Ümit KIVANÇ
Birkaç gün önce sosyal medyada üstüme çullanıldı. Linççi hakaret-iftira grubu bu defa, hayvan haklarını savunduğunu ileri sürenlerden oluşuyordu. Kendimden bahsetmek değil niyetim. Hadise bireysel ve toplumsal birçok çarpıklığımızın vücut bulup sahne alması gibiydi. Anlatılan bizim hikâyemizdi yani yine.
Tepkiye yolaçan eylemim şuydu: Kaldırılan faytonların yerine konacakları söylenen minibüsleri çirkin ve Adalar ortamıyla uyumsuz gördüm, “şuna güzel çözüm bulmak çok mu zor?” yollu bir-iki tweet attım, gerek Adalar Belediyesi’nin gerekse İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, zevk ve beceri sahibi onlarca tasarımcının gönüllü desteğinden yararlanabilecek konumda olduğunu hatırlattım. Bununla, eziyet gören atların kurtarıldığı, faytonların kaldırıldığı sürecin devamı için olumlu çaba gösterdiğimi sandım.
Çünkü -bakın burası önemli!- atların hali, militan hayvan hakları savunucuları kadar, bendeniz misâli, o ulvî mertebeye erişememiş sıradan insanların da yüreğini parçalıyordu, dolayısıyla o gayreti desteklemiştim. Niye önemli? Çünkü “minibüsler çirkin” dememle birlikte üstüme saldıran ve bir kısmı sahiden pek fena hakaretler eden zevat, aktarmakta olduğum tavrı, atlı faytonun kaldırılmasını başından itibaren desteklemiş birine alıyordu! Haksızlık oluşuna ilaveten mantık dışı. Yani hem vicdan hem akıl yoksunluğu. Bizi biz yapan her şey birarada!
İlk tepkiler geldiğinde anlam veremeyişim tam da bu yüzden. Atların eziyetten kurtulmasını desteklemiş, şimdi de bulunacak çözümün güzel olmasını talep etmiştim. Bunda, hayvan hakları savunucularını rencide edecek ne olabilirdi? Ön saflarda saldıran, taarruz silahlarıyla donanmış piyadeler ısrarla, “Atlara işkence edilmesini mi istiyorsun!” diye haykırıyorlardı.
Yahu nereden çıktı?!
Çıkmıştı işte bir kere. Ve anlayabildiğim kadarıyla, günün önemli hadiselerinden biri haline gelmişti. “Koşun, burada birisi minibüslere çirkin dedi, demek atları geri getirsinler istiyor, vurun!” filan diye çağrılar mı yapılıyordu, neydi… Bir yazarın minibüsleri beğenmemesi en fazla ne önemde bir olay sayılabilirdi? Ama hayır! Mazallah, bu adamın açtığı minibüsü beğenmeme yolundan faytonlar geri getirilebilir, atlara zulüm yeniden başlayabilirdi.
Tasnif edelim
Birkaç farklı şey söyleniyordu. İlki, işte şu aktardığımdı: Atlar geri mi gelsin? Bazıları yere düşmüş can çekişen veya ölmüş at fotoğrafı da iliştiriyorlardı, kalpsiz, zalim gazetecinin ağzının payını verdikleri mesajlarına. “Bu mu istediğin, ha, bu mu!”
İkinci grupta, “çirkin mirkin, konsun minibüsler, bu iş bitsin” mealindeki, tipik Şark-işi söylemler yeralıyordu. “Adalar” gibi bir ortamın minibüslerle ne hale geleceği diye bir konu yoktu, bu gruba göre. Maç galibiyetle bitmişti, gerisi önemsizdi. Yine bu gruba sokulabilecek bir söylem, “işlevciler”inkiydi. Minibüslerin bazı iyi özelliklerini sıralıyorlar, bunların belirleyici olduğunu, “dış görünüş”e o kadar da takılmamak gerektiğini söylüyorlardı. Belli ki, bitkisi, sahili, sokağı, ölçüleri, oranları, “havası” ile Adalar diye bir ortam bütünlüğü bu gruptakiler için de mevzu değildi. Amaç hâsıl olmuştu, tamamdı. Minibüsün çirkinliğini de görmeyiverecektik. Görmeyivermemiz gerekenler âleminde yaşamıyor muyduk nasıl olsa? Hayvanlara eziyetin de aynı mantığın uzantıları sebebiyle böylesine normalleşebildiğini bu kimselere anlatmak mümkün müdür? Göründüğü kadarıyla şimdilik değil, umarım günün birinde mümkün olur.
Üçüncü grup, “hayır işte, güzel o minibüsler!” diyenlerdi. Bunu daha çok “sensin çirkin!” gibi nazik ifadelerle dile getirdiler. “Zevkler ve renkler tartışılmaz”dı, dolayısıyla ben kim oluyordum da o minibüsleri çirkin buluyordum! Burada anlaşılmaz olan, konu üzerinde herhangi bir yetkiye sahip bulunmayan, belediyelerin de herkesi bırakıp kendisine kulak vermesi, hele onun dediğini yapması için en ufak sebep bulunmayan bir gazeteci, belgeselci vs. her neysem o, birilerinin güzel bulduğu minibüsü çirkin buldu diye öfkeyle ayağa fırlayıp ortalığı yıkmaları. “Hıyar, güzelim araca çirkin demiş, pöh!” deyip geçebilirlerdi; neden bu telaş, bu feryat? Muhtemelen birçoğunun minibüslerin güzel falan olmadığının farkında oluşundan. Tek istedikleri, konunun bir an önce kapanması, galibiyetle bitirdikleri maçın tescilinde problem çıkmaması. Yoksa, ne önemi olabilir benim minibüsleri güzel veya çirkin bulmamın? Ayrıca burada bir başka kompleks de devreye giriyor: Minibüslere çirkin demekle herkese kendi zevkimi dayatıyormuşum! Nasıl, hangi araçla dayatabilirim?
Söylenenleri biraraya getireyim: Minibüsü beğenmiyorsan atlara zulmedilmesini istiyorsundur. Atlar kurtuldu, sorun bitti, ne uzatıyorsun? Minibüsler güzel, sen halt etmişsin! Tabiî bunların söyleniş üslûbu, sanal âlemde değil fiziken birarada olsak iyi ihtimalle hastanelik edileceğim ihtimalini gösteriyor. Belki beni de hayvan sayıp vurmazlardı, bilemiyorum. İkircikliyim, çünkü hayvan haklarına sahip çıkarken böylesine insan nefretiyle dolu olmayı bir yere kadar elbette anlıyorum da, dünyaya az buçuk aklı erdiğinden beri avcılığın cinayet-katliam olduğunu savunmuş, fayton atları dahil hayvanların eziyetten kurtarılması için girişilen gayretleri elinden geldiğince desteklemiş biri minibüsleri beğenmedi diye ona rahatça böyle davranabilenlerin herhangi bir canlıyı sahiden dert edebileceğine inanmak kolay değil.
Hak ararken hak çiğneme
Ortadaki hastalıklı durumu en bariz gösteren, bence bugüne kadar sosyal medyada işittiğim en acayip ve acımasız laflar arasında tartışmasız zirveye oynayansa şuydu: “LGBTİ renkleri var diye mi istemiyorsun o minibüsleri!” (Minibüsleri şirin kılmak için rengârenk şeritlerle bezemişler ya üstlerini.) Mantıksızlıkta bir kademe daha. Neden böyle olsun? Bugüne kadarki hayatım gizli saklı işaretler mi barındırıyor homofobi veya nefrete dayalı benzer tavırlar konusunda? Yoo. E, hayvan hakları konusunda da böyle bir şey yok. Ee? Her iki alanda da yeterince hassas değilsin, bu alanlardaki mücadelelere destek vermede yetersiz kalıyorsun, denebilir. İtiraz edemem, eminim öyledir. Ama biliyoruz ki, hak mücadelesi veriyor olmayı kendine yakıştıran kimselerin birilerinin hayatını hiçe sayabilmesi için bu yeterli değil.
Hayatın boyunca birşeyleri korumaya, birşeyleri savunmaya, birşeyleri asla yapmamaya özen göstermiş olman, dünyayı kendi etrafında döndüren birilerinin seni hiçe saymasını, başkalarına da hiçe sayma çağrısı yapmasını önleyemiyor. Bir hak-adalet mücadelesindeki ilkesizliğin, benmerkezciliğin, o mücadeleyi mutlaka başka bir hak-adalet mücadelesinin zararına çalışan mekanizma haline getirdiğini kavrama aşamasına henüz ulaşamadık. Hak ararken hak çiğnemenin meşru sayılabileceği yegâne durum, haksızlığa yolaçanın hak saydığı ayrıcalığının ilgasıdır, oysa. Benmerkezcilik öylesine baş döndürüyor ki, insan şuursuzluk yolundan kolayca ırkçılığa, zalimliğe yuvarlanabiliyor.
Öbür şuursuzluk halleri
Minibüsleri beğenmeme yüzünden kopan hakaret-iftira yaygarası arasında bir de baktık ki, bu defa ellerinde “Atlı hayat” gibi pankartlar taşıyan birileri ortaya çıkmış, faytonları geri ister görünüyor. Sonra bazıları dediler ki, ille atlı faytonları istemiyoruz, faytonlar kalksın, ama atlar Adalar’da kalsın. Neredeyse atlarla ilgili bütün o rezalet yaşanmamış, en ufak boşlukta yeniden başlaması imkânsızmış gibi. O arada bazı Ada sâkinleri ileri sürdüler ki, atlar, faytonlar, elektrikli araçlar, minibüsler diye herkes birbirini yerken, belediye Adalar’da yaşayanların etraflıca görüşünü falan almamış! Nâçizâne ben de fark ettim ki, bu olaya dair sesi en gür çıkan pek çok insan Adalar’da yaşamıyor ve orada yaşayanların ne istediğiyle zerrece ilgilenmiyor. Yahu, bu nasıl olur, falan derken, bir başka dehşet verici şuursuzlukla karşılaştık: Birileri, “Adalar’ı bitirdiniz” muhabbeti yapmaya koyuldu. Hangi vakit ve aşama itibarıyla bu tesbiti yaptıklarını anlayamadık, ama -allahtan- sağduyulu ve vicdan sahibi birileri ayağa kalkıp, “Yahu, oraların aslî sâkinleri Rumları, Ermenileri, Yahudileri kovdunuz, Adalar o zaman bitti, ne konuşuyorsunuz!” yollu çıkışınca, her yerin tarihini kendilerinin oraya adım atışıyla başlatanların izansızlığı -muhtemelen şimdilik- son buldu.
Bu sefer de başka izansızlık geldi sahneye. Hayır, “Fransa’da yaşıyorum, ama bence atlı faytonlar kalmalı” diye lafa karışan şahsınki değil. Efendim, Ada zaten ne kadarcık yermiş, bir başından öbürüne beş kilometre bile varmış yokmuş, neden araç lazımmış ki? “Yürüsünler!”miş.. Kafası mâkûl ölçüde çalışan herkes için bunun anlamı açık: Yürüyemeyen Adalar’a gelmesin, orada yaşamayı zaten hiç aklından geçirmesin. Yaşlılık, hastalık, engellilik sebepleriyle yürüyemeyen, kolay yürüyemeyen, yürürse başka sorunlarla karşılaşan, ufak çocuğunu taşımak zorunda olan, vs. kimse buraları görmesin. Birkaç kilometreyi rahat rahat yürüyemiyor, yokuşları çıkamıyorsak, zaten, hattâ, bırakın Ada’yı madayı, toplum içinde ne işimiz var?
Bu vicdansızlık bana öyle koydu ki, çirkin minibüsler yüzünden karşılaştığım muameleyi attım kenara, gitti. Muhtemelen bugüne kadar yaptığımı ettiğimi bilen, izan sahibi birkaç kişi, “Nedir bu işin aslı, ne dediniz ki siz?” diye sordular, bu teselli olmuştu zaten. Olmasaydı da fark etmeyecekti, çünkü bütün bunlarda kişisel olanı derhal kenara itmeyi gerektiren, genel olarak umut kırıcı bir yan var. Ne kadar savuşturursanız savuşturun, geriye şu acı dersler kalıyor: Hayatınız boyunca savunmaya, korumaya çalıştığınız değerler uğruna verdiğiniz uğraşın mânâsı, gerçekte her tepesi atanın üzerine pisleyebileceği, basıp geçebileceği halde, ortada öylece duruyor. Ölçüsüzlükten anlıyorsunuz ki, üstelik, bu her an herkesin başına gelebilir. Herkesin varlığının şu hayattaki mânâsı üzerine pisleyebilirler. Boktan durum yani…
Yazarlar
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları



















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024