Yasin AKTAY
Seçim süreçlerinde meydan mitingleri adayların halka kendilerini en iyi ifade ettikleri, haktan en güçlü ve etkili cevabı alabildikleri ve eğer isterlerse buna göre kendilerini bir sonraki adıma ayarlayabildikleri fırsatlardır. Ama aynı zamanda sürç-ü lisanın en fazla olduğu ortamlar, insanın biraz kendinden geçtiği ve bazen ağzına geleni kontrolsüzce söylemeye ayartan bir ortam. O kalabalığın attığı sloganlar, o sloganlara verilen cevaplar, herhangi bir söze meydanın verdiği beklenmedik tepkiler hatipleri bazen hiç istemedikleri beyanlarda bulunmaya, hatta kendi partilerinin siyasetini belirlemeye zorlayabiliyor. Bir gün bisiklete bindirir, bir gün amuda kaldırtır. O yüzden meydandaki diyaloğu iyi yönetebilmek de siyasal iletişimin en önemli konularından biridir.
Apayrı bir siyasal iletişim vasatıdır meydan mitingleri. Bunun nasıl etkili ve sağlıklı bir biçimde değerlendirileceği hususu apayrı bir uzmanlık alanıdır ve herkesin bu uzmanlık alanına aynı ölçüde saygı duyup onun verilerinden faydalandığı söylenemez. Kimi kürsüye çıkıp başı sonu belli olmayan, dam üstünde saksağan kabilinden konudan konuya sıçrayan bir dağınıklıkla konuşması, hele bu haliyle konuyu iyiden iyiye uzatması, katılımcılara mitingi tam bir eziyete dönüştürebiliyor.
Doğaçlama konuşmada “özgüven adına” ısrar edenlerin çoğu kez içine düştükleri hata budur. Hatip ne kadar yetenekli olurlarsa olsun, miting kalabalığını yönetmek bir konferansı veya bir salon toplantısını yönetmeye benzemez. Mitingin aklını başından aldığı hatiplere şahit oluyoruz. Ağzından çıkanı kulağı duymaz hale gelebiliyorlar. O anda durumu kurtaracak, hemen alıcısına ulaşacak bir seri söz üretme telaşı hatibi çok laf üretmeye sevk ediyor.
E malum, çok laf yalansız olmuyor. Miting ise çok laf istiyor.
Muharrem İnce ve Meral Akşener az zamana sığdırdıkları çok laf açısından birbirleriyle yarışıyorlar. Konuşmadıkları, bilmedikleri, söylemedikleri bir şey yok. Herşeyi pek bilmiş, herşeyden pek anlar gibi konuşuyorlar ama bu laf savurganlıklarıyla sergiledikleri sadece cehaletleri oluyor. Bazen sayıklar gibi konuşuyorlar, o zaman da başka bağlantılarını, hassasiyetlerini, bilinçaltlarını ele veriyorlar.
SURİYELİLERİ NEREYE YOLLUYORSUNUZ?
Suriyelileri geri göndermekten, apolet sökmekten bahsediyorlar, mesela. Her ikisinde devlet kavramına ve yönetimine ne kadar uzak olduklarını gösteriyorlar. Diktatör olmakla suçlanan, 12 yıl başbakanlık, 4 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmış Erdoğan diyor ki “ben bile şimdiye kadar kimsenin apoletini sökebilmiş değilim, çünkü böyle bir yetkim yok. Bir askerin apoletlerini sökmenin bile bir prosedürü var ve bir Cumhurbaşkanı bile herşeyden önce bu prosedürden bağımsız değildir.”
Suriyelileri gönderme meselesindeyse kitlenin rahatlıkla kapılabileceği bir anlık linç veya kitle duygusuna hitap ediyorlar. Hayır, hitap etmekle kalmıyor, o duyguyu kışkırtıyor, tahrik ediyor ve o duyguya bal gibi faşizm sunarak, bir nefret suçu, bir insanlık suçu işliyorlar.
Bu arada yine bir cehaletlerini sergiliyorlar. Ülkeye sığınmış ve insani koruma altına alınmış bir mülteci kitlesini topyekun geldiği yere, rızası dışında göndermek BM mülteci hukukuna aykırı ve bunu yapan bir ülke yine insanlık suçu işlemiş olur, ayrıca teknik olarak da zaten mümkün değil.
Şu anda Türkiye 4 milyon mülteciyi kabul etmekle destan yazıyor, bu çok açık, ama bu mültecileri kabul ettiği andan itibaren artık onları canı çektiği zaman geri göndermek gibi bir seçeneği de yok. Bu artık ülkenin bir yükümlülüğü. Geriye ülkenin muhalefetiyle, iktidarıyla bu durumu idare etmesi, onları kendi ülkesinin bir parçası gibi kabullenmesi kalıyor. Bunun yabancı düşmanlığı, nefreti ve bir takım başka sosyolojik sorunlara yol açacağını kim bilmiyor, kim görmüyor? Ama tam da bundan dolayı ülkenin insanlıktan çıkmaması için belki üzerinde uzlaşması gereken en önemli konularından biri haline geliyor.
TİKA VE AFAD DERDİ İNCE VE AKŞENER’İ NEREDE BİRLEŞTİRİYOR?
Akşener takmış bu her iki kurumun bütçesine, harcadıkları paraya. Her iki kurumun dünyanın 17 büyük ekonomisi haline gelmiş olan yükselen Türkiye’nin tam da bu büyümesine paralel ama bu büyümeyi de besleyen önemli dünya kurumları olduğunu bilmiyor olması mümkün değil. Bu her iki kurum, iktidarda kim olursa olsun, artık bir dünya ülkesi olarak Türkiye’nin en işlevsel, en önemli kurumlarından.
Türkiye dünyanın en zengin ülkesi değil. Dedik ya, 17. büyük ülke. Başka hangi endekste neredeyiz bilemem, ama insani yardım noktasında 1. sıradayız. Bunu çok iyi biliyoruz. Türkiye bu yardımlarla tarihinden ve coğrafyasından kendisine yüklenen rolü oynamış oluyor. Ama bu rolü oynamaya soyunurken daha da büyüyor. Bunu bilmeden Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığına talip olanın nasıl bir Türkiye vaat ettiği yeterince açık olmuyor mu?
Peki AFAD ile TİKA’ya yönelik bu antipati nasıl bir hassasiyetten kaynaklanıyor olabilir? Açıkçası bu her iki kurum, ki aralarına Yunus emre ve bir sivil toplum kuruluşu olarak İHH’yı da katalım, FETÖ’nün de hedefinde olan kuruluşlar. FETÖ’nün yıllarca himmet paralarıyla yurtdışında oluşturduğu “paralel Türkiye tezgahına” rakip gördüğü bu kuruluşlara olan örgütsel nefreti bilmeyen yok. Akşener’in de İnce’nin de her iki kuruma yönelik öfkesi kendilerini bir yerde aynı kökene bağlıyor.
CAMDAN KONUŞMAK VE CANDAN KONUŞMAK
Muharrem İnce Erdoğan’ın konuşmalarında prompter kullanıyor olduğunu aynı laubali üslubuyla diline dolamış. Kendisinin candan, Erdoğan’ın ise camdan konuştuğunu söylemiş. Kendi canında olan şey faşizmse, cehaletse, FETÖ aşkıysa, ordan konuşmanın kime ne faydası var ki?
Keşke kendisi de propmter kullansaydı da hem daha az saçmalardı hem de içindeki bastırılmış faşizm, cehalet veya FETÖ aşkı daha az günyüzüne çıkardı. Bunun açığa çıkması, gerçi bir açıdan iyi oluyordur, ama gelgörelim bu durum kötülüğü yayıyor, kışkırtıyor.
Erdoğan’ın bir imkan olarak prompteri kendi üslubuna ayrı güç katan bir enstrüman olarak çok başarılı kullandığını ise yeri gelmişken ifade etmek gerekiyor. Kendi ifadesiyle o, prompterdan konuşmuyor prompteri yaşıyor.
Diğerleri ise kendinden menkul cesaretiyle “candan konuşurken” sirkatinden başkasını söyleyemiyor.
Yazarlar
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.06.2020
6.01.2019
16.10.2019
14.10.2019
9.09.2019
8.07.2019
8.07.2019
22.04.2019
1.02.2019
25.02.2019