Halil BERKTAY

Seyir defteri (3)
20.04.2013
4205

 Solun geçmişine dair, biraz, Halim ağabeyin ailesinin 1923 Girit mübadillerinden olmuş olmasının çağrıştırdığı bir diğer fikir: Kore Savaşıyla (1950-53) neredeyse zamandaş Yunan İç Savaşını (1946-49) “bizimkiler” kazansaydı, keza, ne olurdu acaba?


Primoukis’lere karşı Butros’lar

Kuşkusuz bize Kore’den çok yakın; o ölçüde de daha acı ve acıklı bir soru. İstanbul’dan Seoul 8000, Atina 560 kilometre. Tek bir (Kuzey) Kore türküsü dinlemedim ve söylemedim ama Nazi işgali sırasındaki ELAS andartes’inin olsun, Mihri Belli’nin de gönüllü gittiği DSE kapetan’larının olsun, (Nikos Zahariadis’e yakılmışlar dâhil) çok türkü ve marşını dinledim geçmişte. 60’larda bir nesil, (Behice Boran’ın eşi Nevzat Hatko’nun çevirdiği) Themos Kornaros’un Haydari Kampı’yla büyüdük. Yıllar sonra Mark Mazower’ın Inside Hitler’s Greece kitabında, doğu cephesinin özel vahşetinden getirilip Haydari’ye komutan atanan SS subayı, üstlerinin bile “ilkel” diye tarif ettiği Paul Radomski namussuzunun fotoğrafına, ben de o kampta yatmışım ve şahsen tanıyormuşum gibi özel bir nefretle baktım.


Une femme à sa fenêtre
 (1976) filmini görmüş müydünüz? Türkiye’de Camdaki Kadın diye oynadı. General Metaxas 4 Ağustos 1936’da sıkıyönetim ilân etmiştir ve Atina’da bir sabah, polisten kaçmakta olan komünist sendika lideri Butros umutsuzca sığınacak yer aramakta; soylu ama parasız bir İtalyan diplomatının eşi Markiz Margot Santorini (Romy Schneider) ise oteldeki odasının penceresinden sokağı seyretmektedir. Tesadüf, bu insan avına tanık olur ve ânında karar verip Butros’u içeri alır; sonra birbirlerine âşık olurlar. Başlarına neler geldiğini geri dönüşlerle öğreniriz. Hunhar polis şefi Primoukis, Butros’u Nazi işgali, direniş ve İç Savaş boyunca her yerde kovalamış ve sonunda yakalayıp gözlerini oyarak öldürmüştür. Bütün bunlar, iki sevgilinin kızının otuz yıl sonra, 1967’de Yunanistan’a gelip anne ve babasının izini sürmesiyle ortaya çıkar.


KKE iç savaş tuzağına nasıl düştü

Özetle, Butros ve Primoukis iki taban tabana zıt tiptir. Cesareti, sıcak kişiliği ve ahlâkıyla Butros bütün mağdurların; gaddar inadıyla usta av köpeği Primoukis ise dönemin Yunan ve diğer hâkim sınıflarının, hükümetleri ve işgal dönemlerini aşan kalıcılıkta bir simgesidir. Kötüye ve zaferine hınçlanır, iyinin ve yenilgisinin ardından ağlarız (35 yıl önce ağlamıştım nitekim). Ne ki, bu taraflılık refleksi, iki büyük sorunu unutturmamalı.

Üstelik bunlardan ilki, günümüz açısından önemli dersleri de içeriyor. Çünkü orada da, adım adım aleyhe dönen bir kuvvet dengesinin nesnel sonuçlarını kabullenemeyiş; beğenilmeyen bir barışı ve sağcı bir yönetimi sineye çekip ona göre bir mücadele yürütmek yerine, ya hep ya hiç tavrıyla hepsini reddedip kazanılması imkânsız bir savaşa sürükleniş söz konusuydu. 1944-45’te hemen her ülkede, Nazizme direnmiş komünist gerilla güçlerinin silâhlarını bırakıp bırakmayacağı gündeme geldi. İtalya’da Togliatti, Tito’nun israrına karşın tuzağa düşmedi ve silâhsızlanmayı kabul etmedi. Yunanistan’da ise KKE, silâh bırakma emrine karşı Aralık 1944’te önce büyük bir gösteri düzenledi; hükümet kuvvetleri ve Atina’ya girmiş bulunan İngiliz birlikleri bu yürüyüşe ateş açınca da, ne oluyor diye düşünmeksizin kanlı bir sokak savaşına girdi. Dekemvriana bozgunla sonuçlandı.


Barışa tutunmak gene de mümkündü

Yetmedi; KKE genel sekreteri Zahariadis ikinci büyük hatâsını yapıp, 1946 seçimlerini boykot etti. Bu, sağın dengesiz bir üstünlük sağlaması ve sol üzerinde ezici, provokatif bir baskı kurmasına yol açtı. Amaç KKE’yi kalan güçleriyle silâhlı direnişe itmekti ve üç, Zahariadis herkesin tanıdığı bir hükümete karşı meşruiyet temelinin zayıflığına rağmen buraya dikkat artık barışçı siyaset adına yapacak bir şey kalmadığı gerekçesiyle bu son felâketli adımı da attı. Hele ABD varlığı hesaba katıldığında, kabul etmemesi gerektiği çok açık olan bir çatışmayı, bugün “sol”dan PKK’ya yapılan tavsiyelere çok benzer gerekçelerle kabullendi ve karşılığı, ezici bir yenilginin yanı sıra, daha da sağa kayan ülkede özellikle güvenlik güçlerinin koyu anti-komünist kesilip, Lambrakis cinayeti gibi karanlık işlerin ardından 1967-74 cuntasının da temelini oluşturması oldu.

Bu trajik sonuca karşın, gelelim ikinci temel probleme: “Küçük Stalin” diye anılan Zahariadis’in ve diğer KKE önderlerinin kafasıyla, muhalefetin mazlum ve mağdur komünistleri kazansalardı ne olacaktı? Bu soruyu, Sovyetlerin çöküşüyle tamamen “anti-emperyalist” bir milliyetçileşme geçiren KKE değil ama, eski “İç” Komünist Partili, sonra Synaspismos’çu, şimdi Syriza’lı bazı tarihçi arkadaşlarım pekâlâ soruyor ve Yunanistan’ın da bir Doğu Avrupa “halk demokrasisi”ne dönüşmüş olması ihtimali karşısında, akıl ve vicdanlarıyla pek işin içinden çıkamıyorlar.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar