Halil BERKTAY
[11 Ekim 2015] HDP eşbaşkanı Selâhattin Demirtaş’ın Ankara’daki patlamalardan hemen sonra neler dediğini herkes biliyor. Tam bir ezberlenmiş refleks gösterisiydi. Hiç durup düşünmeden, en ufak bir şüphe payı bırakmadan, Yıldıray Oğur’un dikkat çektiği üzere Diyarbakır ve Suruç’a ilişkin “Saray Gladyosu” ve benzeri iddialarının ne kadar çürük kaldığını da aklına getirmeksizin, seçim kampanyasının ana çizgisiyle aynı doğrultuda, dümdüz gidip hükümeti suçladı (bkz Alçaklığın dünkü tarihi; İng. çev. Yesterday’s history of basest villainy). Katliam sonrasında sıcağı sıcağına kaleme aldığım, Serbestiyet’e hemen yüklenen önceki yazımda (Bir felâkete sürükleniyoruz, 10 Ekim) uzun uzadıya alıntılamıştım:
“AKP iktidarının eveleme geveleme şansı çoktan bitmiştir. Katilsiniz. Eliniz kanlıdır. Yüzünüzden ağzınızdan her yerinize kan sıçramıştır. Ve en büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır. Yurt içinde yurt dışında terör anlayışını halka dayatan zihniyet olduğunuz ortaya çıkmıştır. Her gün onlarca genci katleden, taş attı, slogan attı diye infaz eden devlet, Ankara’nın göbeğinde büyük bir katliama imza atmıştır. (…) [B]u alçakların önünde asla diz çökmeyeceğiz. (…) Sizin gibi alçaklardan korkmayacak, onurlu direniş geleneğinden gelen halklar var karşınızda. (…) Bu alçaklık karşısında vicdanı olanların kenetlenmesi gerekiyor. Bizim alçaklarla bir arada yaşama, dayanışma gibi isteğimiz yoktur. (…) Haysiyetini yitirmiş olanlarla birlikte yaşam da olmaz (…) Bu devletimizin, milletimizin birliğine yapılan saldırı değil, devletimizin halkımıza yaptığı saldırıdır (…) Ortaya çıkan tablodan çok memnunlar (…) Hiçbir devlet başkanının Cumhurbaşkanını arayıp başsağlığı dilemesini kabul etmiyoruz…”
Bu sözlerin bence iki ilginç boyutu var. Birincisi, Demirtaş suçlama sözcüğünün de tam ifade etmediği, içinde bol bol “katil” ve “alçak” geçen çok aşırı bir düşmanlık dili kullandı. İkincisi, bir yenilik getirdi. Bir arada yaşama projesi veya tasavvurunu, sadece başvurduğu nefret söyleminin uyandırması kaçınılmaz reaksiyonlar itibariyle değil, açık ve belirtik olarak da red ve sabote etti. Yukarıda italiklediğim yere dikkat edin: Bizim alçaklarla bir arada yaşama, dayanışma gibi isteğimiz yoktur. (…) Haysiyetini yitirmiş olanlarla birlikte yaşam da olmaz. PKK’nın gerilla savaşını başlattığı 1984-85’ten Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirildiği 1999’a kadar dahi böyle bir dil kullanılmış mıdır, doğrusu hatırlamıyorum. Uzmanları bulup çıkarabilir. Ama 2000 ve hele 2002’den bu yana, bırakın legal Kürt partilerinin sorumlularını, KCK ve PKK liderlerinin bile, en azından kamuoyuna yansıyan demeçlerinde böyle sözcük ve ifadelere yer verdiğinden çok şüpheliyim. Hele birlikte yaşamanın alenen inkârı, benzersiz ve çok düşündürücü. Bundan sonra Türkiyeli çözümler nasıl konuşulur; spesifik olarak bu Kürt hareketinin esas gündeminin bir punduna getirip ayrılmak olmadığına (ve aksini söylediklerinde takiyye yapmadıklarına) kim inanır; PKK bir yana, HDP’yi artık kim muhatap kabul eder, doğrusu bilemiyorum.
Bundan sonra gelelim, Demirtaş’ın bir gün sonra, yani 11 Ekim’de Sıhhiye meydanında yaptığı konuşmaya. Burada sorun biraz daha karışık ve karmaşık. İki kritik yeri gene ben italikledim:
“Şu ana kadar 128 yoldaşımızı yitirdik. Cenazeleri sonsuzluğa uğurlamaya başladık. Gün gelecek devran dönecek. Ve siz, ‘bu ülkeyi teslim aldık, devlet bizim malımız’ diyenler halka hesap vereceksiniz. Dünden bu yana Ankara’nın göbeğinde kuş uçsa haberi olan devlet bir katliamı önleyememiştir. Diyarbakır’daki gibi, Suruç’taki gibi. Dün akşamdan bu yana başbakan yaptığı açıklamanın yarısından fazlasını bizi suçlamaya ayırmıştır. Yandaşları, şakşakçıları gece yarısına kadar tv tv dolaşıp katledilenleri, bizi suçlamıştır. En azından acıda birleşebilmeyi çok isterdik. Ama biz katillerimizle acıda nasıl buluşalım? Faşizmle acıda nasıl buluşalım? Yoksa yüreğinde vicdanın, insani değerlerin kırıntısını taşıyanlar zaten birleşmiş durumda. Türkiye’nin bütün ezilenleri bu katliam karşısında tek yürek olmuş durumda. Bu devlet bizim, bu vatan ortak vatanımızdır diyeceğiz. Kimsenin tepeden gelerek haklarımıza el koymasına müsaade etmeyeceğiz. Ayağımızı yere vursak sarayın camları titrer diyeceğiz. İntikamla, kinle hareket etmeyeceğiz. Ama hesabını da soracağız. Bunun ilk adımı 1 Kasım…”
Neden daha karışık ve karmaşık? Çünkü Demirtaş net konuşamıyor, lâfı dolandırıyor, iki ayrı söylemsel stratejinin ögelerinden bir yanamlı bohça yaratıyor. Dolayısıyla aynı şeye, yani ilk söylediklerine hem benziyor, hem benzemiyor. Bir yandan, devleti katillikten çok “katliamı önleyememek”le suçluyormuş gibi duruyor, yani sanki 10 Ekim’e göre küçük de olsa bir fark getiriyor -- ama bunu izleyen “katillerimiz… Faşizm… sarayın camları” gibi ifadelerle, atar gibi olduğu adımı derhal geri alıyor ve o yontulmamış kütük misali AKP düşmanlığının alışılmış klişelerine, sinyal veren anahtar sözcüklerine rücu ediyor.
Belki daha önemlisi, bir arada yaşama/yaşamama meselesine çaktırmadan, dolambaçlı yoldan geri dönüyor. Önce, başbakanın (baştan değil, “dün akşamdan bu yana”) kendilerini suçlamasından yakınıyor. Çok tuhaf; sanki cumhurbaşkanı ve başbakan saldırıyı çok net ve kesin biçimde kınarken o “katilsiniz… alçaklar… en büyük terör destekçisi… devletin halkımıza yaptığı saldırı” lâflarını eden kendisi değil; Demirtaş hükümete çiçek uzatmış da Davutoğlu bunu durup dururken geri çevirmiş. Ardından, inanılmaz bir şekilde, “En azından acıda birleşebilmeyi çok isterdik” cümlesini telâffuz ediyor. Hayret doğrusu; HDP lideri ilk gün bu kadar acının karşılığı olması gereken vekarı gösterebilmiş, en ufak bir paylaşma arzusu izhar etmiş mi ki; tersine, tam da hükümetin sunduğu acıda birleşme yaklaşımını tepip tekmelemiş, öfke ve nefret kusmanın ötesine geçememiş; nitekim AKP ve hükümet liderleri buna tepki gösteriyor. Ama yok, bu silâhı hemen onların elinden alması gerekiyor ve dolayısıyla hem suçlu hem güçlü, elçabukluğu marifet, hiç olmazsa acıda birleşmeyi biz istedik ama siz istemediniz diye, zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmaya çalışıyor. Kaldı ki burada da bir paylaşım veya birleşmeden aslında çok uzak; paylaşım dediği, ölüler bizim, katiller siz/in diye iki zıt kamp yaratmak anlamına geliyor. Üçüncüsü ve en şaşırtıcısı, “Bu devlet bizim, bu vatan ortak vatanımızdır” diyor. Ama hani, bir arada yaşama ve dayanışma diye bir şey kalmamıştı? Ona da çare bulmaya çalışıyor Demirtaş; anlaşılan bu “bizim” devlet ve “ortak” vatan hem yok hem var; olmayan ama olacak olan bir vizyon; bu tutarsızlık değil mi diye sorulacak olsa, Demirtaş’ın (mealen) “ben bugünden değil gelecekten, zaferimizin sonrasından ve ‘alçak’larla değil ‘halklar’la birlikten söz ettim” gibi, teorik bakımdan dört dörtlük (!) bir açıklamaya sığınabileceğini anlıyorum. Böylece 10 Ekim’deki en sivri, en aşırı lâflarını hem güya biraz geri almış, hem almamış oluyor.
Peki şimdi ne anlama geliyor bütün bu dolambaçlı lâf salataları? Reel bir tereddüt mü söz konusu; dün gece kendi kendine hop, biraz fazla ileri gittik mi dedi, ya da biri ona sufle mi etti bu aklı? Geçmiş ve gelecek, savaş ve barış, silâh ve demokrasi, adı konmamış devletleşme ve parlamenter reformlar arasında; özetle, PKK projesi ve HDP projesi arasında gerçekten tam nerede duruyor? PKK’ya geçmiş hizmetleri için teşekkür eder ama biz bundan böyle kendi demokrasi yolumuzda yürüyeceğiz derken samimi mi? Yoksa ilk fırsatta geri kaçma opsiyonunu açık tutmak, hem de sonsuza dek açık tutmak mı istiyor?
Bu noktada bir erkek metaforu geliyor aklıma. Birine âşık olur, birlikte bir hayat kurar; derken belki başka birine âşık olur, eşinizden ayrılır ve yeni bir hayat kurarsınız. Kadınlar için de, erkekler için de gayet olağan. Ama bazen (daha çok erkeklerde) şöyle bencil bir çok-eşlilik hayali de kendini gösteriyor: Ben hem evli kalayım, hem ayrı bir sevgilim olsun. Herkes onaylasın bunu; kimse keyfimi bozmasın; hiçbir fedakârlıkta bulunmayayım; iki kadın arasında tercihe zorlanmayayım; olabilecek bütün dünyaların en iyi unsurlarının (the best of all possible worlds) tadını çıkarayım.
Kelimenin tam anlamıyla bir Ahlâksız Teklif bu; bir Indecent Proposal. Pratikte, özel hayatlar düzeyinde olur mu olmaz mı bilemem, ama en azından siyasette zerrece olabilirliğini göremiyorum; eninde sonunda kayalara toslamaya mahkûm. Gitmez ikisi birden; orta ve uzun vâdede kimse size bu lüksü tanımaz. Oysa Selâhattin Demirtaş kendini tam böyle bir hayale; iki ayrı kadını, pardon iki ayrı dünyayı birden idare edebileceği illüzyonuna kaptırmış gözüküyor. Hayatının son yıllarında Mayakovsky hem üç kadın arasında (Lili Brik, Tatyana Yakovleva, Veronika Polonskaya), hem de Stalinist rejimin icapları ile kendi lirik-trajik şiirselliği arasında sıkışıp kalmıştı. Çok sürmedi; 1930’da intihar etti. Geride bıraktığı şiir, “aşkın teknesi günlük hayatın kayalarına tosladı” mısraını içeriyordu.
Şimdi de Selâhattin Demirtaş’ın ilelebet süreceğini sandığı iki yıllık ateşkesin ideal dünyası parçalanmakta. Ya sancak, ya iskele tarafındaki kayalara toslamaya çok yakın ve yatkın gözüküyor.
Yazarlar
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024