Halil BERKTAY
[25-26 Mart 2017] Peki öyleyse, nedir bu yeni sentez, Faşizmin ve Nazizmin esası diyebileceğimiz temel? Önce, şunu bir kere daha vurgulayayım: Tarihçiler ve sosyal bilimciler için aslî kategori Nazizm değil Faşizmdir. Nazizm, Faşizmin (Almanya’ya özgü) bir türü veya varyantıdır. Deyim yerindeyse, İtalyan Faşizmi sadece İtalya’ya özgü olmakla kalmaz; bize aynı zamanda jenerik bir Faşizm kategorisinin belirleyici karakteristiklerini verir. Nazizm ise bunun üzerine, illâ Faşizmin gerekli ve yeterli koşulları arasında yer almayan bazı hususiyetler ekler. Örneğin (i) son derece sistematik bir “bilimsel” ırkçılık(ve Nordik-Aryan [Germen] ırkının üstünlüğü inancı) Nazizmde vardır ama İtalyan Faşizminde görülmez (İtalya’da ırkçılık yoktu demiyorum; sadece, daha dağınıktı, rastgeleydi, parça bölüktü, Alp ırkının üstünlüğü gibi dünya hâkimiyetine yönelik genel bir iddiayla taçlanmıyordu diyorum). Keza (ii) azgın Yahudi düşmanlığı da Nazizmin bir özelliğidir (buna karşılık, meselâ İtalya’dan Almanya’ya Yahudi ihracının ancak Nazilerin ısrarı ve zorlamasıyla, Papalık dahil isteksiz bir suç ortaklığı biçiminde gerçekleştiği söylenebilir). (iii) Vahşi bir kamp sistemi de Almanya’da vardır ama İtalya’da mevcut değildir; önce toplama (temerküz) kampları ve 1942’den itibaren (gaz odaları ve krematoryumlarla donatılmış) ölüm kampları, Nazizmin icadıdır. (iv) Yukarıdaki üç faktörün birleşimi üzerinde yükselen Yahudi soykırımı ya da Holokost, daha genel olarak katliam sözünün dahi yetersiz kaldığı muazzam insan itlâfları, keza Faşizmin değil Nazizmin yeryüzüne hediyesidir.
Dolayısıyla Nazizm, “artı Faşizm” veya “ekstra Faşizm” veya “süper Faşizm” diye betimlenebilir; ya da tersten söyleyecek olursak, sistematik ırkçılığın, toplama kamplarının, soykırım ideolojisi ve uygulamasının olmadığı bir Faşizm pekâlâ mümkündür. Şöyle de ifade edilebilir: Alman Nazizminden bu unsurları çıkarsanız (çıkarsaydınız) bile, geriye hukuk devleti ve demokrasi değil, gene korkunç ve yıkıcı bir baskı rejimi olarak Standart Faşizm kalır(dı). Tabii bu, yaygın kanaate ters bir saptama. Bu konudaki daha ilk yazımda belirttiğim gibi (Türkiye, Faşizm ve Nazizmi tanıyor mu? Erdoğan, Faşizm ve Nazizmi tanıyor mu?, 18 Mart 2017), Faşizm ve Nazizm deyince çoğu insanın aklına “tam da bu özel karakteristiklerinin çarpıcılığından ötürü, (...) Alman Nazizminin spesifik çehresi geliyor; ‘bilimsel’ ırkçılık, toplama kampları, Auschwitz ve ‘nihaî çözüm’ geliyor; Mussolini değil daha çok Hitler geliyor.” Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Almanya ve Hollanda hükümetlerinin tavrında şu veya bu ölçüde kendini hissettiren milliyetçilikten, yabancı düşmanlığından, “öteki”lere tahammülsüzlükten hareketle Nazizm suçlamasına sıçraması, bir bakıma, böyle bir popüler kültür arkaplanından kaynaklanıyor.
Tarihçi ve sosyal bilimcilerin asıl temel kabul ettiği katmanda ise, bu en sivri çıkıntı ve uç tezahürleri de mümkün kılan başka şeyler yer alıyor. Maddenin üç hali (katı, sıvı, gaz) gibi, Faşizmin ve Nazizmin de belki beş halinden söz etmek mümkün. Bunlar öncelikle (a) birer politik hareket olarak doğuyor. Başından itibaren veya bir noktada (b) bu hareket partileşiyor; üzerine bir parti oturuyor, ama aynı zamanda çeperi ve tabanı itibariyle daha geniş bir hareket olma özelliğini de koruyor. Söz konusu parti (c) iktidarı ele geçirirse, bu, basit bir hükümet değişikliği değil, (d) bir rejim değişikliği: hukuk devletinin toptan ve tamamen yıkılıp, yerini insanlık tarihinin tanıdığı en kanunsuz, en terörist, en dehşet verici baskı rejimlerinin alması anlamına geliyor. (e) İster politik akım/hareket ve (henüz muhalefetteki) parti, ister iktidar ve rejim aşamalarındaki söylem ve uygulamalarının toplamı, Faşist ideolojiyi meydana getiriyor. Özetle: hareket, parti, iktidar, rejim, ideoloji. Bu bütünlüğü kavramanın yolu da, öncelikle başlangıç noktasına, Faşizmin Big Bang’ine, Birinci Dünya Savaşı ertesinde zuhur edişine --1918-19’da sahneye çıkan Faşist (ve Nazi) akım ve hareketlere eğilmekten geçiyor. Zira bu da Faşizmin bir özelliği. Hareket herşeyden önemli. Bütün gelecek: parti, iktidar, rejim, ideoloji, herşey önce “hareket”te vücut buluyor.
Altını önemle çizmeliyim: kendi zamanlarında yepyeni hareketlerdi Faşizm ve Nazizm. Benzeri daha önce hiç görülmemişti; zaten biraz da bu sayede, dünyayı ve insanlığı hazırlıksız yakaladılar, gafil avladılar. Burada, konunun uzmanlarından Philip Morgan’ın ders kitabı olarak da okuttuğum Fascism in Europe, 1919-1945 (Routledge, 2003 [1919-1945 Arasında Avrupa’da Faşizm]) kitabındaki tanımı esas alacak; numaralayarak unsurlarına ayrıştırmayı ve her bir parçasını örnekleyerek açmayı (bu arada, en önemli gördüğüm sözcükleri de kalınlaştırarak vurgulamayı) deneyeceğim. -- Morgan’a göre Faşist hareketler (1) radikal (2) hiper-nasyonalist (3) sınıf-aşırı [tek bir sosyal sınıfa hitap etmeyen, çeşitli sınıfları enlemesine kesen] hareketlerdi. (4) Çarpıcı ve ayırdedici bir askerî (militarist) örgütlenme tarzları vardı. (5) Politikada sürekli eylemci (aktivist) bir hareketlilik içindeydiler. (6) Gerçek veya hayalî bir ulusal tehlike ve kriz ortamında, (7) milletlerinin yeniden canlanması ve ayağa kalkmasının yolunu, (8) söz konusu milletin bölünmüşlüğü veya birleşemesinden sorumlu tuttukları (9) sadece bütün politik güçlerin değil, aynı zamanda (10) bütün politik biçim, kalıp ve kurumların (11) şiddet yoluyla tahribi olarak görüyorlardı. Onlara göre (12) yeni bir ulusal düzenin kurulması, (13) halklarının ruhî, manevî bir dönüşüm yaşamasıyla mümkün olacaktı. Bu da (14) ancak toplum üzerinde “total” bir denetim sayesinde gerçekleştirilebilecek (15) bir “kültür devrimi” demekti. (16) Ulusun iç birliğini sağlamak için başvurulan yöntemler, çoğu zaman (17) ulusal yayılmacılık ve imparatorluk emelleriyle elele gidiyordu. (18) İtalya ve Almanya’da kurulan iki faşist rejimin gerçekleştirdiği, savaşa yönelik totaliter kitle seferberlikleri, bu bağlantının en net tezahürüdür (*).
Bence burada işin özü, 6-11 (veya biraz daha geniş tutarsak 6-15) arasındaki maddelerde yoğunlaşıyor. Çıkış noktası, ülkenin ve milletin büyük bir tehlikeyle yüzyüze olduğu. Bu tehlike demokrasi, liberalizm ve kapitalizm gibi “biçim”lerden de gelebilir -- çünkü bireyciliği körüklüyor, herkesin ve her zümrenin kendi çıkarları peşinde koşmasının önünü açıyor, millet halinde yekvücut olmayı ise engelliyorlar. Marksizmden de gelebilir -- çünkü milleti sınıflara ayırarak birbirine düşürüyor. Her nasılsa ülkenin ve toplumun içinde barınan, ama aslında millete yabancı “güç”lerden gelebilir -- yukarıdaki ideolojilere mensup muhalifler (liberaller veya komünistler); Yahudiler (yerine göre Ermeniler) gibi “öteki” etnik-dinî gruplar; ya da hattâ yüzde yüz saf bir “ırk sağlığı”nı bozan kesimler (sakatlar, özürlüler, akıl hastaları, eşcinseller, Çingeneler [Romanlar]). Demokrasi, bu gibi bütün siyasal rakip ve alternatiflerle, (kurumsal çerçeve olarak) hukuk devleti ölçüleri içinde varolmayı ve yarışılacaksa da barış içinde yarışmayı gerektirir. Oysa bu, ister Faşizm ister Nazizm varyantıyla Faşist akımlar için anathema (“küfür”le bir). Demokrasi bu yüzden yanlış ve kötü. Faşizmin esası, Morgan’ın ifadesiyle, bütün o diğer “güç”leri şiddet yoluyla yoketmek. Ama bu demokrasi içinde yapılamıyacağından, aynı zamanda (milletin bölünmesinden kurumsal olarak sorumlu tutulan “biçim” hüviyetiyle) demokrasiyi de şiddet yoluyla yoketmek.
Dahası, Faşizm (Nazizm dahil) hiç yarım yamalakçı, baştan savmacı, idare-i maslahatçı değil bu konuda. Morgan’ın daha birinci maddede, ilk kullandığı sıfatla belirttiği gibi radikal. Yani toptancı, köktenci. Biz bu radikal sözcüğüne fazla alıştık, harcıâlem bağlamlarda. Görece yumuşak, ılımlı ve sulandırılmış olgulara da yakıştırabiliyoruz, bizatihî “solda” ve dolayısıyla “iyi” de sanabiliyoruz -- her iki boyutuna örnek teşkil eden, bir zamanların Radikal gazetesi gibi. Bu meseleyi de yeniden düşünmek açısından, Faşist akımların radikalizmine daha yakından bakmak yararlı olabilir. Hakikaten, sınır tanımaz bir radikalizmle yüz yüzeyiz, bu örneklerde. Toptan yıkmak, kırmak, ezmek, yoketmek, Faşizmin ancak iktidara geldikten sonraki değil, daha başından itibaren tâyin edici bir yönelimi. Saldırgan bir eylem kültü, tefekkürün “miskinlik” sayılması, onun yerine mutlaka ileri atılmak ve savaşmak arzusu, her an durmak bilmez bir aksiyon fetişizmi bu yüzden var. Başından beri askerî bir örgütlenme; demokrasinin “uzun 19. yüzyıl” boyunca gelişmesi sırasında hiç rastlanmayan türden büyük paramiliter kanatları olan yeni tip partiler; İtalya’da Ulusal Faşist Parti’nin Gönüllü Ulusal Güvenlik Milisleri, squadristi’si ya da Kara Gömleklileri, Almanya’da Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’nin Hücum Taburları, Sturmabteilung’u, SA’ları ya da Kahverengi Gömleklileri bu yüzden var -- her an kavga aransınlar; Kızıl ve/ya Yahudi avına çıksınlar; devlete karşı ayaklanmacı dikey şiddet değil, Faşizm ve Mazizmin bütün siyasi rakiplerine karşı yatay şiddet uygulayıp onları felce uğratsın, örgütlenemez ve çalışamaz hale getirsinler diye (**). Bütün o taklit üniformalar, rütbeler, kaz adımlarıyla yürüyüşler, bayraklar, flamalar, armalar, madalyalar, sair semboller, kitle halinde hep bir ağızdan Sieg, Heil! haykırışları bunun için var: öyle bir kollektif vecd (extase) hali yaratılsın ki biz ne yapıyoruz, bizden ne isteniyor, nereye sürükleniyoruz, durup düşünme imkânı kalmasın diye. “Organik lider” teorileri de bunun için var: Duce’nin veya Führer’in, halkıyla esrarlı bir iletişim, mistik bir komünyon içindeymiş, dolayısıyla milletinin bütün gerçek isteklerini her nasılsa otomatik olarak bilir ve kendi şahsında mezcedermiş, dolayısıyla Liderin her fikri ve önerisi zaten millî iradeden başka bir şey değilmiş gibi düşünülmesi. Bunun meselâ Nazi selâmında fiziksel olarak da somutlanması da bunun için var: herkes sağ kolunu avuç içi yere bakacak şekilde dümdüz sağ çapraza fırlatırken, Hitler’in sağ elini başının hafif yanına kaldırıp avucunu yukarı açması; böylece, bütün Alman milletinin bağlılığı ve itaatinin havadan manyetik dalgalar halinde geçip Führer’in avucunda, ruhunda, beyninde toplandığının tahayyül edilmesi.
Morgan’ın sözünü ettiği Faşist/Nazi “kültür devrimi”nin gerektirdiği “total kontrol” de bu atmosfer sayesinde yaratıldı. Aynı zamanda, “sert adım”larıyla her yeri inleten böyle “mukavemet olunmaz kahraman”ların çizmelerinin altında, daha ilk andan -- İtalya’da 1918’den, Almanya’da diyelim ki Münih Birahane Darbesi’nin sonrasından, 1925-26’dan -- itibaren, hukuk devleti önce adım adım parçalandı, orasından burasından dişlendi, işlemez hale getirildi. Ardından, Mussolini’nin 1922’de başbakanlığı, Hitler’in 1933’te şansölyeliği eline geçirmesiyle birlikte, hem gizli polis, hem Kara Gömlekliler veya Kahverengi Gömlekliler marifetiyle, muhalefet toptan imha edildi. Bunu, gene Mussolini’nin 1925’ten itibaren anayasayı tamamen rafa kaldırması, Hitler’in ise (Hindenburg öldükten sonra) 1934’te cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığı tek bir Reichsführer makamı ve ünvanında birleştirmesi; dahası, artık sırf NSDAP’ın, Nazi Partisi’nin kaldığı Reichstag’dan çıkarttığı olağanüstü yasalarla, yürütmenin yanısıra yasama (evet, doğrudan doğruya kanun çıkarma) ve yargı (evet, Reich’ın en yüksek yargıcı olma) yetkilerini de şahsında toplaması izledi.
Dolayısıyla 1934’te Almanya’da, henüz Nuremberg Irk Yasaları veya Kristallnacht (Kırık Camlar Gecesi) denen Yahudi pogrom’u mevcut değildi gerçi. Toplama kampları tek tük kuruluyordu; Krakow ve Varşova ghetto’ları, “Nihaî Çözüm” ve Auschwitz-Birkenau gözükmüyordu ufukta. Ama demokrasinin, hukuk devletinin ve her türlü muhalefetin imhasını içeren çıplak terörcü bir diktatörlük anlamında Faşizm, bütün temel unsurları, gerekli ve yeterli koşulları itibariyle kurulmuş ve yerleşmiş bulunuyordu. Esasen o diğer, Alman Nazizmine özgü, bilhassa grotesk hususiyetler de bu total, topyekûn diktatörlükle sağlanan kuvvet temerküzü üzerinde yükselecekti. Keza İkinci Dünya Savaşının (asker-sivil) toplam 70 milyon gibi tahmin edilen ölü sayısını da, bunun belki 35-40 milyon kadarı veya daha fazlasının doğrudan katilinin Nazizm olmasını da, Alman işgaline uğrayan bütün ülke ve halkların dört veya beş veya altı yıl boyunca çektiği tarifsiz acıları da, gene bu temel olgu -- bu total, topyekûn diktatörlük beraberinde getirecekti.
Bugün ve bu çerçevede, bu tarihsel arkaplan üzerinde, meselâ Almanya ve Hollanda gibi bazı Avrupa ülkelerini (hattâ, bir kısım hükümet yanlısı medyanın yaptığı gibi, bütün Avrupa’yı ve AB’yi), Türkiye’ye karşı sergiledikleri ayırımcılıktan ötürü kestirmeden Faşizm veya Nazizmle suçlamak ne demektir? Neye yarar? Herhangi bir gerçekliğe tekabül eder mi? Sarsıp özeleştiriye mi sevkeder? Yoksa sadece infiale mi yol açar? Başlangıçtaki haksızlığı kabule yanaştırır mı, yoksa o noktadan büsbütün mü uzaklaştırır? Gelecek sefer bunlara da değinerek bitirmeyi umuyorum.
NOTLAR
(*) Benim tercüme etmediğim bazı kısa ifadeler dahil, eksiksiz İngilizce orijinali şöyle: Fascist movements were radical hyper-nationalist cross-class movements with a distinctive militarist organisation and activist political style. In a climate of perceived national danger and crisis, they sought the regeneration of their nations through the violent destruction of all political forms and forces which they held to be responsible for national disunity and divisiveness, and the creation of a new national order based on the moral or ‘spiritual’ reformation of their peoples, a ‘cultural revolution’ achievable only through the ‘total’ control of society, and on class-collaborative, regulatory forms of socio-economic organisation, often of a corporatist nature. Their aims of forging internal national unity were often linked to, and were premises for, national territorial expansion and empire, a connection seen most explicitly in the totalitarian mass-mobilization of their societies for war by the two fascist regimes in Italy and Germany. Bkz Philip Morgan, adı geçen eser, s. 13-14.
(**) Her iki özelliğin (hükmetme özlemiyle ve kuvvete tapmayla da birleştirilerek) yüceltilmesinin, İttihatçı proto-faşizmindeki belki en ilginç, en çarpıcı edebî anlatımı için, bkz Ömer Seyfettin’in Primo Türk Çocuğu hikâyesindeki şu Orhan tasviri: “Bu bir Türk paşasının oğlu idi. Mektepte bütün arkadaşlarına hükmeder, Frenklerden hiç korkmazdı... Primo (...) Orhan’la beraber bulunmaktan o kadar hazzediyordu ki... İşte Türk olmayan arkadaşları içinde onun kadar güzel ve sevimlisi, hususuyla kuvvetlisi yoktu. Kırmızı fesinin altındaki siyah saçları, esmer çehresi, al yanakları, daima ileri ve yüksekten bakan parlak gözleri, hemen bir şeyin üzerine hücum edecekmiş gibi dik ve çevik duran cesur tavrı, ona küçük ve mukavemet olunmaz bir kahraman hâli veriyordu.” (Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri - Hikâyeler 1 [der. Hülya Argunşah, Dergâh Yayınları, 1999], 182-183.) Şu ifadelere dikkat edin: “... hükmeder... kuvvetli(si)... daima ileri ve yüksekten bakan” ve tabii en çarpıcısı: “hemen bir şeyin üzerine hücum edecekmiş gibi”; ardından da “mukavemet olunmaz bir kahraman hâli.” Herhalde Mussolini ideal Kara Gömleklisini, Hitler ideal Kahverengi Gömleklisini (Hücum Taburları mensubunu), işte ancak böyle, “hemen bir şeyin üzerine hücum edecekmiş gibi” diye tarif edebilirdi.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları













































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024