Yıldıray OĞUR
Uzun yıllar inzivaya çekildiği Diyarbakır’daki köyünden çıkarak, Diyarbakır’da her zamankinden çok daha kalabalık olan Newroz mitinginde konuşan Leyla Zana’nın Kürtçe yaptığı konuşmasında iki kritik mesaj vardı.
(Ne olduğundan habersiz olduğumuz bu bayramı 90’lı yılların başında öğrendiğimiz Kürtlerin Newroz’undan bahsederken Newroz, sonra bir anda Türklerin de böyle bir bayramı olduğunu hatırlayan ve takım elbiselerle resmi kısık ateşten atlama törenleri düzenleyenlerin Nevruz’undan bahsederken Nevruz demeyi tercih ediyorum.)
Tartışılan yeni bir çözüm süreci için şöyle dedi:
“1993’te Öcalan ilk kez barış yolunu ve yöntemlerini konuşmaya başladı. Bu yolun bir daha açılmasına hazır mısınız? Tek kelime ile soracağım size. Evet mi?”
Bir hafta kalan yerel seçimler içinse şöyle:
“Bir yandan CHP bir yandan AKP diğer yandan MHP. ‘Kürtlere yaptıklarımızdan Kürtler razı ki bize destek veriyor’ diyorlar. Ama biz irademizi sadece kendimiz için kullanacağız.”
Zana’nın yerel seçimlere 10 gün kala bu çıkışının bazı muhalifleri, özellikle İstanbul seçimine kilitlenmiş CHP’li siyasetçileri, kendilerini yine siyasetin dalgalarına bırakmış gazetecileri, kanaat önderlerini kızdırdığı anlaşılıyor.
En komiği zamanlamayı manidar bulanlar.
Ne yaparsın ki 21 Mart Newroz, tarihi 31 Mart seçimlerinin öncesine denk geldi!
Bir süredir benzer açıklamalar yapan, Erdoğan’ı çözüm için muhatap olarak işaret eden, AK Parti ile de diyaloğa yeşil ışık yakan, 3. Yolcu çizginin altını çizen Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk de muhaliflerden aynı tepkileri alıyor.
Başak Demirtaş’ın adaylık ihtimali sırasında bu homurtu sesleri zirve yapmış muhalif kanallarda iktidarla işbirliği, gizli anlaşma, pazarlık suçlamaları, sandıklardan çıkarılan “terör”lü cümlelerle birbirine karışmıştı.
İktidarla işbirliği, muhalefete, demokrasiye ihanet suçlamaları aklıma bundan 12 yıl önceki hararetli bir tartışmayı getirdi.
2012’nin haziran ayı. Çatışmalar, ölümler var. Ufukta bir çözüm, barış ihtimali yok.
O sırada yazdığım Taraf’ta bir çözümün gelmekte olduğunu anlatan yazılar yazıyordum.
Haber kaynaklarından duyumlar, açık kaynaklardan analizlere dayanan bu yazılar üzerine büyük bir polemik başladı.
Bir grup, demokrasi gelmeden barış ve çözüm olamayacağını, otoriterleşen Erdoğan’la Kürt meselesini çözmenin mümkün olmadığını savunuyordu.
Muhalif çevrelerde takdir ve beğeni toplayan bir görüştü bu.
Dışarıdan yazarlar, siyasetçiler de tartışmaya girdiler. Gazeteden istifalar oldu, MİT’çilik, gizli AKP’lilik suçlamaları havalarda uçuştu.
Tam o günlerde Leyla Zana Hürriyet’e konuştu ve şöyle dedi:
“Asker çözer, polis çözer, yargı çözerle bu iş olamaz. Burada bir gerçek vardı. Bunu hepimiz açıkça söyleyelim ve kabul edelim. Bu işi isterse en güçlü durdurur. O güçlü kimdir, şimdiki hükümettir. O hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer. Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Yitirseydim giderdim, burada olmazdım. Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin başbakanın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir.”
Leyla Zana’nın bu çıkışına o yıllarda BDP Genel Başkanı olan Selahattin Demirtaş şöyle demişti:
“Hiçbir belediye başkanımız, hiçbir parti yetkilimiz, hiçbir milletvekilimiz halkın iradesinin üstünde olamaz. Leyla’yı Leyla yapan Mecnun’un aşkıdır.”
Demokrasi gibi zor ve ulaşılmaz bir çıtayı barış gibi acil bir ihtiyacın önüne koyanlara demokrasi ile barışın ayrılmaz bir ikili olmadığını, dünyada demokrasisiz barış deneyimleri olduğunu da hatırlatıyorduk.
Anlatması pek kolay değildi. Dünyadan örnekler tam tersini söylüyordu ama.
O yazılardan birinde şöyle yazmışım:
“Mesela Sudan’ın soykırımcı lideri El Beşir en radikalini yapmıştı, referanduma gidip, savaştığı etnik gruba ayrılmak isteyip istemediklerini sormuştu, “istiyoruz” cevabına saygı duymuştu. Peki, savaş suçlusu Beşir demokratlıktan mı yapmıştı bunu?
Peki, ya De Klerk, aparthaid rejiminin ünlü ailelerinden birinden gelen bir ırkçı olarak nasıl Mandela ile el sıkışıp, birlikte Nobel Barış Ödülü’nü kaldırdı dersiniz? Büyük bir demokrat olduğu için mi?
Ya demokrasiyle, demokrat liderle barış arasında doğrudan bir ilişki olsaydı, dünyanın en demokratik anayasasını yapıp, tüm faşizan yüklerinden kurtulan İspanya’nın bir Bask sorunu kalır mıydı?
Öyle olsa, 1998’de Öcalan, yarı-askerî bir rejimle yönetilen Türkiye ile anlaşıp, silahlı mücadeleye son kararını verir miydi? Kürt bile diyemeyen bir devlete güvenip, gerillalarını sınırdışına çeker miydi? Partisinin adını değiştirir miydi?
Evet demokratikleşme barışı sağlamlaştırır, kalıcılaştırır. Ama barışın önüne daha uzun yıllar alacak tam bir demokratikleşme hedefini koymanın, bu sorunu çözmek için sandıktan demokrat bir başbakanın, Yeşiller-EDP iktidarının çıkmasını beklemenin her gün kan akan meselenin çözümünden kaçmaktan başka bir anlamı yok.”
Günün sonunda Ocak 2013 itibarıyla benim gibi düşünenler ve Leyla Zana haklı çıktı.
Erdoğan, çözüm sürecini başlattı.
Gezi Olayları gibi AK Parti iktidarının en sertleştiği günlerde çözüm süreci sürdü.
17-25 Aralık sonrasında yani iktidarın hukukun, medyanın dizginlerini eline aldığı sırada da süreç sürdü.
6-8 Ekim olaylarına rağmen devam etti.
Ve 2015 Şubat’ında Dolmabahçe Zirvesi gibi tarihi bir mutabakat anına ulaşıldı.
Yani Türkiye çözüm sürecini demokrasinin dipte olduğu yıllarda yürüttü.
Eğer Suriye savaşı olmasaydı, PKK geri çekilmeye ve Öcalan’a direnmeseydi, bu mesele o şartlarda da çözülebilirdi.
Nitekim, Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını açıklayan Erdoğan’ın çıkışına rağmen 7 Haziran seçimlerinden bir ay sonrasına kadar ateşkes de sürdü. PKK’nın HDP’nin seçim başarısına rağmen şehir gerillası savaşı başlatma kararının, hendeklerin muhasebesi daha sonra yaşananlar nedeniyle henüz düzgün bir biçimde konuşulamadı. Çözüm sürecinin bitmesi sadece 7 Haziran seçimlerine yıkıldı.
Çoğu kez olayların kronolojisiyle bile oynanıyor ve suç birbirine atılıyor.
Şimdilik o tartışmaya girmeden bugüne geri dönelim.
Bugün Türkiye’deki demokrasi ve hukuk standartları 2013’ün gerisinde. O yüzden her seçim muhalefet için gidişata hayır deme, gücünü göstermek, iktidara ders verme seçimi.
28 Mayıs seçim yenilgisinden sonra muhalefet için 31 Mart bir rüştünü ispat etme, gücünü gösterme, kitlelerin heyecanını 2028’e kadar sürdürme seçimi.
Muhaliflerin heyecanı o yüzden anlaşılır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları için güçlü bir muhalefet hayati önemde..
Muhaliflerin Kürt seçmenlerden beklentisi de bu doğrultuda iktidara karşı muhalefetin yanında hizalanmaları ve oylarını kullanmaları.
Anketlere göre çok büyük bir kısmı da zaten öyle yapacak.
Ama onlardan beklenen bunu yaparken susmaları ve sadece görevlerini yapmaları.
Seçim öncesi Zana’dan, Demirtaş’tan, Türk’ten gelen AK Parti’ye, Erdoğan’a diyalog eli uzatan, yeni bir çözüm süresinden çıkışlar Batı’daki muhalifleri çok kızdırıyor.
Hatta Kürt seçmenlerin Leyla Zana’yı, Öcalan’ı, Demirtaş’ı dinlemeyeceği, İmamoğlu’nu dinleyeceğini söyleyecek kadar ileri gidenler bile oldu.
İşte tam da burası kendi gündemine gömülmek, kendi meselelerini ülkenin en büyük meselesi zannetmek gibi bencilliğe işaret ediyor.
O kadar ki Kürt siyasetçilerin seçim vesilesiyle siyaset yapmasına bile tahammülsüzler.
Halbuki televizyonlara çıkarılmayan, vebalı gibi davranılan, kriminalize edilen Kürt siyasetçiler için yerel seçimler bir diyalog, konuşma, müzakere etme fırsatı.
Tabii ki ellerindeki kozu, siyasi gücü pazarlık için, güç elde etmek, sorunlarını çözmek için devreye sokacaklar, masaya getirecekler.
Tam olarak buna iyi siyaset diyoruz.
Muhaliflerin onlardan beklediği ise kendi dertlerini unutup, sadece Türkiye’deki muhaliflerin Erdoğan’a karşı kazanmasına sessizce destek olmaları. İstanbul’da CHP’ye bir zafer kazandırmaları.
Aksi her adımı iktidarla işbirliği olarak görüyorlar.
Çünkü iktidar kaybederse otoriter rejimin yara alacağını, muhalefetin güçleneceğini, otomatik olarak bunun Kürtlerin de yararına olacağını düşünüyorlar.
Haklı noktaları var.
Ama 2019’da muhalefetin belediyeleri kazanması Kürtlerin dertlerine bir çare olmadı. Son beş yılda HDP’nin aday çıkarmamasıyla, Kürt oylarıyla seçilen CHP’li belediyelerin Kürt seçmenlere ekstra bir katkısı olmadı.
Mesela İmamoğlu, ancak seçime üç hafta kala Kürtçe merhaba demeyi öğrenmesi gerektiğine karar verdi.
(Bu arada Kürtçe merhaba, merhaba demek.)
31 Mart’ta belediyeleri muhalefetin kontrol etmesi de Kürtlerin kendilerine özgün kayyum, tutuklu siyasetçiler, yok olan Kürtçe gibi dertlerine bir çare olmayacak.
Ama gerçek şu ki; AK Parti iktidarı dört yıl daha iktidarda ve karşımızda yerel seçimden yaralı çıkınca bunu demokratik meşruiyet açısından kafaya takacak bir iktidar da bu zaferi alıp iktidarı sıkıştırabilecek bir muhalefet de yok.
Muhtemelen 1 yıl sonra 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını kimse hatırlamayacak.
Ama AK Parti iktidarı hala sürüyor olacak.
Bu yüzden Demirtaş, Zana, Türk gibi Kürt siyasetçilerin 1 Nisan ve sonrasındaki Türkiye için hazırlık yapmaları, yerel seçimleri iktidarla konuşmak için bir fırsat olarak kullanmaları iktidarla işbirliği değildir, buna siyaset diyoruz.
Siyaset bütün yumurtaları aynı sepete koymakla yapılmaz. İmkanları, alternatifleri artırmak, gücünü çoğaltmaktır iyi siyaset.
O yüzden muhaliflerin artık Türkiye’deki demokrasinin yükünü Kürt seçmenlerin üzerine yıkmaktan vazgeçmesi, kendi dertlerine çare arama çabalarına saygı göstermesi, işbirlikçilik suçlamasını bırakması, İstanbul’u hangi parti yönetecek gibi dertlerle dertlenmiyorlar diye Kürt siyasetçileri suçlamak gibi bencillikleri terketmesi gerek.
Türkiye’de demokrasinin ve hukukun şartları 2013’den çok daha kötü olabilir.
Kürt meselesinde statükonun sarsılması, İstanbul seçimlerini CHP’nin kazanmasından daha fazla Türkiye’deki demokrasiye hizmet eder.
Bırakın da Kürt siyasetçiler ellerindeki siyasi ve demografik gücü pazarlık yapmak, sorunları çözmeye çalışmak, iktidarla diyalog kurmak için kullansın.
Muhalifler bencilliği, Kürtleri iktidarla mücadele saflarının en önüne çağırmayı bırakmalı, bu tarihi meselenin, çetin sorunların halli için diyalog ihtimalini şeytanlaştırmaktan vazgeçmeli.
Bu kez Kürt memet nöbete çağrılmamalı.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları




























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2025
8.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025