Halil BERKTAY

Stalin aynasında Öcalan
15.03.2012
8937

Dünkü Stalin örneği, çeşitli “haklı şiddet” katmanlarını içermekte. Bizatihî en alttaki “proletarya diktatörlüğü,” hukuk devleti diye bir şey tanımıyor. Karşı-devrim tehlikesi varsa, her türlü keyfîlik de meşru. Üzerine, Stalin’in “ikinci devrim”inin, çağa yetişmek uğruna, toplumu anormal bir cebrî yürüyüşe zorlaması biniyor. Üzerine, Nazizmle cepheden, göğüs göğüse boğuşma zarureti biniyor.

Dördüncü kertede, Stalin’in karakteri de bunlardan bağımsız değil. Bağlamdır ki böyle kişilikleri öne çıkarıyor. Güçlü, haşin, müstebit bir ego varsa var. Kendi programını oluşturup, ister ülke, ister parti, ister silâhlı örgüt (ya da birkaçı, belki hepsi) ölçüsünde başa geçince, artık çevresiyle iktidar ilişkisi dışında hiçbir ilişkisi kalmıyor. İnsanî özellikleri vardıysa bile siliniyor. İnsan olmadığı ölçüde lider olabiliyor.

Son aylarda, hem Yirminci Yüzyıl derslerim için, hem de vatandaş kimliğimle bu sorunlara kafa yorduğumdan, Hitler, Stalin ve Miloşeviç gibi, programları ve yönetim tarzları itibariyle anti-demokratik liderler hakkında bir yığın şeyi ya tekrar veya ilk defa okuyorum. Hemen göze çarpan bir nokta, hiçbirinin vicdanı olmaması. Nitekim hiçbir hatâyı üzerlerine almıyor, asla özür dilemiyorlar. Tersine, daima başkaları günah keçisi. Liderlik efsanesi yanılmazlık üzerine kuruluyor. Tek bir geri adım, tek bir yanlışın itirafı, karizmayı çizdirecek bir zaaf olarak görülüyor.

Kendi paradigmatik körlüğüm yüzünden yirmi yıl yanında yer aldığım, şimdi adını bile telâffuz etmek istemediğim biri de böyleydi aslında. Belki onu bir süre, bir nebze kurtaran, sadece sınırlı iktidar alanı, elinde reel güç bulunmamasıydı. Masaldaki kurbağa gibi şişinerek öküz olma ihtirası, sonunda Ergenekona götürdü. Darbe yapsaydı neler çekerdik, düşünmek bile istemiyorum. Şu, ulusalcılığı destekleyen, HürriyetMilliyet ve Cumhuriyet’teki bir kısım köşe yazarları var ya. Neye arka çıktıkları (kullanmaya kalktıkları), oysa başarısı halinde ahde vefa tanımaksızın kendilerinin de başlarına neler gelebileceği hakkında, en küçük bir fikirleri yok aslında.

Oysa bunun basit bir ölçüsü, Silivri’den dönüp İmralı’ya bakmak. Bazen, PKK’nın bir tür Kürt Kemalizmi olduğu söyleniyor. Yanlış değil. Ama tersi de varit. Öcalan’ın ciddî bir silâhlı güç kurup yönettiği örgüt ve etrafına ördüğü “insan” ilişkileri, bir bakıma, küçük ve şişman Türk Mussolini’lerinin yapmak isteyip yapamadıklarını da simgeliyor. Kuşkusuz şu kayıtla : bir “haklı şiddet” örgütü, programı ve siyasal çizgisinin, gerçekliğe aykırı düştüğü ölçüde, içerdiği teorik zorlama da o kadar artar ve sonuçta bu, iç ilişkilerine katlanarak yansır. PKK nasyonal sosyalist işçi partisinden büyük ama Sovyetlerden çok küçük. Dâvâsı da, Kürtlerin gördüğü olanca zulme karşın, giderek anakronikleştiği için (çağının tipik anti-faşizmi olan) Sovyetlerin kendilerini savunma dâvâsına kıyasla, mânen çok küçük. Hele son birkaç yılda, barış beklentisinin büyümesine karşın tekrar “halk savaşı”na yönelmek, bu ruhsal “küçülme”yi daha net, askerîleşmeden vahşileşmeye (militarization to brutalization) geçişi daha tahammül edilmez kıldı.

Gelgelelim bu benim için böyle de, bir yığın başka solcu ve/ya eski solcu içinse pek böyle değil, korkarım. Stalin’i artık bilip anladığına, Stalinizmi yüzde yüz reddettiğine inandığınız, hattâ Muaviye’nin İslâmı yoldan çıkarması gibi Stalin’in de sosyalizmi yoldan çıkardığını yazıp çizen insanlar bile, aşağı yukarı aynı töreleri, siyasal kültür kodlarını ve uygulamaları, PKK ve Öcalan örneğinde görmezden geliyor; bu gibi tatsız konulara hiç değinmeksizin, PKK’yı genel olarak Kürt halkıyla özdeşleştirerek zihinsel ve duygusal himaye altına alıyor; legal örgütlerine “her şeye rağmen” çeşitli krediler açabiliyorlar.

Niye gözlerini açıp gerçeğe cepheden ve dosdoğru bakamıyorlar, bilmiyorum. Neden PKK’nın “hatâ”larından istisnaî bir şeymiş gibi söz ediyorlar, iç şiddet söz konusu olunca ? O iç şiddet, “haklı” dış şiddetin zorunlu sonucu değil mi ? Bu denli militarize bir örgüt ve çizgi, çeşitlilik ve eleştiriye normal, barışçı örgütler gibi normal, ılımlı bir tepki verebilir; “ajan” ve “hain” diye kestirip atmayabilir; böyle “ajan” ve “hain”lere de savaş halindeki herhangi bir ordudan farklı “ceza”lar kesebilir mi ? Faraza “demokratik özerklik” belgesinde somutlanan “despotik eğilim”lerden söz ediyorsunuz şimdi şimdi –ya ne bekliyordunuz; son âna kadar mı izlemediniz, bu katı otoritarizmin nasıl inşa edildiğini ? Gün oluyor, DTP ve BDP ile haşır neşir olmuş gazetecilerle konuşuyorum; hepsi, Kürt milletvekillerinin İmralı’dan ne kadar korktuğunu anlatıyor. Neden acaba ? PKK tehdit ettiğinde pek ses çıkarmadığınız Orhan Miroğlu, Öcalan’ın sorguladığı “hain ve ajan”ları infaz yetkisini mutlak surette kendi tekelinde tuttuğunu yazdı geçenlerde (8 Mart : Hakikatın bedeli). Şemdin Sakık’ın sorgusu sırasında elpençe divan durduğu ve Öcalan’ı tasdik etmek dışında hiçbir tepki göstermediği örneğini verdi.

Düşünüyor muyuz, bütün bunların anlamı üzerinde ? Benim gibi sizlerin de solda bunca yıllık tecrübeniz var; neden beceremiyorsunuz Stalin aynasındaki Öcalan’ı görmeyi ? “Önder Apo” Stalin’in Rokossovsky ile, Bulgakov’la, Zlobin’le oynadığı gibi oynamamış mı astları ve çevresiyle ? İnsanların ruhunu aynı yolla ezmemiş, biat ettirmemiş (ve bazen, boyun eğdirttikten sonra da öldürtmemiş) mi, nice eski Bolşevik gibi ? Kürt halkının hakları saklı dursun. Hangi demokrasi mücadelesine, ne gibi bir katkı bekliyorsunuz bu örgütten ?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar