı müzakerelerle halledileceğine inanıyorum. Savaşın sorunları çözmek bir yana, daha çok sorun, daha çok kan, daha çok gözyaşına neden olacağını tarihten biliyorum. Ancak Ruanda, Bosna, Kosova örneklerinden biliyorum ki, katliamlar, soykırımlar gibi durumlarda sırf insani nedenlerle, ulus-devletlerin içişlerine müdahale etmek gerekebiliyor. Ama yine Afganistan, Irak, Libya örneklerinden de biliyorum ki, ‘müdahale gücü’nün niteliği çok önemli. Bu güç, uluslar üstü olmalı, dürüst, adil, tarafsız, hesap verebilir olmalı; müdahalenin her aşaması dikkatle planlanmalı. Dünyada maalesef bu kriterlere uyan bir müdahale gücü yok. “O zaman (Suriye özelinde) bu işi Türkiye üstlenmeli” diyenlere, şunları hatırlatmak isterim: Türkiye’nin kendi insan hakları sicili gayet bozuk. Başta 40 bin cana mal olmuş Kürt meselesi olmak üzere, Alevi, gayrimüslim, vb. bir dizi meselesini halledememiş bir ülkenin, başka ülkelere insan hakları dersi vermesi inandırıcı değil. Nitekim Türkiye, bugüne dek İran, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi insan hakları ihlallerinde tescilli ülkelere kayıtsız kaldı. Dahası, Türkiye, Suriye’deki iç savaşı kışkırtanların arasında, belki de başında. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi iç savaşın daha da şiddetlenmesine, hatta bölgeyi de kapsayan Sünni-Şii çatışmasına çevrilmesine neden olabilir. Kaldı ki, rejimin değişmesinden sonra ortaya demokratik bir Suriye çıkacağı da çok şüpheli. Bu yüzden Türkiye’nin Suriye politikasını desteklemiyorum. Vebali neyse razıyım. Bu hafta “Emeviye Camii’nde namaz kılma” hayalleri görenlere, 20. yüzyılın başından itibaren “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olduğumuz” iki savaşı hatırlatmak istiyorum.
Osmanlı İmparatorluğu için ‘sonun başlangıcı’ olan Balkan Savaşları’nın işaret fişeği 1912 yılının mart ayında Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar arasında oluşturulan ‘Balkan Ligi’ne Karadağ’ın katılmasıyla atılmıştı. Aynı yılın ağustos ve eylül aylarında Balkanlar’daki Müslüman ahaliye yönelik komitacı saldırılarına Osmanlı İmparatorluğu çok sert karşılık verince, İtalya ve Karadağ’ın tahrikleriyle Arnavutlar ayaklanmıştı. İstanbul’da yayımlanan gazetelerde 1 Ekim 1912’den beri “Harp istiyoruz”, “Artık söz silahlarındır”, “Osmanlı demek asker demektir”, “Yaşasın ordu, yaşasın harp”, “Arş Osmanlılar Tuna hattına” başlıklı haberler yayımlanıyordu. İttihatçı asker ve sivil gençler Ziya Gökalp’in “Önde bayrak, elde süngü, kalpte Tanrı, biz/Dünyaya hâkim olmak isteriz/Mabedimiz Türk Ocağı, Kâbe’miz de yüce, parlak/Turandır hep ancak” türünden dizelerini okuyarak aşka geliyorlar, Darülfünun öğrencileri Babıâli ve Saray önlerinde savaş yanlısı nümayişler yapıyorlardı. Halk, bir dizi askeri ve diplomatik muharebeden sonra İtalyanların el koyduğu Trablusgarp’ın intikamını alma umuduyla, bağışlar topluyor, siyasilere tüm güçleriyle destek veriyordu.
Düşman orduları Çatalca’da
Karadağ 8 Ekim 1912’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. 17 Ekim 1912 günü Bulgaristan ve Sırbistan; 19 Ekim 1912 günü ise Yunanistan savaşa girdi. Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar’da iki ordu ile savaştı. Sırplara karşı mevzilenen Garp (Batı) Ordusu bir varlık gösteremedi. 23-24 Ekim 1912’de Kumanova’da yenilgiye uğrayan ordu Manastır’a çekildi. Sırplar Üsküp’e girdiler. Bu arada Yunan ordusu tek kurşun atmadan Selanik’i teslim aldı. Bozcaada, Limni, Samotraki ve Taşoz adaları Yunan donanmasına direnemedi. Adaların yitirilmesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun Makedonya ile denizden bağlantısı koptu. Nihayet Karadağlılar İşkodra’yı kuşattılar.
Bulgarlara karşı mevzilenen Şark (Doğu) Ordusu da ekim sonlarında bozguna uğradı ve Lüleburgaz’a doğru çekildi. Ordu burada da tutunamayarak Çatalca’ya kadar geriledi. 17-19 Kasım 1912 günleri uçurumun kenarından dönüldü ve Bulgarlar Çatalca’da durduruldu. O günlerde henüz Trablusgarp’tan ayrılmamış olan Binbaşı Enver Bey ve şürekâsı, Şeyh Senusi’nin manevi nüfuzunda “Müslüman Afrika Devletleri Grubu” kurma hayalleri ile önlerindeki haritalarda Müslüman Afrika ülkelerini aralarında paylaşıyorlardı. Çatalca faciası apar topar İstanbul’a dönmelerine neden olacaktı.
Rumeli’nin ebediyen kaybı
Savaşın ilk evresinde ortaya çıkan fiili durumu hukuki çerçeveye kavuşturmak için 17 Aralık 1912’de Londra’da bir konferans toplandı. Bir dizi görüşme sonrasında Arnavutluk’un bağımsızlığı tanındı, Girit Adası Yunanistan’a bırakıldı. Edirne ise Bulgaristan’la çizilen yeni sınırın öte yakasında kaldı. Ancak Makedonya’nın paylaşımı bu kadar kolay olmadı. Sonunda, Arnavutluk ve Makedonya’yı kontrol etmek isteyen Rusya, İtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun desteğindeki Balkan ülkeleri yeniden birbirlerine girdiler. 29-30 Haziran 1913 gecesi Bulgar ordularının Sırbistan ve Yunanistan ordularına saldırmasıyla Balkan Harbi’nin ikinci evresi başladı.
Ancak ‘evdeki hesap çarşıya uymadı’ ve Bulgar orduları
yenilgiye uğradı. Yunan ordusu Kavala’yı geri alırken, Romanya Bulgar Dobrucası’na girdi. Osmanlı İmparatorluğu da Edirne’yi geri aldı. Ama hepsi buydu. Savaş bittiğinde Osmanlı İmparatorluğu ordusunun neredeyse yarısını, tüm topraklarının üçte birini, nüfusunun beşte birini, Rumeli’nin yüzde 89’unu, Rumeli nüfusunun yüzde 69’unu (ölü veya diri) kaybetmiş, dolayısıyla sadece küçülmekle kalmayıp, bir ‘Avrupa devleti’ olma niteliğini yitirmişti.
‘Osmanlı ordusu adeta bir sel gibi geriye akıyordu’
Birinci Balkan Savaşı sırasında Bulgarlara karşı savaşan Şark Ordusu’nun harekâtını izleyen Fransız Le Matin gazetesinin başyazarı durumu şöyle tasvir ediyordu:
“Lüleburgaz harbi dört günden beri devam ediyordu (…) Bu dört gün içinde Abdullah Paşa umumi karargâhı olan Sakız Köyü’nde küçük bir evde kapanmış kalmıştı. 29 Ekim akşamı Deyli Telgraf gazetesinin harp muhabiri Şmit Bartlet, uzun gezileri arasında kendisini orada tesadüfen buldu. Başkumandan açlıktan ölüyordu. Emir subayları, evin fakir bahçesindeki toprakları adeta tırnaklariyle kazarak bir iki mısır kökü çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu kökleri bir parça unla bulamaç gibi pişiriyorlardı. İşte 175 bin kişiye kumanda eden zatın bütün yiyeceği buydu. Şmit Bartlet acıdı. Yanındaki birkaç kutu konserveyi verdi. Üç gün mütemadiyen paşayı besledi. Abdullah Paşa: - Siz olmasaydınız ayakta duramıyacaktım, demiştir. (…) Kaldı ki, Osmanlı Ordusu Başkumandanı yiyecek bulamadığı gibi haber de alamıyordu. Denilebilir ki, harbin devam ettiği dört gün zarfında ne olup ne bittiğinden hiç haber alamamıştır. (…) Abdullah Paşa neden sonra verdiği emrin yanlışlığını anlayarak onun aksine emir gönderdi ama iş işten geçmişti. İkinci Kolordu dört günden beri harb içinde idi. 24 saattir hiçbir şey yememişti. Hemen yüzgeri etti ve askerler, arkadaşlarının cesetleriyle örtülmüş çamurlu tarlalar boyunca çekilmeye başladılar. Bir daha da savunma hattı kuramadılar. 31 Ekim akşama doğru Osmanlı ordusu adeta bir sel gibi geriye akıyordu. Ordu namına ovada, çeşitli yollardan, yolsuz bölgelerden Çatalca’ya doğru akıp giden kaçaklar dalgalarından başka bir şey kalmamıştı. Topçular toplarını, cephane sandıklarını bırakıyorlardı. Mekkareciler hayvanlarını terk ediyorlardı, yahut biraz et yemek için kendi hayvanlarını öldürüyorlardı…” (Aktaran Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt I, Remzi Kitabevi, 1999, s. 156-157.)
Cihan Harbi’ne nasıl girdik?
1914 yılına girildiğinde havada yine savaş bulutları dolaşıyordu. Almanya’da Pan Germenistler, Rusya’da Pan Slavistler, Fransa’da İntikamcılar, İtalya’da İrredendistler, Britanya’da İmparatorlukçular Avrupa’yı savaşın eşiğine getirmişlerdi. İş bahane bulmaya kalmıştı. Kıvılcımı 28 Haziran 1914’te Almanya’nın müttefiki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand ve karısının Princip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi çaktı. Sırbistan’ın özrünü yeterli görmeyen Avusturya-Macaristan 28 Temmuz’da Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı bombaladı, 31 Temmuz’da Rusya seferberlik ilan etti, 1 Ağustos’ta Almanya Rusya’ya savaş açtı. 3 Ağustos’ta Almanya Fransa’ya, 5 Ağustos’ta da Britanya Almanya’ya savaş açınca eski tabirle ‘Cihan Harbi’ başlamış oldu.
İttihatçı paşalar, Britanya, Rusya ve Fransa nezdinde nabız yokladıktan sonra, Trablusgarp ve Balkan hezimetlerini Orta Asya içlerine uzanan ‘Büyük Turan’ ile telafi etmek (ve de hazinenin acil nakit ihtiyacını çözmek için) Almanya’nın yanında katılmaya karar verdiler. 2 Ağustos 1914’te, Sadrazam ve Hariciye Nazırı Said Halim Paşa’nın yalısında toplanan Alman Büyükelçisi Baron von Wangenheim, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talât Paşa ve Meclis-i Mebusan Başkanı Halil (Menteşe) Bey gizli bir anlaşma imzaladılar. Benzer bir anlaşma Said Halim Paşa’nın aracılığıyla Avusturya Sefiri Pallivicini ile de imzalandı. Eğer İttihatçı liderlere inanmak gerekirse, antlaşmadan bu kişiler dışında kimsenin, örneğin Maliye Nazırı Cavid Bey’le, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın, hatta Şeyhülislam Hayri Efendi ile Padişah V. Mehmed’in bile haberi yoktu!
İbn-i Haldun’dan dersler
Ev sahibi Said Halim Paşa daha önce, İttihatçı liderlere İbn-i Haldun’un tarih felsefesini hatırlatarak şu uyarıyı yapmıştı: “Turan ve Mısır fütuhatı (fetihleri), Trablus, Tunus, Cezayir vesaire gibi âmâli (emelleri) rica ederim bırakalım. Biliyorsunuz ki her milletin üç devri vardır. Fütuhat (fetih) devri, Tevakkuf (durma) devri, İnhitat (çökme) devri. Binaenaleyh inşallah bizimki ‘devr-i inhitat’ değildir, fakat herhalde ‘fütuhat devri’ (fetihler devri) olmadığı da bellidir ve devrimiz ‘devr-i tevakkuf’tur. Hudutlarımızı muhafaza edelim, bu suretle bitaraf (tarafsız) kalırız. Memleketi harp felaketinden kurtarmak için hiç olmazsa fiilen bitaraf kalalım, tecavüz ve taarruz etmeyelim. Bu suretle bitaraflığımızı muhafaza etmiş oluruz ve memleket de harp felaketinden kurtulur…” Ancak bu sözler muhatapları tarafından alaycı bir ifadeyle dinlenmişti.
16 Ağustos 1914 günü Alman Amiral Souchon’un kumandasında, İtalya’nın Messina Limanı’nda bekleyen Alman savaş gemileri Goeben ve Breslau İstanbul’a getirildi. Gemiler “80 milyon marka satın alınmış gibi yapılarak” Osmanlı donanmasına katıldı. Goeben gemisine, ‘Yavuz Sultan Selim’ (kısaca ‘Yavuz’), Breslau’ya ise ‘Midilli’ adı verilerek Souchon’un yönetimine teslim edildi. Mürettebata Osmanlı askerleri katıldı, Alman askerlerine fes giydirildi, göndere Osmanlı bayrağı çekildi. Almanya’dan gelecek 5 milyon altının ilk partisi İstanbul’a ulaştıktan sonra, 29/30 Ekim’de Rusya’nın Sivastopol ve Odessa limanları topa tutuldu. Bütün bunlar olurken Alman görevlilerin başkanlığındaki Teşkilat-ı Mahsusa elemanları Erzurum’a ve Trabzon’a gönderilmişler, cezaevlerinden salınan mahkûmlar ve Gürcü sabotajcılar, Arhavi’den Rusya’ya sızmışlar ve sabotajlara başlamışlardı. En sonunda tahrikler meyvesini verdi. 4 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da da Britanya ve Fransa Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ettiler. Britanya ayrıca 1878’de II. Abdülhamid tarafından kiraya verilen Kıbrıs’ı ilhak etti.
Osmanlı İmparatorluğu, savaş boyunca 10 cephede (Kafkasya, Irak, Filistin-Suriye, Çanakkale, Galiçya, Makedonya, Romanya, Hicaz-Yemen, İran ve Libya’da) savaştı. Çanakkale dışındaki tüm cephelerde yenildi. Savaş sırasında Osmanlı ordusunda 2.608.000 kişi silah altına alındı, bunlardan 325 bini öldü, 400 bini yaralandı, 200 bini esir düştü, 1.360.000’ı hastalandı, kayboldu, firar etti. Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile teslim bayrağını çekti. Mütarekenin ardından Osmanlı orduları terhis edildi, İtilaf Devletleri, önce ülkenin dört bir yanına asker çıkardılar. Ardından İstanbul’u işgal ettiler, Meclis’i kapattılar…
Sonrasını hepimiz biliyoruz. Dört kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu’ndan dört yıllık mücadele sonrasında, Anadolu’ya sıkışmış küçücük Türkiye Cumhuriyeti kaldı. ‘Şam Fatihi’ olma hayali kuranlara bu tarihçeyi naçizane hatırlatırım…
Özet Kaynakça: Richard Hall, Balkan Savaşı, Homer Kitabevi, 2003; Sacit Kutlu, Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007; Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, Nehir Yayınları, 1991; Kâzım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik, C.2, Emre Yayınları, 1994; Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, TTK Yayınları, 1988.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016